Zaman, ahir zaman; çelme takan çok. Beylik sözler bunlar gerçi ama asla eskimeyen tespitler. İslam’dan, Müslümanlıktan, imandan söz etmek o kadar güç şeyler ki şimdi! Mütedeyyin bir toplumdan; Allah’ı tanımayan, bilmeyen, inkâr eden bir hâle hızla evrilen, kaotik bir topluma döndük. Ne ara oldu bunlar, nasıl gerçekleşti, fark edemedik bile. Uzay çağının hızlı ve seküler gücünün etkisiyle mi oldu her şey yoksa gücü, konforu, bolluğu ummadığı bir anda elde eden biz Müslümanlar mı bozulduk, çağa ayak uydurduk? Her şey ve herkes el birliği yapmış gibi bizim kuşağı, çocuklarımızı içine çeken bir girdap gibi, içine çekiyor ve gün geçtikçe daha da yoz bir hâl alıyoruz. Zor zamanların adamı değiliz sanki çünkü küçük bir sallanmada savrulduk dört bir yana. Büyükler olarak dünyevi ne varsa -mal, makam, güç- hepsini ister olduk hatta bu uğurda bütün ilkelerimizi gözden de elden de çıkardık. Gözümüzü bürüyen hırsın esiri olduk. Daha çok para kazanmak, daha güçlü olmak, bulunduğumuz koltukta daha uzun süre oturmak adına her şeyi normalleştirmeye başladık.
Bazen öyle bir hâle geldik ki İslam’dan başka inançların, izmlerin, Allah’tan başka ilahların ateşli birer savunucusu olduk. Öyle eğreti duruyor ki bu hâl üzerimizde, öbür mahallenin mensupları tarafından hayretle izleniyoruz. Daha dün karşı çıktıkları bu düşüncelere, sisteme nasıl bu kadar hızlı bir biçimde adapte oldu bu Müslüman kesim, diye açık açık soruyorlar artık. Bir samimiyet testine tabi tutuyorlar bizi. Nihayetinde duydukları, onların söyledikleriyle benzer olmasına rağmen, onlar da samimiyetimize inanmıyorlar. O kadar bizden değil ki son zamanlarda savunduğumuz şeyler, sırıtıyor bünyemizde. Şekil olarak biraz Müslüman’ı andırıyoruz ama söylemlerimiz; marazlı, gayriislami. Tesettür mesela, sadece saçları örtme işlevi olarak algılanıyor artık, bedenin geri kalanı teşhir tezgâhında, vitrinde. Bedenimizden sıyırıp atmışız artık örtüyü. İmanımızın tesettürü de kayıp. Kalbimizde ve sadece âlemlerin rabbine olması gereken imanı da koruyamadık. Ya gösteriş uğruna feda ediyoruz sahih imanı ya da “ne derler” uğruna.
Artık korkularımızın kaynağı bambaşka, Allah’ın hoşnutluğundan ziyade, kınayıcının kınamasını umursar olduk. Hâl böyle olunca ziynetlerimizi örtmesi gereken elbiselerimizin, tesettüre uygun olup olmamasını umursamıyoruz. Kıyafetlerimizin modaya uygun, birbiriyle uyum içinde olması hatta markalı ve pahalı olması daha çok önem arz ediyor, daha çok konuşuluyor. Kimsenin Allah’tan çekindiği, onu umursadığı yok neredeyse. Unutulup gitmiş hesap günü korkusu. Sanki bu dünyanın sonu hiç yokmuş gibi davranıyoruz artık, hiç ölmeyecekmişiz gibi.
Anne-babaların kendilerini dünya hayatına fena hâlde kaptırdıkları böyle bir zamanda, gençlerin bırakın tesettüre riayet etmelerini, Allah’a iman etmelerini duymak bile şaşırtıcı geliyor artık zira dini bütün ailelerin çocukları bile dine o kadar yabancılar ki! Hatta kimileri düşman kesiliyor dine, dindara. Ailelerini beğenmez hâle geliyorlar, onlarla çatışıyorlar. Anne-babalarıyla aynı görünmemek için, onlardan farklı çevrelerde zaman geçiriyorlar, farklı kişilerle arkadaşlık ediyorlar.
Dinî değerlerle şekillenmiş bir toplumun değer yargılarıyla, töreleriyle, kaideleriyle yetişen nesillerin, kendine özgü duruşu, tesettürü, tevazusu, konuşması olur. Bulundukları her ortamda kendilerini hemen belli ederler, ön plana çıkarlar. Çevredekiler, bu örnek kişiliklerin lisan-ı hâl ile yaptıkları tebliğden etkilenirlerdi. Sırf Müslümanların dürüstlüğünden etkilenip İslam’a ilgi duyan, Müslüman olanlar olurdu fakat bu durum o kadar uzak görünüyor ki artık bize, asırlar öncesinin kıssaları gibi dinliyoruz sadece bunları. Biz de böyle olmalıyız, diye düşünmek, hiçbirimize nasip olmuyor.
Toplumun, ailenin, kurumların, kaidelerin İslam’dan bu kadar uzaklaştığı bir zamanda, artık sadece tesettür değil; namaz, oruç, zekât, zina ve benzeri mevzular da konuşulamıyor maalesef. Bizlerin, yeni baştan iman tazelemesi gerekiyor. İslam olmanın ötesine geçip imanı kalplerimize indirmemiz lazım yoksa bu manzaralar karşısında boş boş bakıp nutuklar atmaya ama icraattan uzak durmaya devam ederiz. İman mevzularına, sanki İslam bize ilk defa anlatılıyormuş gibi, samimiyetle sarılmamız lazım. İslam’ı bütün hücrelerimizde tekrar tekrar yaşamalıyız. İşte o zaman, biz de gerçek anlamda Allah’a kul olma yolunda sağlam adımlar atmaya başlarız ve gençliğimize, topluma sahip çıkar, Allah’ın emir ve yasaklarının uygulandığı, bunlara dikkat edildiği bir cemiyet ortamı tesis etmiş oluruz.
Dünya hayatı bir imtihan yeri ise ve bizler de bu imtihan yerine sınanmak için gönderildiysek uyanık olmalıyız, sınava iyi çalışmalıyız zira bizden öncekilerin başına gelenler, bizim de başımıza gelmeden tam anlamıyla bir imandan söz edilemez.
Taşkın ÖNEL