RAİD SALAH İLE KUDÜS’TE YAPILAN RÖPORTAJ
RAİD SALAH KİMDİR?
Şeyh Raid Salah, 1948 yılında siyonist rejim İsrail tarafından işgal edilmiş Filistin topraklarındaki İslami Hareket’in lideridir.
1990′lı yıllarda Ummul Fahm şehrinin belediye başkanlığını yapan Salah özellikle 2003 yılından sonra aktif olarak İslami Hareket’i yönlendirmeye başladı.
2003 yılında yapılan seçimlerde HAMAS adına yaptığı çalışmalardan sonra siyonist rejim istihbaratı tarafından yakın takibe alınan Salah tutuklanarak 18 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Asılsız suçlamalarla iki yıl hapiste tutulduktan sonra şartlı olarak serbest bırakılan Salah’ın İsrail dışına çıkmasına izin verilmedi.
Son yıllarda ise özellikle siyonist Yahudilerin Mescid-i Aksa ve Kudüs’e karşı komplolarını kamuoyuna açıklayan Salah, her zaman en ön safta mücadelesini sürdürmektedir.
Şeyh Raid Salah Müslümanlar arasında Mescid-i Aksa’nın Muhafızı olarak bilinmektedir.
Ali Kaçar: Bismillahirrahmanirrahim.. Bizim okuyucular normal olarak Şeyh Raid Salah’ı sizi çok iyi tanıyorlar. Çünkü birkaç sefer dergimizi ve derneğimizi ziyaret ettiniz… Aynı zamanda sizinle pek çok röportaj yaptık… Fakat buna rağmen kendinizi kısa da olsa bize tanıtır mısınız?
Raid Salah: Bismillahirrahmanirrahim… Adım Raid Salah. Ummu-l Fahm diye bir şehirdenim. Burası Kudüs’ten yaklaşık 120 km. uzaklıkta yer alıyor. Allah’a hamdolsun ki bütün vaktimi, başta Kudüs ve kutsal Mescid-i Aksa olmak üzere, dünya genelinde İslam ve Müslümanların sorunlarına ayırıyorum.
Ali Kaçar: Neden Kudüs’te değil de burada oturuyorsunuz? Kudüs bu işin merkezidir. Kudüs’te niçin oturmuyorsunuz?
Raid Salah: Bilindiği gibi İsrail işgali, Kudüs’te Kudüslü bırakmama, Kudüs ve Mescid-i Aksa davasına destek veren hiçbir aktivist bırakmama siyaseti izliyor. Bu nedenle 2007 yılından beri benim Eski Kudüs’e ve mübarek Mescid-i Aksa’ya girmeme izin verilmiyor. Yaklaşık bir ay önce de İsrailli askeri bir komutan tarafından benim altı ay boyunca Kudüs’e girmekten men edilmeme dair askeri bir emir verildi. Bu durum defalarca tekrarlanan bir durumdur. Bu yüzden Kudüs’te kalıcı bir şekilde oturma imkanı bulamıyorum.
Mütercim: Peki, bir komutanın böyle bir emir verme yetkisi var mı?
Raid Salah: İsrail kanunlarına göre bu sıkıyönetim kanunu sayılıyor. Dolayısıyla sıkıyönetim kanunu düz bir ifadeyle resmi kanunun ve mahkemelerin üstündedir. Yani herhangi biri kendisine karşı sıkıyönetimin vermiş olduğu bir emre itiraz edecek olsa bile mahkeme bu itirazı reddederek askeri komutanın tutumunu benimseyecektir. Çünkü onlar her zaman bu emirleri İsrail sisteminin korunması için çıkarılmış emirler olarak açıklıyorlar. Dünyayı da bu şekilde kandırıyorlar.
Ali Kaçar: Kudüs mücadeleniz ne zaman ve nasıl başladı? Mücadelenizin başladığı o ilk günlerle bugünü değerlendirir misiniz? Herhalde Kudüs’e sokulmamanızın nedeni Kudüs’teki mücadelenizdir… Dolayısıyla bize mücadelenizin ne zaman ve nasıl başladığını anlatır mısınız?
