Rusya’nın Bölgedeki Terörü ve Suriye
Gündem Son Sayımız Yazarlar

Rusya’nın Bölgedeki Terörü ve Suriye

Rusya_Suriye

Ortadoğu’da uzun yıllardan beri devam eden kaotik durum, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra dönemin sömürgeci devletleri İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı toprakları üzerinde estirdiği terör ve uyguladıkları politikalar sonucunda oluşmuştur. İkinci Dünya Savaşı’nda, bu iki emperyal ülke –İngiltere ve Fransa- zayıflayarak dünya egemenlik sahnesinde çekilmek zorunda kalınca, yerlerine yeni –aslında hiç de yeni olmayan- iki emperyal ülke gelmiştir; bunlardan birisi Sovyet Sosyalist Cumhuriyet Birliği (SSCB), diğeri ise Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’dir. Kapitalist ve Sosyalist olarak da isimlendirilen bu iki emperyal ülke, dünyayı özellikle de Asya ve Ortadoğu’yu 1940’lı yılların ikinci yarısından itibaren kendi aralarında paylaşmışlardır. Paylarına düşen her ülkeyi –siyasi, askeri ve ekonomik yönden- kendi sömürü menfaatlerine uygun bir şekilde yeniden dizayn etmişlerdir. Halkta, aleyhlerine oluşan/oluşabilecek en ufak kıpırdanışı bile en vahşi yöntemlerle bastırarak milyonlarca masum insanı acımasızca katletmişler ve milyonlarcasını ise mülteci konumuna düşürmüşlerdir. Bunun –Asya’dan Afrika’ya, Ortadoğu’dan Güney Amerika’ya kadar- sayılmayacak çok örneği bulunmaktadır. Kısacası bu emperyal ülkelerden biri sol/sosyalizm/komünizm, diğeri ise demokrasi/özgürlük/insan hakları adına, kendi arka bahçelerine düşen halkların yeraltı ve yerüstü kaynaklarını insafsızca yağmalayarak talan etmişlerdir. İşgaller, istilalar, iç ayaklanmalar ve darbeler, hep bu devletler tarafından kendi sömürü menfaatlerini devam ettirmek için organize edilmiştir. Bu durum, iki işgalci güç tarafından 1990’lı yıllara kadar acımazsıca devam ettirilmiştir. 1990’lı yılların başlarında SSCB’nin çökmesiyle bu ülke devreden çıkmış ve ABD tek başına dünyadaki sömürüsünü devam ettirmek için –yenidünya düzeni gibi hiç de yeni olmayan- yeni politikalar geliştirmiştir.

Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle, yerine kurulan Rusya Federasyonu[1], SSCB’nin etkin olduğu Asya ve Ortadoğu’daki etkinliğini büyük ölçüde kaybetmiş, arka bahçesindeki bazı ülkelerden kimisi NATO’ya, kimisi ise AB’ye üye olmak suretiyle (Bulgaristan, Romanya, Arnavutluk ve Hırvatistan gibi), ABD’nin ve Avrupa’nın etki sahasına girmiştir. Soğuk Savaş döneminde bazı ülkeler –Mısır gibi- blok değiştirse de, genel de her iki sömürgeci ülkenin kendi aralarında zaman zaman yaptıkları gizli anlaşmalarla bu paylaşımda belirgin bir değişiklik olmamıştır. Ancak Rusya, Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra Güney Yemen, Irak, Libya gibi ülkeler üzerinde egemenliğini kaybetse de Suriye’deki etkinliğini devam ettirmiştir. Hatta Arap Baharı olarak adlandırılan Ortadoğu halklarının ayaklanması ile Libya’da Batılı emperal güçlerin oynadıkları oyunun, Suriye’de de oynanmasına bu nedenle Rusya fırsat vermemiştir.

RUSYA, SURİYE İLİŞKİLERİ

Bilindiği gibi 1920’li yıllara kadar Suriye diye bir devlet bu coğrafyada bulunmamaktaydı. Bugünkü Suriye, Lübnan, Ürdün, Filistin ve işgalci İsrail’in bulunduğu topraklar Bilad-i Şam olarak anılmaktaydı. Bu toprakların bir kısmı –Suriye ve Lübnan- 1916’da imzalanan Sykes-Picot emperyal paylaşım antlaşması gereğince Fransa’nın, geri kalan topraklar ise İngiltere’nin mandaterliğine bırakılmıştır. Bu paylaşım, 1919’da kurulan Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti) tarafından da onaylanmıştır. İşte Fransa, bu paylaşım gereğince 1920’de Suriye ve Lübnan’da manda yönetimini kurmuş ve Şam Devleti, Halep Devleti, Nusayri merkezli Alevi Devleti, Dürzî merkezli Cebel-i Duruz Emirliği, Lübnan Devleti ve sonradan Türkiye’ye katılacak olan Hatay Cumhuriyeti olmak üzere altı yapılı bir yönetim oluşturmuştur. Fransa’nın, Suriye’deki manda yönetimi II. Dünya Savaşı’na kadar baskı ve zorbalıkla devam etmiştir. Fransa, II. Dünya Savaşı’ndan sonra bazı ayrıcalıklarla Suriye’den geri çekilmek zorunda kalmıştır. Suriye ise, 1946’da BM’ye katılarak Suriye Cumhuriyeti adını almıştır.

