Nedir Kurban? İslâm’ın şiarlarından…
Kurban’ın manası; insanı Allah’a, Yüce Mevlâ’ya yaklaştıran şey. Allah’ın rızasına götüren, O’nun sevgisine yükselten, takva duygusunu geliştiren, Müslüman’ın gönlünü Allah’a bağlayan, fedakârlık sembolü… Allah için vazgeçemeyeceğimiz hiçbir şeyin olmadığının ve gerektiğinde O’na her şeyimizi feda edebileceğimizin göstergesidir.
Kurban anlayışı, hemen hemen bütün dinlerde mevcut bir ritüel, İlâh’a takdim edilen hediye. Halk arasında sıkça kullanılan: ‘sana kurban olayım’, ‘canım sana kurban olsun’ şeklinde muhatabına aşırı sevgisini ifade ettiği en anlamlı kelime. Birçok batıl dinde tanrıların gazabını gideren Tanrı yiyeceği sayılmış, bazı dinlerde insan ve eşya da kurban kabul edilmiştir. Yaşadığımız çağda heykellerin önüne et konulmasa da ot konulması, yanlış kurban anlayışının uzantısıdır.
Çağımızda düzen tanrısına vatandaşların, madde tanrısına maneviyatın, sanat(çı) tanrısına hayran kitlelerin, futbol(cu) tanrısına fanatiklerin, diploma denen kâğıttan tanrıya gençliğin, para denen ve insanı paralayan bol sıfırlı tanrıya koca bir ömrün, moda tanrısına modern insanın, Batı tanrısına Doğunun, dünya tanrısına âhiretin kurban edildiği bir gerçektir. Bütün bu kurban isteyen güçler sanal olmakla birlikte, ilâhlıkları da sahtedir. Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına tüm benliğiyle iman ve şehâdet eden muvahhid mü’min, Allah’tan başka kendisi için kurban edilecek ve kurban olunacak hiçbir varlık kabul edemez. Tek güç kaynağı olan mutlak kudret sahibi Allah Teâlâ’ya kurban bilinciyle adanmadan, esaretten kurtulmanın çaresi yok. Sadece İslâm’a teslim olan insan özgürleşebilir, gerçek hürriyetine kavuşabilir.
Çağdaş sahte ilâhlar, modern tanrılar sadece insan bedenini kurban almakla yetinmiyor, onların ruhlarını, yüreklerini de istiyor. Bedenlerden çok daha önemli olan beyinler, gönüller tâğutlara, beşerî ideolojilere, zâlim düzenlere kurban ediliyor. Doğru kurban anlayış ve uygulamasının sonu cennet olurken, yanlış kurban anlayışının sonu da zillet ve âhirette de dehşet olmaktadır.
Kendi hevâsına, eşyaya, ideolojilere, tâğutlara kurban edilen insanlığın yeniden izzete kavuşması için Allah’tan başkasına kul olmaması, her ibâdetinin yalnızca Allah için olması gerekiyor. Şahsiyetli ve erdemli bir Müslüman olmanın yolunu gösteriyor Rabbimiz: “De ki: Benim namazım, ibâdetlerim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi olan ve ortağı bulunmayan Allah içindir. Ben, bununla emrolundum ve (böyle inanarak) Müslüman olanların ilki de benim.” (En’âm, 162-163). Bu âyette geçen ifadeyle nefsimizi Allah’a adayarak şöyle yemin etmiş oluyoruz: “Benim tüm istek ve arzularım, kurbanım ve bütün ibâdetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’a armağan olsun! Ulûhiyetinde O’nun ortağı yoktur. Ben, işte bu tevhid inancıyla emrolundum ve ben varlığını kayıtsız şartsız Allah’a teslim edenlerin öncüsü olacağım!”
İnsanların sahte tanrılara böylesine dünya çapında kurban edildiği, İslâm düşmanı zâlim işgalcilerin kurban yerine Müslümanları kesip onların kanını sel gibi akıttıkları zamanları bayram sevincinden ziyade, ümmetin muhasebesini yaparak kurtuluş planlarıyla değerlendirmeliyiz.
Fesâdın ve şirkin hâkim olduğu böylesi bir dünyada, İslâm’ın getirdiği kurban ibâdeti bu çarpık zihniyete bir tavır alıştır, bir meydan okumadır. Evet, bir yanıyla tam bir teslimiyet olan kurban bilinci, diğer yanıyla isyan ateşini tutuşturmak, Allah’a isyan edenlere karşı isyan bayrağını çekmektir. “Lâ”sı olmayan, tahrif edilip yumuşatılmış din anlayışından, hayatın merkezine başka şeylerin konulduğu şirk anlayışından kurtulmak için O’nun yoluna her şeyimizi kurban edebilmeye hazır olmamız ve kendimiz de kurban olmak için can atmamız gerekmektedir. Ancak bu bilinç bu anlayış bizi dünyada izzete, âhirette cennete kavuşturacaktır.
