Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdulillahi rabbilâlemin, vessalatu vesselamu ala rasulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Emma ba’d.
Yüce Allah katında önemli iki kavram (mefhum) vardır. Müslümanlar, bu iki hakikatin ne denli ehemmiyetli olduğunu kavradığı ölçüde rahmete mazhar olacaktır. Güç, kuvvet, hâkimiyet, izzet, şeref vs. bu iki hakikate gösterilen ihtimamda gizlidir. Müslümanların başarılarla ya da başarısızlıkla dolu tarihi, bu iki kavram üzere şekillenmiştir.
Yüce Allah, dünya hayatını bir imtihan olarak “lailaheillallah” teslimiyeti çerçevesinde yaratmıştır. Yarattığı kullarına ise bu bağlamda “kulluk” etmelerini emretmektedir. “Uluhiyyet” yani kelime-i tevhid, hakkıyla kavranamadığı müddetçe de razı olunacak bir “ubudiyyet” yani kulluk, insanoğlundan sadır olamayacaktır.
İnsanoğlunun yaratıldığı ilk günden günümüze kadar tarih tefekkür edildiğinde en çok sapma yaşanan noktanın “uluhiyyet” ve “ubudiyyet” itikadı minvalinde olduğu görülecektir. Yüce Allah, kitabı Kur’an’da hep bu hakikat üzere durmuştur. Bir şey önemli olduğu ölçüde üzerinde durulur. Kur’an’da bu konuya çokça değinilmesi de konunun ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
İslam ümmetinin sonraki nesillerinde ve bizatihi yaşadığımız çağ ekseninde bu sapmanın fazlasıyla vuku bulduğunu görmekteyiz. İslam’a gönül vermiş kalplerin, küffar bataklığında yaşadığı zilletin bir yansıması olarak “uluhiyyet” ve “ubudiyyet”e olan itikatları katbekat gevşemiş durumdadır. Dolayısıyla da İslam ümmeti olarak bir asırdır tam anlamıyla bir şahlanış gerçekleşmediği gibi ne yazık ki halihazırda bir uyanıştan da söz edemiyoruz.
Selef-i salihinin kulluk ve ibadetten anladığı o derin manaların ve ufkun yanında, modern nesillerin anladığı “sıradanlık”, “basitlik”, “yüzeysellik” ve “hiçlik” algısı kıyaslandığında o yüksek konumlardan bugünkü bitmişlik sendromuna nasıl sürüklenildiğini anlamak hiç de zor olmayacaktır.
Selefin nezdinde hayatın ve ölümün hudutlarını çizen bu kavramlar, onları insanlığın önderliği makamına çıkarırken günümüzün Müslümanlarını, hudutlara riayet etmemeleri hasebiyle, milletlerin her taraftan kurtların avlarına üşüştükleri gibi, üzerine üşüşülen bir ümmet hâline getirmiştir.
İslami uyanış, ancak ve ancak yüce Allah’ın, ümmete yüklediği misyon gereği bu kavramlar üzerinde yeniden yeşererek ümmet, içerisinde bulunduğu bu zillet çıkmazından kurtulabilecek ve ancak böylelikle kendisinden beklenen “insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet” konumuna tekrardan dönüş yapabilecektir. Kulluk bilincimiz dumura uğradığından beri “selin üzerindeki çer çöp hâline geldik.”
Dünya sevgisi ve ölüm gerçeğinden gaflet bizleri yiyip bitirdi. Günümüz ümmeti, hudutlarını bu kavramlar üzerine bina edebilirse selefe bahşedilen nimetlere kavuşma ümidi besleyebilir.
Selefin hissiyatında ölüm ve yaşam, yüce Allah’ın “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” buyurduğu şekilde inşa edilmişti. Yüce Allah’a kulluk, insanoğlunun varlık amacının tamamıdır. Selefin algısında bu ayetin hakikati, hayatın tamamını kapsayan bir kulluğu gerektiriyordu.
Selefimiz, kulluğunu yüce Allah’tan gayrısına “la” diyerek temellendirmiş ve ibadetlerini de aynı ihlas ölçüsünde, yalnızca âlemlerin rabbi olan Allah’a has kılmıştı. Bu teslimiyet, insanların şaşkınlığını arttıracak düzeyde berekete ve başarılara kapılarını açmıştır. Kulluk idrakleri, onları dünya sahnesinde en güçlülerden biri olmaya itmişti.
Selefin nezdinde ibadet ve kulluk, günümüzün gafil Müslümanlarının düştüğü bir yanılgı olarak sadece bazı ritüellerden meydana gelmemekteydi. Zahiri ibadetlerin, yüce Allah tarafından insana emredilen kulluk olgusunun bütününe karşılık gelmesi mümkün değildir. Çünkü bu ibadet olgusu, kişinin ne kadar zamanını kapsayabilir? Vakti belli olan ibadetler sonrasında zamanın geri kalanı ne olacaktır?
İnsanoğlu, bir melek gibi yaratılmamıştır. Ne kadar uğraşsa da yüce Allah’a olan ibadet mükellefiyetini tam anlamıyla, kusursuz bir şekilde yerine getiremez. Bu kulluğa güç yetiremez. Zaten yüce Allah’ın bunun için hususi olarak yaratmış olduğu, gece gündüz onu tespih (kulluk) eden melekleri vardır:
“Onun yanında bulunanlar, ona kulluk etmekten büyüklenmez ve yorulmazlar.”
Onlar, yüce Allah’a asla asi de olmazlar. Bu haslet, yalnızca onlara hastır. Peki, insandan beklenen kulluk da salt meleklerin yaptığı gibi midir?