Suriye ile SSCB arasında ilk ilişki 1 Şubat 1946’da imzalanan bir gizli anlaşma ile başlamıştır. Bu anlaşma, SSCB’nin Suriye’ye uluslar arası arenada diplomatik ve siyasi desteğini ve Suriye’nin ulusal ordusunu koruma konusundaki Sovyet askeri yardımlarını öngörüyordu.[2] Bu anlaşmayı 1 Nisan 1950’de imzalanan Saldırmazlık Paktı izlemiştir. Suriye’nin artan Batı karşıtlığının yanı sıra 1955’te Bağdat Paktı’nın kurulması Suriye’yi Sovyetler Birliği’ne yakınlaştıran bir başka önemli gelişme olmuştur. 1956’da yaşanan Süveyş Krizi’nde SSCB’nin Mısır’dan yana, İngiltere, Fransa ve İsrail’e karşı sert tavır takınması SSCB’nin uluslararası arenada prestijini arttırmış ve Ortadoğu’da ise daha etkin hale gelmiştir. Bu durum, Suriye’yi, Sovyetler Birliği’ne daha da yakınlaştırmıştır. Süveyş Krizi, Suriye ile SSCB ilişkilerinde bir milad oluşturmuş ve bu krizden sonra Suriye’ye Sovyet yardımı akmaya başlamıştır. 28 Ekim 1957’de yapılan bir anlaşma ile SSCB, Suriye’ye belirlenmiş on dokuz projede kullanılmak üzere 168 milyon dolarlık yardım yapmıştır. 1957 yılı başından itibaren Suriye gittikçe sola kaymaya başlamış ve bu ülkede komünistlerin etkisi daha da artmıştır. Bu gelişmenin liderliğini Suriye kabinesinin güçlü adamlarından ve komünizme sempatisi ile tanınan Halit El-Azm yapmakta idi. Halit El-Azm 1956 Temmuz’unda Savunma Bakanı olarak bir heyetle Moskova’ya gitmiş ve orada Sovyetler ile bir takım antlaşmalar imzalamıştır. Bu antlaşmalara göre; Suriye’nin silahlandırılması bu yardımın içinde yer alıyor, Lazkiye’de yeni bir limanın yapılması ve karayolları, demiryolları, sulama gibi projelerin finansmanında kullanılması isteniyordu. Ardından 17 Ağustos’ta ılımlı genelkurmay başkanı General Nizamettin emekliye sevk edilmiş ve yerine Fransız Komünist Partisi üyesi Albay Afif-El Bızri getirilmiştir. Çarlık Rusya’sından bu yana ilk defa Sovyetler, bu anlaşma ile Ortadoğu ülkesine ayak basma imkânı elde etmiştir.[3]

Hafız el-Esad, yönetime geldikten sonra ilk dış gezisini 1-3 Şubat 1971’de Moskova’ya gerçekleştirmiştir. Sovyetler Birliği’nden ekonomik ve askeri yardım talebinde bulunan Esad, SSCB’nin Ortadoğu’ya yönelik istek ve önceliklerini gayet iyi bilmekteydi. Bu istek ve önceliklerin başında Ortadoğu’nun kalbinde sürekli bir dinleme istasyonu, deniz ve hava üssünün inşası için kolaylıklar gelmekteydi.[4] Esad, Temmuz 1972’de Moskova’ya ikinci kez giderek 700 Milyon dolarlık ekonomik ve askeri yardım temin etmiştir.[5] 1973 Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra Mısır’ın Sovyetler Birliği ile ilişkisini kesip Batı Blok’una yakınlaşması üzerine Sovyet-Suriye ilişkileri daha stratejik bir hal almıştır. 1976’da Mısır’ın SSCB ile 1971 yılında yapmış olduğu Dostluk ve İşbirliği Antlaşması’nı feshetmesi SSCB’nin Ortadoğu’da tamamen Suriye’ye angaje olmasını beraberinde getirmiştir.[6] Camp David Anlaşması’ndan (26 Mart 1979) kısa bir süre sonra 8 Ekim 1980’de imzalanan SSCB-Suriye Dostluk ve İşbirliği Anlaşması bu nedenle oldukça anlamlıdır. 15 maddelik bu antlaşmanın 5.maddesine göre, taraflardan herhangi birinin barış ve güvenliğinin tehdit edilmesi halinde, bu tehdidin bertaraf edilmesi ve barışın yeniden tesisi amacı ile işbirliği yapmak için derhal birbiriyle temasa geçeceklerdi. Ayrıca aynı anlaşmanın gizli bir protokolüne göre, SSCB olası bir İsrail saldırısında tüm gücüyle yardım etme konusunda Suriye’ye garanti vermişti. Bu antlaşmanın 3. Maddesinde ise Siyonizm ‘ırkçılık’ olarak nitelendirilmiştir. Bu madde ile SSCB, İsrail’i tamamen karşısına almıştır.[7]

Hafız el-Esad, yönetimi süresince pragmatik bir dış politika izlemiştir. Menfaati hangi ülkeyle birlikte olmayı gerektiriyorsa o ülkeyle birlikte hareket etmiştir. Nitekim soğuk savaş süresince Sovyetler Birliği ile ilişki kuran Esad, SSCB’nin dağılmasıyla ABD saflarında Saddam’a karşı Ocak 1991’de oluş(turul)an işgal koalisyonuna katılmıştır. Suriye’nin, İran ile Hamas ve diğer direniş örgütleri ile ve Filistin ile ilişkilerini de yine bu çerçevede değerlendirmek gerekmektedir. Direniş örgütlerini destekliyor, Siyonist İsrail’e karşı bir cephe oluşturuyor türü İran kaynaklı iddialar, gerçeği yansıtmayan iddialardır. Çünkü Suriye hiçbir zaman Siyonist İsrail’e karşı olmamış, tam tersine Kelim Sıddıki’nin de belirttiği gibi Suriye, Siyonist İsrail için bir emniyet sibobu görevi görmüştür ve halen de görmektedir.