Raid Salah: Allah’a hamdolsun ki bizim Kudüs davasıyla bağımız Kur’an-i bir bağdır, itikadi bir bağlılıktır. Bu işin içinde bizim her zaman bu davada bütün İslam ümmetiyle bir araya geldiğimizi hissettiren İslami bir boyut var. Dolayısıyla benim şahsen Kudüs davasıyla ilgilenmeye başlamam tam olarak el-Halil kentinde Şeriat Fakültesi’nde okumaya başladığımda gerçekleşti. Bu dönemde buraya gidip gelirken Kudüs’e giriyordum, bazen de Mescid-i Aksa’da namaz kılıyordum. Dönüş yolunda da aynı şey oluyordu yine Kudüs’e uğruyordum. Bu şekilde bu ilişki tekrarlana geldi.
Mütercim: Kudüs Ummu-l Fahm ile el Halil’in arasında, ortasında yer alıyor..
Raid Salah: Evet, Kudüs ortada… Bu şekilde Allah’a hamdolsun ki bu bağ vicdanımda güç kazandı. Sonra Allah’a hamdolsun ki genel olarak İslami alandaki işime başlayınca artık Kudüs’te duaya katılmaya başladım. Aynı şekilde Kudüs’te özellikle de mübarek Mescid-i Aksa’da çeşitli İslami faaliyetlere girmeye başladım. Allah’a hamdolsun böylece bağ daha fazla güç buldu. Daha sonra aşamalı olarak Kudüs’ü, özellikle de mübarek Mescid-i Aksa’yı tehdit eden tehlikeleri görmeye başladık. Şunu söyleyeyim, benim şahsen yaşamış olduğum şey şu; Kudüs’ü ve Mescid-i Aksa’yı tehdit eden bunca tehlikeyi gördükçe daha fazla çaba sarf etmemiz gerektiğini düşünüyordum. Kudüs için mübarek Mescid-i Aksa için daha fazla çalışmamız gerektiğini düşünüyordum. Ancak biz çalışmaya başladığımız andan itibaren İsrail işgali ile karşı karşıya geldik. Böylece bizim ile İsrail işgali arasında çatışma başladı. Bu çatışmanın farklı boyutları vardı. Örnek verecek olursak Mescid-i Aksa’nın girişlerinde sürtüşmeler yaşanıyordu. Gözaltılar ve tutuklamalar oluyordu. Sürgün emirleri çıkıyordu. Tabii bazılarımız hayatlarında daha fazla bedel ödemişti. İşte bu çatışma ve bu çatışmanın İsrail tarafındaki sertliği, kanaatimce insanların Kudüs ve mübarek Mescid-i Aksa davasına daha fazla ilgi duymasına sebep oldu. Şu an dava ne yönde ilerliyor diye sorulacak olursa, ben şahsen şu kanaatteyim ki bu dava Allah’ın her zaman zafer yazmış olduğu bir davadır. (Allah’ın izniyle) Karşı taraf ne kadar güçlü olursa olsun ki bu tarihte sabittir. Bu yüzden ben şu kanaatteyim ki Kudüs ve Mescid-i Aksa davası muzaffer bir davadır… Ben bu çok yakın bir zamanda gerçekleşir demiyorum, bir kaç ay içinde olur da demiyorum… Ama benim kanaatimce önümüzdeki yıllarda güç dengelerinin değiştiğini göreceğiz. Allah’ın izniyle… Bu da İsrail işgalinin hüsrana uğraması ve Kudüs’ün yanı sıra Mescid-i Aksa’nın zaferiyle sonuçlanacaktır. (Allah’ın izniyle)
Ali Kaçar: Sizler silahlı bir mücadele de vermiyorsunuz. Ancak buna rağmen her tarafta kontroller var… Yani Ramallah’ta çıkışta kontrol var, girişte kontrol var… bu çerçevede mücadelede bir umutsuzluk, bir ümitsizlik söz konusu olmuyor mu?