Yukarıda da bahsettiğimiz üzere kulluk ekseninde net olarak gaye bu değildir. Zaten insan öyle de değildir. Yorulur, tükenir, sıkılır, bıkabilir. Bir anı bir anını tutmayabilir. Bazen müthiş bir teslimiyete bürünebilir ve kalbi bir o kadar da huşuyla dolup taşabilirken bazen de hiçbir şey yapmak istemeyebilir ve üzerine tüm ağırlığıyla gaflet çökebilir.
Yüce Allah, hikmeti gereği insanı böyle yaratmış ve yine rahmeti gereği nefsine kaldıramayacağı bir yükü de yüklememiştir. Yüce Allah dileseydi melekleri yarattığı ölçüde insanı da yaratırdı. Lakin o zaman “uluhiyyet” ve “ubudiyyet” imtihanının bir hikmeti kalmazdı. Yüce Allah, kimi kullarıyla meleklere karşı övüneceği insanı yarattı. Kul, niçin yaratıldığının idrakinde olur ve bunu hayatında ikame ederse övünç kaynaklarından olur.
Kul, hayatının her anını “ubudiyyet” üzere bina ettiği müddetçe yüce Allah’a her an ibadet üzere olmuş olacaktır. Kul, bir kez İslam olduktan sonra teslimiyeti onu, şuurlu anlarından hiçbir anı ve vakti boş bırakmaz.
“De ki “Şüphesiz ki benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm âlemlerin rabbi olan Allah içindir.”
Meseleye ayetin ışığında baktığımızda ölümün de bir ibadet olarak yer aldığını görmekteyiz. Ölüm nasıl ibadet olabilir ki? Halbuki insanın hiçbir iradesi kalmamıştır. Artık kulluğu da sona ermiştir. Hakikat bambaşkadır. Kulun yüce Allah’a şirk ve küfre bulaşmadan göçmesi bir ibadettir. Çünkü kalp, “uluhiyyet” üzere can vererek en son aşamada kulluğunu da izhar etmiş olmaktadır.
Bazen ölüm, zirve bir amel de olabilir. İbadetlerin en yüksek derecesi olan şehitlik, ölüm kapsamında yer alan zirve bir ameldir. Allah’ın kelimesi “lailaheillallah” uğruna can vermesi, onu zirveye taşımıştır. Bu, insanın yaratılış gayesidir. Yüce Allah’ın kelimesi; şerefli, izzetli, nimetlerle dolu bir ölüme götüren vuslattır. Yüce Allah, canımızı şehit olarak alsın.
Selef-i salihin, ibadeti böyle anlamıştı. Onların ibadeti, namazı, nüsükü tüm hayatlarını kapsıyordu. Belli vakitlere hasredilen ibadetleri eda ettikten sonra, geri kalan zamanı ibadet dışı görmediler. Hayatın tümüne ibadet nazarıyla baktılar. Allah rasulünün öğrettiği şekilde kulluk, bir Müslüman için yüce Allah’ın helal kıldığı cinsel ilişkiyi bile kapsamına almaktadır. Uyuyup dinlenmek dahi kulun nezdinde ibadet olarak görülebilmektedir: ”
Onlar ki ayakta, otururken ve yanları üzere yatarken Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler ve (derler ki): “Rabbimiz! Sen bunu boşa yaratmadın. Seni eksikliklerden tenzih ederiz, bizi ateşin azabından koru.”
Günümüz İslam ümmeti, “uluhiyyet” ve “ubudiyyet” yolunda kaynak olarak kitap, sünnet ve selef-i salihinin anlayışını referans aldığı müddetçe hak yolda ayakları sabit kalacak ve sebat edecektir.
Bugün bizlere şirin gösterilerek dayatılmaya çalışılan kavramlar, olgular ise fayda vermeyecektir. Sapmaların fazlasıyla yer edindiği günümüz dünyasının sapık yöntemleri, bizim kaynağımız ve ilacımız olamayacaktır! Tecrübelerimiz bizleri bu batıl sonuca götürüyor!
Selefin dirilişine vesile olan ama bizim mahrum ve aciz kaldığımız şey neydi?
Onlar, kulluklarına öncelikle “tevhid” ile başlamıştı. Öncekilerin idrakinde var olan ibadet anlayışı buydu. Özellikle son asrın Müslümanlarında var olan en büyük sapma, bu noktada olmuştur.
“Bil ki Allah’tan başka ilah yoktur.”
“Allah’a ibadet edin, Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın.”
Bu ayetler, herkesten önce bize inzal olmuştur. Kulluğumuz açısından her daim bu ayetler çerçevesinde tefekkür ve tedebbür etmemiz gerekmektedir. Görüldüğü üzere, ibadet mefhumunun bazı gerektirdikleri bulunmaktadır. Yoksa kulluk, bidat fırkası Mürcie’nin kitap ve sünnetten herhangi bir dayanağı olmadan dile getirdiği, sadece ikrar edilen ve tamam olduğu sanılan, kuru kuru, iddiasız, idealden yoksun bir kelime değildir. Öne sürülen bu görüşün zaten başlı başına çok fazla çıkmazı vakidir. (Bu bidat görüşün yeri burası olmadığı için çok fazla girmiyorum.)
Bir Müslüman için kulluk, hayat ve ölümdür. Günümüz yanlış algısındaki gibi sadece namaz ve bazı sair ibadetler ve şiarlardan ibaret değildir. Kulluk (ibadet) bilinci, bu dar kapsamlı anlama hapsedilemez. Yüce Allah’tan şuur ve hidayet dileriz.
Velhamdülillahirabbilâlemin. Selam ve dua ile.