Suriye’nin yavaş yavaş Batıya kayması Rusya açısından kabul edilemezdi. Bu nedenle Sovyetler döneminde izlenen ‘yakın çevre’ doktrini gereğince Rusya 1993’den itibaren eski Sovyet coğrafyasında daha aktif bir politika izlemeye başlamıştır. Özellikle de Suriye gibi bir pazarı Almanya ve Çin’e kaptırmak istemeyen Moskova yönetimi tekrar 1994 yılında Suriye ile askeri işbirliği konusunda bir antlaşma imzalamıştır. 1996 yılında da iki ülke arasında askeri modernizasyonlar konusunda yapılan anlaşmayla ilişkiler tekrar normale dönmüştür. Ancak Boris Yeltsin’in (12 Temmuz 1991 – 31 Aralık 1999) göreve gelmesiyle ilişkiler tekrar bozulmaya başlamıştır. Çünkü Yeltsin’in, Suriye’nin Sovyetler Dönemi’nden kalma borcunun ödemesini talep etmesi, iki ülke arasında normalleşmeye başlayan ilişkileri tekrar sıkıntıya sokmuştur.[8] Ancak iki ülke arasındaki ilişkiler hiçbir zaman bütünüyle kopmamıştır. Çünkü Hafız Esad’ı SSCB ile (SSCB’yi de Suriye ile) ilişkileri devam ettirmeye zorlayan bazı nedenler vardı. Bu nedenleri şöyle sıralamak mümkündür:

1- İki kutuplu dünya konjonktürüne göre SSCB’den başka bir alternatifin bulunmaması,

2- Neredeyse bağımsızlığından bu tarafa Suriye’nin ekonomik ve askeri yapılanmasını Sovyet modeline göre kurmuş olması,

3- Hafız Esad yönetiminin ideolojik tabanı ile Sovyetlerin ideolojisinin bir birlerine yakınlığı,

4- Doğu Blok’unun yardımlarından faydalanmak istemesi.[9]

İki ülke arasındaki ilişkiler Hafız Esad 2000 yılında öldükten sonra yerine geçen Beşşar Esad döneminde de devam etmiştir. Oğul Esad’ın ilk dönemlerde iki taraflı (Rusya-Suriye) olarak üst düzey ziyaretler yapılmış olsa da ilişkilerin dönüm noktası 2005 yılında Beşar Esad’ın Moskova ziyareti ile olmuştur. Bu, oldukça önemli bir ziyaretti. Beşşar Esad’ın 24 Ocak 2005 yılındaki bu dört günlük Moskova ziyaretinin ardından iki ülke ilişkileri yeniden hızlı bir şekilde gelişmiş ve Suriye’nin çoğu askeri malzeme alımından kaynaklanan 13,4 milyar dolarlık borcunda indirime gidilmesi konusunda anlaşmaya varılmıştır. Rusya, bu görüşmede ABD ile İsrail’in itirazlarına karşın Suriye’ye gelişmiş hava savunma sistemlerinin satışını bile kabul etmiştir.[10]

Aralık 2006’da Beşşar Esad’ın ikinci Rusya ziyareti sırasında dünya kamuoyunda en çok konuşulan konular yine Rusya’nın Orta Doğu’da daha etkin olma çabaları ve Rusya’nın Suriye’ye satmak istediği MIG-29 SMT savaş uçakları ve Pantsir S1 kısa menzilli karadan havaya, aynı anda iki hedefi vurabilen balistik füzeleri oldu. Nitekim Rusya, Suriye’nin Sovyet döneminden kalma borcunun %73 gibi önemli bir kısmını silmiştir. Suriye borcun kalan %27’lik kısmını yani 3 milyar 600 milyon dolarını da 20 taksit ile ödemesi kabul edilmiştir. Tabii, buna karşılık Suriye’nin Rusya’dan silah alım sözleşmeleri ve Tartus limanını genişletmesi söz konusu olmuştur. Rusya’nın bu borcun önemli bir kısmını silmesi Rusya’nın aleyhine gibi görünse de Suriye ile yapılan yaklaşık 16 milyar dolarlık silah satım sözleşmesi düşünülürse bu durum Rusya için oldukça kârlı olmuştur. Bu sayede Rusya, hem silah satışı yapabileceği bir müttefik kazanmış ve hem enerji anlaşmaları yapma imkânı bulmuştur. Üstelik Tartus üssünden faydalanma hakkının devamını yeniden kazanmıştır. İsrail ve ABD’yi rahatsız eden bu silah satışlarından sonra 2007’deki ek anlaşmayla P-800 süpersonik Yakhont füzelerinin de satışının eklenmesi iki ülke arasındaki ilişkilerin bu temelde devam ettiğinin göstergesi olmuştur.[11]

Orta Doğu’nun Rusya için artan önemi Putin dönemine paralel bir şekilde Dmitri Medvedev döneminde de (2008-2012) devam etmiştir. Çünkü Suriye, Rusya açısından stratejik önemi haiz olan bir ülkedir. Bu önemi şöyle maddelendirmek mümkündür:

1- Rusya’nın Suriye konusunda takip etmiş olduğu politikada iki devlet arasında yaklaşık kırk beş yıldır devam eden ilişkilerin yanı sıra Rusya açısından Suriye’nin, “Orta Doğu’nun stratejik kalbi” oluşu önemlidir.

2- Suriye’ye en fazla silah satışını gerçekleştiren ülke olan Rusya’nın bölgede sahip olduğu ticari üstünlüğü kaybetmek istemediği bilinmektedir. Mart 2012’de Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) tarafından hazırlanan raporda Suriye’nin silah ihtiyacının yüzde 78’lik kısmını Rusya’dan sağladığını ve Rusya’nın Suriye’ye sattığı silah oranın 2007 ile 2011 arasında daha önceki 4 yıla oranla yüzde 580 arttığını açıklamıştır.