Raid Salah: Gerçekten bunu hiç tereddüt etmeden söylüyorum. Hiçbir şekilde karamsarlık noktasına gelmedik. Çünkü biz olaya bir iman olayı gözüyle baktık. Dolayısıyla şunu düşündük ki bu olayda karamsarlık haramdır, caiz değildir. Yine şunu hissetmişizdir ki bu dava bizim ömürlerimizden uzun bir davadır. Aynı şekilde çabalarımızdan da uzun bir davadır. Bizim her halükarda Allah’la buluşuncaya değin Kudüs’e hizmet etmemiz gerekir. Ancak zafer Kudüs’ün olacaktır. Bizim ömürlerimizde olmazsa bundan sonra olacaktır. Bizim çabalarımızla olmazsa Allah’ın izniyle bizim rolümüzü tamamlayan başka çabalarla olacaktır. Biz gerçekten de Kudüs’e ve Mescid-i Aksa davasına bu gözle baktık. Bizim hareket noktamızı hala bu denge oluşturmaktadır. Bu yüzden geçen yıllar boyunca gerçekten bir çok sorunla karşı karşıya kaldık, birçok zorlukla karşılaştık. Ama Allah’a hamdolsun biz doğru yolda ilerlediğimize inanıyoruz; İsrail işgali eninde sonunda yok olacaktır. Denklem ise değiştirilmesi mümkün olmayan Kur’an-i bir denklemdir.
Sonuncusunun zamanı gelince, sizi kedere boğacaklar ve ilk defa girdikleri gibi mescide girecekler. Ele geçirdiklerini yerle bir edecekler.
Bu inşallah gerçekleşecektir.
Ali Kaçar: Ya şeyh, bugün geri dönüp baktığınızda şunları da yapsak daha iyi olurdu, şunları da yapamadık dediğiniz herhangi bir şey var mı, mücadele anlamında?
Raid Salah: Doğrusunu isterseniz şahsen ben özellikle Kudüs ve Mescid-i Aksa konusundaki mücadele ile ilgili olarak Allah’ın bizimle olduğunu düşünüyorum; beşeri çaba değil. Ben geriye dönüp şunu söylemeliyim ki eğer iş sadece beşeri çabadan ibaret olsaydı elde ettiğimiz başarının bir kısmına erişemezdik. Örnek olarak Kudüs halkıyla ve Kudüs Vakıflar Kurulu ile Mervan Mescidi’ni yeniden inşa etme kararı aldığımızda bu iş bazı insanlara göre imkansızdı, bazı insanlar bunun hayal olduğunu düşünüyordu. Ama biz bu hayali gerçekleştirmeye giriştik. Allah’a tevekkül ettik ve başarıya ulaştık. Allah’a hamdolsun. Yine Kudüs davasını uluslararası düzeyde bir davaya dönüştürmek istediğimizde, özellikle Arap medyasının Kudüs davasını görmezden geldiğini, genel olarak da İslam ülkelerindeki medyaların da Kudüs davasına nispeten uzak durduğunu düşündüğümüz bir dönemde, bu adımları atmaya başladığımızda aynı şekilde bu hedefe erişmek için kat etmemiz gereken zorlu bir yol vardı. Ancak biz Allah’a hamdolsun Arap medyası ve İslam ülkelerindeki medyaların Kudüs ve Mescid-i Aksa davası konusunda tabii iyi yönde köklü bir değişiklik olduğunu görüyoruz. Örnek verecek olursak “Mescid-i Aksa Tehlikede” sloganı artık uluslararası düzeyde bir slogan olmuştur. “Kanımız canımız sana feda olsun Aksa” artık uluslararası düzeyde bir slogan olmuştur. Yine “Biz geliyoruz Kudüs” sloganı artık uluslararası düzeyde bir slogan olmuş; İslam dünyasında, hatta Çin’de küçük çocuklar bile… Hac mevsiminde bazı gençlerle karşılaştım. Kendileriyle konuştuğumuzda bizim bu kutsal topraklardan geldiğimizi öğrenir öğrenmez ellerini kaldırıp “Kudüs Bizimdir” diye slogan atmaya başladılar. Bunlar Çinli… Dolayısıyla biz gerçekten ve şüphesiz zorlu bir tecrübeden geçtik, şimdi de bu tecrübe zorlu bir tecrübe. Bu yüzden eğer biz bir konuda pişmanlık duyacaksak neden daha fazla fedakarlıkta bulunmuyoruz noktasında bir pişmanlıktır. Yani şu ana kadar neden daha fazla vermedik diye…
Ali Kaçar: Bir de şunu soralım, şimdi silahlı mücadele verilmiyor, baskı var ve bir yerden bir yere gitmek için kontrollerden geçiliyor. Peki bu kadar… Ümitsizlik de yoktur… Bunca enerji ve hareket nasıl oluş(turul)muş… Yani bu enerjiyi, bu azmi oluşturan şey nedir?