Bu manada kurban, varlığın, esas sahibine iade edilişini, emanet şuurunu sembolize eder. İnsanın hizmetine sunulan maddenin esaretinden kurtulmak, Allah dışında hiçbir şeyin ve hiçbir kimsenin önünde belimizi bükmemek, hayvan sürüsü gibi güdülmemek, parlak kurbanlık bıçaklarına boyun uzatmamak bilincidir bu. Kurban, malın da canın da gerçek sahibini tanıyıp mülkün sahibinin istediğini istediği gibi yerine getirmektir. Kurban, Allah’a; kurban ettiği hayvan için “o benim kurbanımdı, ben ise Senin kurbanınım” diyebilmektir. Diyebilmek, sadece dille değil, bütün uzuvlarla; diyebilmek ve gerektiğinde uygulayabilmektir.
Kesilen kurbanların etleri, kanları değil, sadece Allah’a takva ulaşır (Hac, 37). Kurban bizim takvamızı içerdiği oranda makbul bir ibadet olur. Kurbanımız, ihlâsımız ölçüsünde bizi Allah’a ulaştıracak bineğimizdir.
Allah’ı sevmek, her mü’minin, elde etmek için ardından koştuğu mertebelerin en yücesi… Allah sevgisi; kalplerin azığı, ruhların gıdası, gözlerin bebeğidir. Allah sevgisi; bir hayattır, onsuz insan ölülerden sayılır; bir nurdur, onu kaybeden karanlıklarda kalır. İnsan için en büyük saadet, Allah sevgisine ulaşmaktır. Bu sevgiye ulaşmanın yolunu ve sevginin ispatını Yüce Allah şöyle bildirir: “De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Âl-i İmrân, 31) Allah’ı seven O’nun Resulüne uyar. Kurban; Resul’ün vacip hükmünde önemli sünnetlerinden biri. Paradan, maldan, candan vazgeçmekle ortaya konulan kurban, Allah sevgisinin ve Resul’e tâbi olmanın ispatıdır.
İsyan ile sevgi bir arada bulunamaz. Allah’ı sevmek, diğer varlıkları sevmemeyi gerektirmiyor. Ancak, yaratılanı Yaratan gibi, Yaratan’ı da yaratılan gibi sevmek küfürdür. İşte kurban, Yaratan’ı her şeyden çok sevdiğimizi göstermek, yaratılan mallardan ve canlardan bazılarını O’nun uğrunda feda ederek bu sevgiyi yerli yerine koymak, sevgi sınavını kazanmaktır.
Hiç kimsenin sevgisi Allah sevgisinden daha ileride olamaz: “De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kötü gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler/köşkler size Allah’tan, Resulünden ve Allah yolunda Cihad etmekten daha sevimli geliyorsa, (işte o zaman) Allah’tan size bir belânın gelmesini bekleyin. Allah böyle fâsık bir toplumu, asla dosdoğru yola ulaştırmaz.” (Tevbe, 24) Babamız ve oğlumuz, kardeşimiz veya eşimiz Allah’tan ve Allah yolunda Cihad’dan daha sevimli olamaz da bir kurban parası mı daha sevimli olacak ve bu yanlış sevgi sahibi mi Müslüman kalacak?
Namazsız, ibâdetsiz bayram olmaz. Yüce Rasul (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Bu günümüzde yapacağımız ilk şey, namaz kılmaktır.” (Buhârî, Müslim). Bayram, Allah’a yakınlık ve kulluk zamanıdır. Bayram namazı kılınmadan bayram başlamaz. Yine gücü yeten Müslüman, kurban kesmeden bayram yapmaz. Kurbandır bayramımız, bayramdır kurbanımız bizim. Hac’da, Zilhicce’nin onunda temettu haccı yapanlar da kurban keserler. Ama bu, bayram kurbanı değil, şükür kurbanıdır. Çünkü bir gün önce hacı olmuş, artık dünyada en sevdiği varlığı, oğlunu kurban eden ve kendi canını seve seve Allah’a veren İbrahim (a.s) ile İsmail (a.s)’ın çağrısına uymuş, onların izini takip etmiş, kendisi ve en sevdiği kurban olmuş, âdeta İbrahimleşmiş ve İsmailleşmiştir hacı. Kurbandan sonra ilk iş olarak şeytan taşlanır, sonra bayram başlar. Şeytanı mağlup etmeden, şeytanlara taş atmadan mü’min bayram yapmaz. Bayramın ilânı çokça ve yüksek sesli tekbirlerle olur. Allah’ın en büyük olduğu, O’nun dışındaki şeylerin çok da önemli olmadığı ilân edilir bayramda. “Bu bayram günleri, yeme içme ve Allah için zikir günleridir.”