3- Diğer bir önemli konu ise bölgede faaliyet gösteren İslami gruplar ve bu grupların Kuzey Kafkasya’da gerçekleştireceği etkidir. Rusya uzun yıllardır Kuzey Kafkasya bölgesinde özellikle de Çeçenistan ve Dağıstan’da İslamcı gruplar ile karşı karşıyadır. Bu açıdan Esad sonrası Suriye’de başa gelecek rejimin Kuzey Kafkasya’da İslamcı grupları Rusya’ya karşı kışkırtması ihtimali de mevcuttur. Nitekim Suriye’de önemli sayıda Çeçen ve Kuzey Kafkasya’dan bölgeye giden diğer grupların varlığı da dikkat çekicidir. Bölgede El-Kaide bayrağı altında savaşan yaklaşık 6000 bin militan bulunmakta ve bunların büyük bir kısmını ise Çeçenlerin oluşturduğu ileri sürülmektedir.[12]

Suriye’de askeri kabiliyetlerini artırmış, yeni bağlantılar ve kaynaklar edinmiş Kafkasya asıllı mücahidlerin, Rusya’ya dönerek Çeçenistan, Dağıstan, Gürcistan ve Azerbaycan gibi bölgelerde Rusya’ya karşı yeni bir direniş dalgası başlatmaları ihtimali Putin için bir endişe kaynağı olmuştur. Zira Suriye’de savaşan Çeçen mücahidler de bu yöndeki amaçlarını gizlememektedirler.

4- Rusya’nın, İran ve Suriye ile iyi ilişkiler geliştirmesinin bir diğer nedeni de, ikisi de Sünniler tarafından yönetilmeyen bu iki ülkenin, Kafkasya’daki Sünnileri etkilemeye girişmemeleri, aynı zamanda özellikle İran’ın adeta Sünni hareketler ile Kafkasya arasında bir set oluşturmasıdır. Rusya uzun yıllar boyunca Dağıstan ve Çeçenistanlı öğrencilerin Suriye’ye giderek burada ılımlı bir dini eğitim almaları için Suriye ile bu nedenle de işbirliği yapmıştır.

5- Askeri ve ekonomik ilişkiler ile birlikte Suriye’nin Rusya açısından jeopolitik önemi de büyüktür. Suriye’nin Tartus limanı askeri deniz üssünün varlığı ve üssün korunması Rusya’nın bölgedeki varlığı için önemlidir. Bir diğer önemi ise; Soğuk Savaş Döneminde ABD’nin SSCB’ye karşı uyguladığı çevreleme politikasını kırma adına işbirliği içerisinde olduğu ülkelerin arasında Suriye’de bulunmasıdır. Dolayısı ile Suriye ve SSCB’nin tarihi geçmişi ve aynı düşman odaklı dostluğu mevcuttur. Bu bağlamda bugün Rusya’nın bölgeye giriş anahtarı olarak Suriye önemli bir konumdadır.

6- SSCB’nin yıkılışının ardından yaşanan Renkli Devrimler Rusya için sıkıntılı dönemlerin yaşanmasına neden olmuştur. 2000’li yıllarda Sırbistan ile başlayan süreç hızla Kafkasya ve Orta Asya’ya yayılmış ve Gürcistan’da “Gül devrimi”, Ukrayna’da “Turuncu Devrim” ve Kırgızistan’da “Lale Devrimi” yaşanmasına yol açmıştır. Bu devrimler ile eski Sosyalist ülkelerde, diktatörlüğe dayalı antidemokratik rejimler son bulmuştur. Bugün aynı sürecin Ortadoğu’da yaşanıyor oluşu Rusya’nın yaşadığı sıkıntılı dönemleri akıllara getirmektedir. Rusya hem kendi bölgesinde de hem de çıkar bölgelerinde yaşanacak istikrarsızlıklara ve değişimlere alerjik bir tutum içerisinde yaklaşmaktadır.[13]

7- Rusya’nın Ekim 2015’de Suriye’ye girmesinin bir nedeni de, Suriye’nin parçalanması ihtimaline karşı da hazırlık yapmakta ve muhtemel bir parçalanma halinde Esad taraftarlarının elinde kalması beklenen Suriye’nin Akdeniz kıyısındaki şehir ve kasabalarında (Lazkiye, Tartus, Banyas, vb.) askeri varlığını kuvvetlendirmeye çalışmaktadır. Suriye’deki Tartus Deniz Üssü ile Ceble’de yeni inşa edilen hava üssünün Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki tek askeri varlığı olduğu dikkate alındığında, bu bölgenin ve genel itibarıyla Esad Yönetimi’nin devamlılığının Moskova için ne denli anlamlı olduğu anlaşılabilir. Zira Doğu Akdeniz (tarihsel adıyla Levant), sahip olduğu enerji potansiyeli (rezervleri) ve Ortadoğu’dan Avrupa’ya ulaşan ticari işleyişi kontrol edebilme anlamında çok önemli bir işleve sahiptir.[14]

8- Doğu Akdeniz, gerek doğu ­ batı yönlü ticaret ve ulaştırma hatlarının üzerinde olması ve Ortadoğu petrol/doğalgazının Batı’ya ulaştırılması anlamında bir terminal işlevi göreceği için, tüm küresel/bölgesel aktörlerin kontrol altında tutmak istediği ya da etkin olmayı arzuladığı bir bölgeyi ifade etmektedir. Üstelik bu bölge, Kıbrıs ve İsrail açıklarında keşfedilen zengin doğalgaz sahalarından sonra (Tamar­Leviathan ve Afrodit) daha da önem kazanmıştır. Nitekim bu doğalgazın AB pazarına ulaştırılması anlamında kullanılabilecek muhtemel güzergâhlardan biri de Suriye toprakları ya da Suriye karasuları/kıta sahanlığıdır. İşte, Rusya, Suriye’nin orta ve uzun vadede çok önemli bir ülke olacağını gördüğü için, bu ülke özelindeki askeri varlığını hem korumak ve güçlendirmek hem de ülke yönetiminin kendisi ile işbirliği içerisinde olacak bir ismin elinde olmasını istemektedir.[15]

9- Doğu Akdeniz’de güncel verilere göre, bölgede 3,5 trilyon metreküp doğalgaz ve 1,7 milyar varil petrol ihtiva eden yataklar bulunmaktadır. İsrail’in bulduğu Tamar sahasında 275 milyar metreküp doğalgaz rezervine rastlanmıştır. İsrail’in üzerinde hak iddia ettiği bir başka saha olan Leviathan’da ise 700 milyar metreküp doğalgaz ve 600 milyon varil petrol olduğu tahmin edilmektedir. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)’nin bir ABD şirketine ruhsat vererek işletime açtığı bölgede ise (12. parsel) 200 milyar metreküp doğalgaz bulunmuştur.