Raid Salah: İşin aslı şu biz bu davanın Kur’an-i bir dava olduğuna inanıyoruz. Kur’an-i bir dava olması itibarıyla da bu dava Allah’ın izniyle zafere erişecektir. Çünkü bu Allah’ın vaadidir ve Allah Teala vaadini gerçekleştirmemezlik etmez. İşte zorlu şartlara rağmen bizim için umut kaynağı oluşturan temel ilke budur. İkincisi biz gerçekten Peygamberimizin (SAV) sünnetine uyuyoruz. Peygamberimiz (SAV) Müslümanı iyimser olmaya davet ediyor; Müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz. İşte bu Müslümanın hayatında olması gereken bir söylemdir. Dolayısıyla Müslümanın iyimser olması gerekir. İman karamsarlıkla hiçbir şekilde uyuşmaz.
Üçüncüsü biz Peygamberimizin (SAV) verdiği müjdeleri okuduğumuzda şunu görüyoruz ki; Peygamberimizin Kudüs konusunda gerçekleşmiş müjdeleri var. Aynı şekilde Kudüs konusunda henüz gerçekleşmemiş müjdeler de var ki biz kesin olarak bu müjdelerin gerçekleşeceğine inanıyoruz. Bu müjdelerden biri de sahabelerden Abdullah bin Havale’nin rivayet ettiği şu büyük müjdedir. Burada Kudüs’ün günün birinde dünya çapında bir İslami hilafetin başkenti olacağı müjdesi var. İşte bunlar Allah’ın izniyle bizim açımızdan her zaman ve daima müjde niteliğinde olan oldukça önemli etkenlerdir. Son bir nokta da şu; biz Kudüs tarihini Kudüs’ün sahne olduğu uzun çatışmalardan her zaman zaferle çıktığını görüyoruz. Aynı şekilde Siyonist işgalle mücadelesinden de Allah’ın izniyle zaferle çıkacaktır.
Ali Kaçar: Bu kadar mücadelenin neticesinde geldiğiniz aşama, yani Kudüs’ün son durumu ile ilgili bize biraz bilgi verir misiniz?
Raid Salah: Son durum şöyle; İsrail işgali Dişleri Bakanı Kerry aracılığıyla meşruiyet kazanmaya çalışıyor. Kudüs sorununun tartışma götürmez bir şekilde kapatılmış bir dosya olduğunu söylemeye çalışıyor. Yani, İsrail işgali tek başına almak istiyor burayı ve deyim yerindeyse Kudüs’ü keyfince Yahudileştirmek istiyor. Bu birinci tehlike… İkinci tehlike ise şu; İsrail işgali şu an mübarek Mescid-i Aksa ile ilgili projesi noktasında açık kendini ele vermiş bulunuyor. İsrail işgalinin ortaya attığı en son projeyle şunu söylemeye çalışıyor ki Mescid-i Aksa kendileri açısından tümüyle Yahudi kutsalıdır, sadece Yahudilerindir. Tek bir şey hariç… tek bir şey hariç… İsrail işgali bunu Müslümanlara vermeyi kabul ediyor; Mescid-i Aksa’nın ön kısmında yer alan ve bizim Güney Camii dediğimiz bina. Burası Kurşun Kubbe’nin bulunduğu yerdir. İşte burası İsrail işgalinin Müslümanlara bırakmaya hazır olduğunu ilan ettiği biricik yerdir. Mescid-i Aksa’nın geri kalan 144 dönümlük kısmı, son planına göre, son projelerine göre, son söylemlerine göre diyor ki burası sadece Yahudilerin kutsalıdır. Dolayısıyla buraya el koyacağız. İsrail işgali bunu iddia ediyor. Bunlar buraya el koyduktan sonra Mescid-i Aksa’nın ortasında yer alan Kubbe-yi Sahra’yı yıkacaklar, ardından Kubbe-yi Sahra’nın yerine heykel yapacaklar. Şu an olup biten bu. Peki bunu durduran ne? Allah’tan sonra bunu durduran şey Müslümanların uyanık olmasıdır… İnşallah..
