Keskin bir bıçak üzerindedir insanlık. Kurtulmak isterken daha çok parçalar kendini ve doğru bildiği yön her zaman uçurum olur. Gerçeğe dünyada değil de ahirette ereceğini, adalet tesisinin asıl orada kurulacağını bilseydi belki, bedeni görünmez bataklıklarda çürümez, kalbi ise siyahın en korkunç hâline bürünmezdi. Eğer bilseydi insanlık, yeryüzünde topladığı şeylerin kendisini boğacağını, her adımını bilinçli atardı. Eğer bilseydi insanlık, yaşadığı yerin menfaat ve rekabet çukuru olduğunu, İslam’ın rabbi dışındaki tasmalılara itaat etmezdi. Fakat insan… İnsan hiçbir zaman bilmeyi, bilenlerden olmayı tercih etmedi.
Dünyadaki hiçbir şey, insanı tatmin edecek ve sırtından yük alacak nitelikte değil. Aksine her geçen gün rüsvalığın en dibine sürüklenen toplumlardan da anlaşılacağı üzere, yaşamaya çalışmaktan başka bir uğraşa da layık değil. Milletler, kendi kendini yok etmeye ant içmişçesine önüne gelen her sele kapılıp gidiyor ve bu gidiş o kadar hızlı ki şeytan bile çoğu zaman, dinlenecek vakit buluyordur şüphesiz.
İnanç kelimesi, zihinlerde artık herhangi bir şey ifade etmiyor. Ruhsuz insanlık için dinî kavramlar; ezik ve gereksiz, İslam’ı yansıtan fiiller alelacayip geliyor. Müslüman’ın, kalbine nakşettiği inanç gereği gerçekleştirdiği eylem ise mühür vurulmuş kalpler için sıradan işlerden… Sözün özü, böyle zor bir zaman içinde dini kucaklamış olanlar ve basit zevklere sırt dönüp salt fikrinin yüceliğini haykırmak isteyenler, yaşam mücadelesi veriyor.
Kolay olanı benimsiyor, telaşlı bedenler. Fakat yaptığı işler her zaman en zor ve en zahmetlileri oluyor kendince. Çünkü dünyayı istiyor, dünyadan besleniyor, dünya için çalışıyor, dünyaya ayak uyduruyor ve dünyada yaşamayı kurguluyor kafasında. Ebediyet denen şey, onun için bu betonlarla çevrili evren; ebedî olan ise ruhu betonlardan oluşan sayısız vücut…
İnsan, her şeyi o kadar iyi biliyor ki… Nasıl yaşaması gerektiğini; neyin doğru, neyin yanlış olduğunu; özgürlüğü; inancı; düşünceyi; mutluluğun nerede olduğunu; rahat nefes alacağı işleri; tutunduğu dalların sağlamlığını… Kısacası her şeyin ayırdına varmış hâlde. Dünyanın tanımı, onun için rengârenk ve hür bir yaşayış. İşte bu tanıma dayanarak neticede istediği her şeye, arzuladığı yaşama, kendine çizdiği yolda, yani bu sonu olmayan âlemde ulaşacak.(!)
Tüm bu sözler, ölüm kavramını beyninin tozlu rafına kaldıran, rotası alevli uçurumdan gayrısı olmayan bedenleredir. Dünya, ısrarla bizleri içine çekmeye, o lezzetli zehrinden içirmeye çalışıyor. Çünkü görevi bu. O, kendine verilen “aldatıcı” olma vazifesini hakkıyla yerine getiriyor. Tüm düzenleri elinde oynatanı -yani şeytanı- fazlasıyla memnun ediyor. Onun bu derece başarılı olması, hiç kuşku yok ki bizim yardımımızla mümkün oluyor.
Bizler, yapışmamız gereken halkayı, her seferinde karıştırdık. Hatta bile isteye elimizi İslam’dan çekip kirli cazibesine tutunduğumuz dünyayı tercih ettik. O, hep çekici geldi gözlere, hep zaaflarımızdan vurdu bizi. İmtihanın ne demek olduğunu unutturdu. Tercih sunmadı çünkü hiçbir zaman. Tek bir seçeneği, ateş çukuruna sürüklenmeyi koydu önümüze. Bizse itiraz etmeden, farklı çözümler aramadan kabul ettik bu oyunu. Önce tadına baktık ateşin. Dilimizi çok yakmayınca dalıverdik şuursuzca. Kolumuzdan tutup biraz daha derine çekti, bir şeyler bizi ve işte o zaman dünya, gözümüze hep pembe göründü. Bizse boğulmayı, çırpınarak vazgeçmeye yeğledik.
Yaşayan hiç kimse inançsız değildir. Aksini iddia eden, kendi kendini yalanlıyordur ancak. Kalbini mutlaka bir varlığa teslim eder zira. Mesela bir sisteme teslim eder veya bir insana, herhangi bir gündeme, popüler bir görüşe, giyim ya da yiyecek modasına, herkesin övdüğü bir sektöre, herkesin kabul ettiği bir fikre, herkesin desteklediği bir yeniliğe, herkesin boyun büktüğü yasalara, sorgusuz bir şekilde yüce kabul edilen yüceler yücesi(!) şahsiyetlere, “olur”lara, “evet”lere, “aynen”lere, samimiyet dolu (!) sözlere ve daha birçok alışılagelmiş unsurlara teslim eder (Teslim olma kavramı, eminim hiç bu kadar alçalmamıştı).
Dünyanın neresinden tutarsak tutalım, bozuk düzenlerin bilindik eserleriyle karşılaşırız. Bunlar karşısında söylenecek sözler ve sayılacak yergiler büyük şeyler ifade etmese bile yanlışın yanlışlığını, bizim teslim olduğumuz din, her yerde ve her zaman haykırmayı emrediyor. Bütün temelsiz putların karşısında İslam, her daim üstün gelecektir. O nedenle sözü ona vermek, akılları başlara getirmek için yeterli mahiyettedir: “De ki Allah katında uğrayacakları ceza itibariyle kötünün kötüsü bir durumda olanları size haber vereyim mi? Bunlar, kendilerini Allah’ın lanetlediği, gazabına uğrattığı, kimini maymunlara, kimini domuzlara çevirdiği kimseler ve şeytani güçlere tapanlardır. İşte bulundukları yer ve konum itibariyle en kötü olan ve dosdoğru yoldan en çok sapanlar onlardır.” (Maide, 60).
Rüveyde Bera PALA