Söz konusu rakamlar Doğu Akdeniz’in kısa süre içinde yeni bir Hazar Havzası haline gelebileceğini göstermektedir. Kıbrıs ile Girit adaları arasında da 15 trilyon metreküplük geniş yatakların olduğunu ileri süren bilimsel yayınlar mevcuttur. Bu rakam doğruysa, Doğu Akdeniz’deki toplam doğalgaz rezervinin, bu ürünün dünyadaki en büyük üreticisi olan Rusya’nın elindeki miktarın neredeyse yarısına denk düşeceği söylenebilir.[16]

Rusya, uzun zamandan beri Suriye’de gaz ve petrol aramak için yatırım yapmaktadır. Bu çerçevede Soyuzneftegaz 2004’te, Deyrezzor ve Palmira (Tedmur) çevresini içine alan 12 ve 14. Blok olarak adlandırılan bölgede gaz ve petrol aramak için Suriye enerji piyasasına ilk adımını atmıştı. Ardından 2005 yılında Suriye’de Devon Energy Ltd ile beraber Kuzey ve Doğu bloklarını içine alan 26 projede iş yükünün %50’sini karşılayarak ilk büyük atılımını gerçekleştirmiştir. Çalışma yaptığı bloklarda toplamda 17 kuyu ve bir milyon ton petrol hacmi bulunduğu iddia edilmiştir.

Şirket son olarak 25 Aralık 2013 yılında yaptığı antlaşma ile Suriye karasularında gaz arama ve çıkarma izni almıştır. Bu antlaşma ile Soyuzneftegaz Lübnan sınırından başlayarak Banyas ve Tartus limanlarını içine alan yaklaşık 2190 kilometrekarelik kaynak arama, çıkarma ve işleme faaliyetlerine başlamıştır. 2013’te yatırımlara başlayan şirket bölgede doğalgaz işleme tesisi ve doğalgaz boru hattı da inşa etmiştir. Şu anda ise 1,3 milyar metreküp kapasiteli ikinci bir gaz işleme tesisi daha inşa etmektedir. Ayrıca Rakka ve etrafında faaliyet gösterecek olan bir enerji projesinin de ilk aşaması Kasım 2014 yılında Soyuzneftegaz temsilcisi tarafından tanıtılmıştır. Projenin 2016 yılının son çeyreğine kadar tamamlanması beklenmektedir.

Bu bilgiler bağlamında Rusya’nın Esad rejimine verdiği desteğin bir tür gönül bağı yahut “terörizm” korkusundan ibaret olmadığı gözler önüne serilmektedir.

Gazprom, Lukoil, Soyuzneftegaz gibi enerji ve hammadde şirketleriyle dünyaya açılan Rusya’nın Esad rejimine verdiği ciddi askeri destek bölgede ne denli büyük çıkarlarının olduğunu da göstermektedir.[17]

TARTUS LİMANI VE RUSYA

Sovyetler Birliği, Soğuk Savaş döneminde dünya denizlerinin iki hâkim gücünden birisiydi. Dünyanın dört bir yanında deniz üslerine sahipti; Vietnam’dan Küba’ya, Mısır’dan Suriye’ye kadar çeşitli üsleri bulunmaktaydı. Sovyetler Birliği’nin yıkılıp tarihe karışmasından sonra bu durum kökten değişmiş, Sovyetler’in hukuki ve fiili vârisi Rusya Federasyonu, ikisi hariç bu üsleri gücü yetmediği için tasfiye etmek zorunda kalmıştı.

Rusya’nın bugün elinde kalan iki dış deniz üssünden birisi komşusu Ukrayna’nın Kırım Özerk Cumhuriyeti’nin Akyar (Sivastopol) Limanı’ndaki Karadeniz Filosu’na ait büyük üs; diğeri de Suriye’deki Tartus Limanı’ndaki lojistik ve bakım üssü. Rusya, Akyar’da, Ukrayna hükümetiyle 2010 yılında yenilediği anlaşmayla 2042 yılına kadar kalacak. Bundan sonra taraflar itiraz etmezlerse anlaşma 5 yıl daha kendiliğinden uzayacak; yani Rusya muhtemelen 2047 yılına kadar Akyar’da olacak.[18]

Lazkiye’deki Tartus Limanı’ndaki Rusya’ya ait askeri üs, Sovyetler Birliği ile Suriye arasında 1971’de baba Esad döneminde imzalanan anlaşma ile SSCB’nin kullanımına verilmiştir. Askeri anlamda Suriye, Rusya’nın Akdeniz’deki tek üssü olan Tartus limanı nedeniyle bu ülke için stratejik öneme sahiptir. Tartus üssü esasen Rusya’nın Karadeniz Filosu’na bağlı bir üssüdür. Burada birisi halen çalışır durumda üç adet yüzer dok[19] bulunmaktadır. Bunlara ilaveten üste yine yüzer bir tamir-bakım atölyesi, depolama tesisleri, Rus personel için barakalar ve diğer unsurlar da vardır. Suriye’nin Lazkiye’den sonra ikinci büyük ve önemli limanı olan Tartus’taki üs, Suriye hükümeti ile 2005 yılında yenilenen bir anlaşmayla daha uzun süre Rusya’nın elinde kalacak. Bu anlaşmayla taraflar arasında yıllarca süren Suriye’nin Sovyetler Birliği’ne olan 13,4 milyar dolarlık borcunun (ki bunun büyük bölümü silah alımlarından doğan borçlar) yüzde 73’ünün silinmesi karşılığında Rusya’ya Tartus’u kullanmaya devam etme hakkı tanınmıştı. Ayrıca, anlaşma Suriye’ye Rusya’dan silah alımına devam etmesinin yolunu da açmıştı.