Kurban ibâdeti, İbrahim’in ve İsmail’in şehâdetini çağımıza taşımaktır. Bu ibadeti bazıları kurban keserek sembolik olarak yaparlar, bazıları da canlarını Allah yolunda vererek fiilî olarak gerçekleştirirler. Bilinçli bir şekilde Allah için kurban kesen, Allah yolunda gerektiğinde kan akıtmaya veya kendi kanını akıtıp canını vermeye hazır bir Cihad eridir. Allah emretse oğlunu ve kendini kurban edebilecek olan muvahhid mü’min, gerektiğinde oğluyla karşılaştırılmayacak kadar kıymetsiz olan İslâm düşmanının kanını akıtmaya, gerektiğinde İsmail Peygamber’den kıymetli olmayan canını feda etmeye, Allah yolunda kıyam edip cihad etmeye can atmakta, esas bayramın şehidlik veya gâzilikte olduğuna inanmaktadır. İslâm dünyası, Allah yolunda mallarını ve canlarını kurban olarak feda eden veya etmeye hazır olan, çağdaş İbrahim ve İsmail’ler eliyle yücelecektir.
Bayramlar, sadece sevinç günleri değildir. Aynı zamanda şükür, zikir, diğer mü’min kardeşleri hatırlama, muhasebe ve derlenip toparlanma günleridir. Gönül arzu ederdi ki, bayrama İslâm âleminin gülen yüzü ile girelim ve sevinip bayram yapmaya hak kazanalım. Bayram günlerinin sevinci, maalesef cevaplamakta zorlandığımız acı bir soruyla buruklaşıyor: “Emperyalist kâfirlerin emrinde ve onların oyuncağı konumunda, çeşitli zulümlere muhatap olan, vatanları işgalciler ve gönüllü işbirlikçi tağutlar eliyle işgale uğramış, zillet içinde yaşayan dünya coğrafyasındaki günümüz Müslümanları, nasıl sevinip bayram yapacak? Bu hengâme içerisinde ‘bayram yapmayı hak ediyor muyuz’ diye kendimize sormalıyız.
Gerçek bayram; İslâm’ın her şeyimize, bireysel, sosyal ve siyasal hayatımıza hâkim olmasıyla, Allah’a hakkıyla kulluk sergilememizle ortaya çıkacaktır. Bayramlar Allah’a kulluğun neticesi, Allah’a yaklaşmanın sembolleridir. Esas bayram, Cenneti hak ettiğimiz gün olacaktır. Bayram bir liyakattir. Kazançlara bayram; kayıplara mâtem yapılır. Kur’an’ın (sosyal ve siyasal hayata yansıması gereken tüm hükümleriyle) mahkûm, dünyanın da zindana döndürüldüğü bir zamanda, bayram yapmaya ne kadar hakkımız olduğunu düşünmeliyiz. Medine İslâm Devleti kurulmazdan önce Mekke’de, Habeşistan’da yaşayan Müslümanların bayramları yoktu. Bugün küfrün egemenliği altında yaşayan, Müslüman’ca yaşama hakkını elde edemeyen mustazaf Müslümanların bayram yapıp sevinmeye ne kadar hakları olabilir?
Kurban ibadetinin şuuruna varmayanların payına kurbandan belki de “et”, İsmail gibi olanların payına da “cennet” düşer. Kendilerini Allah’ın yoluna kurban olarak hazırlayanlar; imanlarını tıpkı kestikleri kurban gibi kusursuz, eksiksiz yapmaları gerekir. Bedeninde noksanlık olan hayvanlardan kurban olmaz. Kurbanın sağlıklı, eksiksiz ve hayvanlar arasından en seçilmişlerden olması gerekir. İmanı eksik, hastalıklı, felçli ve illetli olanlar kendilerini o ulvî gayeye adayamazlar. Öyleyse, haydi yeniden İslâm’a, yeniden imana koşalım!
Kurban ve Bayram, kendilerini Allah’a adayıp nefsini ve sevdiklerini kurban edebilenlere Allah’ın bir lütfudur. Bu anlayıştan, bakış açısından uzak yaşayanlar olsa olsa “Et Bayramı” kutlarlar. Sevdiğimiz dünyevî şeyleri Allah yolunda kurban etmeden bayram yapmaya hakkımızın olmadığını unutmamalıyız.
İbrahim olup İsmail’imizi, İsmail olup gerektiğinde kendi nefsimizi O’nun yolunda seve seve feda edebilmek bilinciyle bayramınız mübarek olsun. Nice gerçek bayramlara kavuşmak umuduyla…