Rusya, 2009 yılından bu yana üssü yenileme çalışmalarını yürütüyor, bu çerçevede liman derinliğini artırmaya çalışıyor. Bunu da daha büyük gemilerin üssü kullanabilmeleri amacıyla yapıyor. Tartus Limanı, Suriye’nin diğer bölgeleri ile son derece önemli demiryolu ve karayolu bağlantılara sahip bir liman. Bu bakımdan yurtdışından gelecek her türlü kargonun başka yerlere ulaştırılması bakımından son derece önemli. İthal edilen Rus silahlarının Tartus’a geldiği ve buradan başka yerlere ulaştırıldığı zaten bilinen bir gerçek. Rus gemileri buraya her türlü amaçla gelip gidebiliyorlar.[20]

Tartus Limanı Suriye’yi, Rusya’nın Ortadoğu’ya açılan kapısı durumuna getirmektedir. Rusya, Tartus’u sadece askeri bir üs olarak kullanmamakta, aynı zamanda bir ticaret limanı haline getirmeyi de amaçlamaktadır. Silah ticaretinde ise 2006-2010 yılları arasındaki dönemde Rusya, Suriye’nin silah ithalatının %48’ini karşılamıştır. Bu anlamda Suriye, Rusya’nın silah ticaretini yaptığı en önemli silah partnerlerindendir.

Rusya, Tartus’un haricinde Tartus’un kuzey bölgesinde, büyük savaş gemilerinin kolaylıkla yanaşabileceği yeni bir deniz üssü inşa etmektedir. Bununla da yetinmeyen Rusya, Esad Ailesi’nin memleketi olarak bilinen Lazkiye’ye bağlı Ceble’deki Basil Esad Uluslararası Havaalanı’nı bir askeri üsse (hava üssü) çevirebilmek için de çalışmalara başlamıştır. Öyle ki, sayısı bini aşan miktarda askeri uzman, mühendis ve çalışan Rusya tarafından bölgeye konuşlandırılmakta ve askeri üste kalacaklar için, şimdilik kaydıyla, prefabrik özellikli lojman ve yönetim binalarının inşa edileceği da belirtilmektedir. Rusya’nın Suriye özelinde gösterdiği aktivizmin bir diğer unsuru ise, rejim güçlerinin muhalif unsurlarla mücadelede kullanabileceği yeni silahların Lazkiye üzerinden ülkeye sokulması olmaktadır.[21]

RUSYA’NIN SURİYE’YE MÜDAHALESİ

Rusya, Arap Dünyası’ndaki önemli müttefikleri Irak ve Libya’yı kaybettikten sonra, kendisi için büyük ehemmiyet taşıyan Akdeniz ve Arap topraklarındaki son kalesi Suriye’yi ne pahasına olursa olsun elinde tutmak istemiştir. Bu da ancak, ya Esad rejiminin tekrar bütünüyle Suriye’ye egemen kılınmasıyla ya da Akdeniz sahilinde Esad ailesinin yönetiminde ve kendi güdümünde “Nusayri Küçük Suriye”nin kurulması ile gerçekleştirilebilirdi. Böylece Rusya her iki halde de Suriye üzerindeki etkisini devam ettirmiş olacaktı. Ancak Esad’ın yerine muhalif grupların belirlediği bir yönetimin gelmesi halinde Rusya, Suriye üzerindeki etkisini kaybetmiş olacaktı. İşte yeni bir yönetimin gelmemesi içindir ki Rusya, Esad’ı, Suriye olaylarının başladığı Mart 2011’den bu yana siyasi, askeri ve ekonomik yönden hem bölgesel, hem de uluslar arası toplumda desteklemektedir. Ancak bu desteğe rağmen, Esad rejiminin muhalifler karşısında iktidarını daracık bir alanda bile koruyamayacak hale gelmiş olması, Rusya’yı hareket geçirmiştir. İşte bu nedenledir ki, Rusya, Suriye’yi kaybetmemek için İran ve Hizbullah ile birlikte Esad diktatörünün yanında fiilen savaşa girmek zorunda kalmıştır.

Bu nedenle Rusya, 2009’dan beri yeniden dizayn etmeye çalıştığı Tartus’taki üsse uzman adı altında askeri ve teknik uzman göndermeye başlamış ve bununla da yetinmeyerek Eylül 2015 tarihinden itibaren Suriye’ye yüklü oranda mühimmat, tank ve uçak takviyesi yapmış ve bazı iddialara göre 4 bin Rus askeri de Suriye’ye kara operasyonlarına katılmak üzere göndermiştir. İstihbarat raporlarına göre 2015 Eylül sonu itibariyle Suriye’de 28 Rus jeti, 14 helikopter, S 300 füzeleri ve değişik tipte Rus tankları bulunmaktadır. Suriye’ye bu silahları taşıyan Rus savaş ve yük gemileri ise İstanbul boğazından geçmiştir. Rusya ayrıca bölgeye bir denizaltı da sevk etmiştir. Boğazlardan sadece 2015 yılında 100’ün üzerinde Rus gemisi geçmiştir.[22]

Kısacası çok sayıda tank (Rusya’nın envanterindeki en gelişmiş tank türü olarak bilinen T-90), uzun menzilli top ve adı/türü açıklanmayan hava silahı Suriye Ordusu’na teslim edilmiştir. Hatta Suriye Ordusu’ndan bir yetkili de alınan silahların savaş alanında kullanılmaya başlandığını ve kendileri lehine çok etkin sonuçlar verdiğini de açıklamıştır. Rusya, bu silahların yanı sıra, silahların kullanımını Suriyeli askerlere ve mühendislere öğretmek ve gerektiğinde onlara yardımcı olabilmek için birçok uzmanını da Lazkiye üzerinden Suriye’ye sokmuştur.[23] Rusya, sadece teknik eleman ve asker göndermekle de yetinmemiş, paralı asker de göndermiştir. Paralı askerlerin varlığı, ölenlerin fotoğraflarının basına sızmasıyla anlaşılmıştır. Ayrıca Rusya destekli Çeçen lider Kadirov’un da bazı Çeçen grupları Suriye’ye gönderdiği bilinmektedir. Kadirov bir televizyon konuşmasında bunu itiraf da etmiştir.

Rusya, IŞİD bahanesiyle Suriye’de savaşa girdiğini söylese de, Rusya’nın asıl maksadının IŞİD olmadığı herkes tarafından bilinmektedir. Üstelik bu, sadece Putin tarafından belirlenen bir politika olmayıp, Putin’in, Obama ile birlikte belirledikleri bir politikadır. Çünkü her iki devlet için de asıl tehlike, Esad rejimi için gittikçe tehdit oluşturmaya başlayan ‘radikal İslamcılardır.’ Nitekim Rusya’nın, IŞİD bahanesiyle Suriye’de bombaladığı yerlerin, ‘radikal İslamcılar’ olarak kabul edilen muhalif grupların yerleri olması, Rusya’nın asıl niyetini göstermektedir. Rusya, İran, Hizbullah örgütü, Esad ve PYD ile, ABD ise PYD ile birlikte, Esad için tehdit oluşturan muhalif gruplarla savaşmaktadır. Kısacası, bütün işgalci ve terörist devletler, Suriye’de kurtuluş mücadelesi veren direniş örgütlerine karşı el birliğiyle savaşmaktadırlar.

Rusya’nın, Suriye’ye müdahale etmesi için yukarıda sayılan nedenlerin dışında elbette başka nedenler de sayılabilir. Ancak bu nedenlerin arasında Suriye halkına özgürlük ve insanca yaşama nedeni ya da amacı yoktur. Çünkü ne Rusya’nın, ne de ABD’nin gündeminde varil bombalarıyla, kimyasal gazlarla yok edilen Suriye halkı vardır. Bu emperyal devletlerin gündemlerinde, Suriye’de kedi köpek eti yemek için fetva isteyen masum siviller olmadığı gibi, Bodrum sahillerine vuran minik Aylan Kurdi (3) de, Galip Kurdi (5) de yoktur. Varsa yoksa kendi kirli ve insanlık dışı emperyal menfaatleri vardır. Dolayısıyla bugün Suriye’de, devam eden katliamların tek müsebbibi, bu işgalci iki ülke ile birlikte İran ve diğer emperyal batılı ve doğulu güçlerdir.

Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi, Putin ve Obama’nın 28 Eylül’de BM toplantıları dolayısıyla yaptıkları görüşmede kararlaştırılmıştır. Bu karar gereğince 29-30 Eylül itibariyle Rusya da, İran, Hizbullah Örgütü ve ABD ile birlikte Suriye’de tam anlamıyla terör estirmektedir. Bu küresel terörist ülkelerin, dünyanın birçok bölgesinde gerçekleştirdikleri terör olaylarında katlettikleri milyonlarca insanın çığlıkları hala unutulmuş değildir. Afganistan’da, Irak’ta, Somali’de Mısır’da, Filistin’de ABD’nin, Çeçenistan’da, Dağıstan’da, Gürcistan’da, Ukrayna’da, Kırım’da Rusya’nın gerçekleştirdiği katliamlar da unutulmuş değildir. Bu iki ülkenin gerçekleştirdiği terör, dünyada en azılı terör örgütlerinin tamamının gerçekleştirdiği terörle mukayese bile edilemeyecek boyutlardadır.

Kimse, binlerce km uzaklıkta bulunan ABD’nin ve Rusya’nın Suriye’de ya da komşu başka bir ülkede ne işi var, sorusunu sormuyor ya da soramıyor. Sorsa bile bir anlam ifade etmiyor. Ama sabah akşam bölgede kurtuluş mücadelesi veren örgütler pelesenk gibi şom ağızlarda düşmüyor. Umut ve temenni ederiz ki, Rusya için de, İran, ABD ve diğer emperal ülkeler için de, Suriye bir bataklığa dönüşür.

Suriye’de mücadele eden örgütler, Esad diktatörlüğünü ayakta tutan, ona her türlü yardımı yapan ülkelere dönük bir mücadele vermeden, bu ülkelerin Esad’a yardımdan vazgeçmeleri mümkün değildir. Batılı ve doğulu emperyal ülke halklarının Suriye’de her gün varil bombalarıyla, kimyasal gazlarla katledilen küçücük bedenlerin halini anlamalarının bir tek yol vardır, o da, mücadelenin bu emperyal ülke topraklarında verilmesiyle mümkün olacaktır. Aksi halde, içinde yaşadığımız bölgede terör de bitmez, işgal de bitmez. Onun için, asıl mücadele emperyal ülkelerde yani Rusya’da, Amerika’da verilmelidir. İşte o zaman verilecek mücadele daha anlamlı ve tesir edici olur. Oysa içinde yaşadığımız topraklarda verilen mücadelede öldüren de, öldürülen de bu toprakların insanlarıdır ve bu, emperyal ülke yönetimlerini gayet memnun etmektedir. Dolayısıyla sonuç alıcı mücadele, ancak, bu terörist sömürgeci devletler ile kendi evleride dahil Dünya’nın her köşesinde mücadele etmekle sonuç


alınabilir. Bu olmadan, batılı ve doğulu dumura uğramış vicdanı ayağa kaldırmak mümkün olmayacaktır.

NOT: Geçen sayımızda Süleyman Arslantaş Ağabey yazdığı bir veda yazısı ile bundan sonra dergide yazmayacağını belirtmiştir. Gerekçe olarak ise, dergi gönderdiğimiz bir İl’de, İl’deki arkadaşlar tarafından görevlendirilen bir kardeşin gönderdiği mail’i göstermiştir. Okuyucumuzun gönderdiği mail üzerine kendisi ile görüştük, bu görüşmemizde yazmaya devam etmesini ya da en azından belirli bir süre ara vermesini, veda anlamındaki yazının da yayınlanmamasını kendisinden rica ettik. Ancak kendisi veda yazısının yayınlanmasını ve bundan sonra da yazmak istemediğini belirtmiştir. Yazı yazmamasının uzun bir geçmişi olan ilişkilerimiz açısından herhangi bir sıkıntıya neden olmayacağını, ama bundan sonra da yazmak istemediğini ısrarla istemesi üzerine veda yazısını dergide yayınlamak zorunda kaldık.

Süleyman Ağabey ile tanışıklığımız 1980’ler öncesine dayanmaktadır. Bu süre içerisinde gerek ikili ilişkilerimizde ve gerekse dergideki yazılarından dolayı ciddi hiçbir problem yaşamadık. Zaman zaman bazı konularda farklı düşünmüş, bazı olayları farklı şekillerde yorumlamış olabiliriz. Ama bu, ilişkilerimize herhangi zarar vermemiştir. Farklı düşünmemiz, bazı olayları farklı yorumlamamız da normaldir.

Şimdiye kadar yazdığı yazılardan dolayı kendisine dergi yönetimi olarak teşekkür ediyor, yazmak istediği zaman dergi sahifelerinin kendisine açık olduğunu belirtmek istiyoruz. Süleyman ağabey ile ‘abi-kardeş’ ilişkimiz bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da aynen devam edecektir. Kendisine tekrar teşekkür ediyoruz.-

 

[1] Rusya Federasyonu, Ukrayna ve Beyaz Rusya’nın öncülüğünde, 8 Aralık 1991 tarihinde Bağımsız Devletler Topluluğu’nun kurulma anlaşmasını imzalayarak Sovyetler Birliği’ne son vermişlerdir. 21 Aralık 1991 yılında Baltık Devletleri ve Gürcistan hariç, tüm eski Sovyetler Birliği Cumhuriyetleri bu anlaşmayı imzalayarak üye olmuşlardır. Daha sonra 1993 yılında Gürcistan da bu anlaşmayı imzalamıştır. Böylece üye ülkeler sırasıyla; Azerbaycan, Beyaz Rusya, Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Moldova, Özbekistan, Tacikistan ve Rusya Federasyonu devletleridir.

[2]Bilal Karabulut, ‘’Karadeniz’den Ortadoğu’ya Uzanan Bir Dış Politika : Geçmişten Günümüze Suriye-Rusya

İlişkileri’’,Karadeniz Araştırmaları, Sayı :15, Güz 2007

[3]http://www.tasam.org/Files/Icerik/File/SUR%C4%B0YE_%C4%B0%C3%87_SAVA%C5%9EI_PERSPEKT%C4%B0F%C4%B0NDE_GE%C3%87M%C4%B0%C5%9ETEN_G%C3%9CN%C3%9CM%C3%9CZE_SUR%C4%B0YE_RUSYA_%C4%B0L%C4%B0%C5%9EK%C4%B0LE___.pdf_fe7aa30c-c5d4-45a4-99cb-d94c3a0d34a2.pdf; ayrıca bkz; http://ismailhakkialtuntas.com/2015/09/29/1957-suriye-buhrani-2/#_ftn2

[4] Sabahattin Şen, Ortadoğu’da İdeolojik Bunalım, hemen kitap, 2. Bsk. 2010 İstanbul, s.282 vd.

[5] Şen, age. s.283

[6]http://www.tasam.org/Files/Icerik/File/SUR%C4%B0YE_%C4%B0%C3%87_SAVA%C5%9EI_PERSPEKT%C4%B0F%C4%B0NDE_GE%C3%87M%C4%B0%C5%9ETEN_G%C3%9CN%C3%9CM%C3%9CZE_SUR%C4%B0YE_RUSYA_%C4%B0L%C4%B0%C5%9EK%C4%B0LE___.pdf_fe7aa30c-c5d4-45a4-99cb-d94c3a0d34a2.pdf

[7] Karabulut, agm

[8] http://akademikperspektif.com/2013/11/25/gecmisten-gunumuze-rusya-suriye-iliskileri/

[9] http://www.son.tv/haber-204475

[10] Karabulut, agm

[11] http://akademikperspektif.com/2013/11/25/gecmisten-gunumuze-rusya-suriye-iliskileri/

[12] http://www.21yyte.org/arastirma/rusya-slav-arastirmalari-merkezi/2013/02/05/6875/video

[13] http://www.21yyte.org/tr/arastirma/rusya-slav-arastirmalari-merkezi/2011/09/29/6318/rusya-ve-arap-bahari-rusyanin-suriye-politikasi

[14] http://politikaakademisi.org/rusya-suriye-kartini-kullaniyor/

[15] http://politikaakademisi.org/rusya-suriyedeki-dengeleri-degistiriyor/

[16] http://akademikperspektif.com/2015/02/18/rusyanin-arap-bahari-politikasi-2010-2014/; http://www.turkiyegazetesi.com.tr/prof-dr-cagri-erhan/582915.aspx

[17] http://www.timeturk.com/rusya-nin-ekonomik-savasi-suriye-petrolleri/haber-68481

[18] http://www.zaman.com.tr/yazarlar/fikret-ertan/tartus-ussu-ve-onemi_1306864.html

[19] Dok: ing. Gemi tamir veya inşasında kullanılan üstü örtülü havuz. * Ticari eşya için rıhtımlarda yapılan büyük depo.

[20] http://www.zaman.com.tr/yazarlar/fikret-ertan/tartus-ussu-ve-onemi_1306864.html

[21] http://politikaakademisi.org/rusya-suriye-kartini-kullaniyor/

[22] http://www.haksozhaber.net/rusya-ve-cinin-suriye-politikalari-29648yy.htm

[23] http://politikaakademisi.org/rusya-suriye-kartini-kullaniyor/

 

GRUBA KATIL