Ali Kaçar: Mücadelenizin karşısında Siyonist İsrail’in ne tür planları var? Yani verdiğiniz bu mücadeleye karşılık Siyonist İsrail’den nasıl bir karşılık bekliyorsunuz?
Raid Salah: Güzel… Şu an İsrail’in Müslümanların tutumlarına karşı geliştirdiği planlar; birincisi herhangi bir İslami birliği dağıtmaktır. Gördüğümüz gibi yapmaya çalıştığı şey de budur. İkincisi, başarılı bir İslami proje başlatmaya yönelik her türlü tecrübeyi başarısızlığa sürüklemektir. Bu yüzden ben şahsen açıkça şunu görüyorum ki Mısır’da Muhammed Mursi’nin başını çektiği tecrübeye darbe indirilmesinde İsrail’in açık bir rolü vardır. Sisi’nin yanı sıra kendisiyle birlikte olup darbeyi gerçekleştirenlere destek veriyor. Ekonomik gücünü koruyabilmesi ve benzeri nedenlerle Sisi’ye mali bağışları yeniden sağlaması için Amerika’ya baskı uyguluyor. Şu an İsrail Arapların içine derinlemesine sızmaya çalışıyor. Dolayısıyla Arapların arasında uçurumlar meydana getirerek birbirine karşı olacak Arap kampları meydana getirmeye çalışıyor ya da Arap Baharı’nın önünde durmaya çalışıyor. Yine belli ki İsrail’in müessesesini Türkiye’yi ablukaya alma yönünde sürekli girişimleri var. Genel olarak Türkiye’nin İslami tutumlarla, özel olarak da Arap – İslam tutumları ile aynı yola girmesine engel olmaya çalışıyor. Bana göre İsrail’in şu an yapmakta olduğu şey şu: İsrail artık şunu görmeye başlamıştır ki çıkarlarına uymayan bir Arap uyanışı var. Dolayısıyla o, bu projelere karşı erken davranıp yollarını kesmeye, ablukaya almaya, darbelerle bastırmaya çalışıyor. Belki de şu an Türkiye’de olup bitenler de bu yönde gelişen olaylardır.
Ali Kaçar: Bu mücadele sadece Kudüs’te mi veriliyor, Filistin genelinde de bir mücadele söz konusu mu? Bu soruya paralel olarak bir de 1967’den önceki sınırlara çekilmeyi kabul ettiği zaman siz bunu ve dolayısıyla Siyonist İsrail’in varlığını tanıyacak mısınız?
Raid Salah: Ben kendim belirgin kanaatlere dayalı bir cevap vermek istiyorum. Çünkü varsayımlar çok. Ama ben şu an geçerli olan ve kanaatimce değişmeyen varsayıma dayanarak cevap vermek isterim. Değişmeyen varsayım şudur ki Siyonist proje hiçbir şekilde 1967 sınırlarına çekilmeyecektir. Tam tersine Siyonist proje 1948 Filistinlilerini sınırın dışına çıkarmayı planlıyor. Ama sorun şu, uygun ortamı arıyor… Tek sorunu bu. Bu yüzden Siyonist proje şu an bir nüfus mübadelesi olduğunu iddia ettiği Filistinlileri içinde yaşamakta olduğumuz üçgenden taşıma, dolayısıyla da çıkarma düşüncesini ortaya atıyor. Oysa bu aslında bir tehcir işlemidir. İsrail işgali şu an dünya önünde görüşme masasına oturan bir taraf görüntüsü vermeye çalışıyor. Ancak aynı zamanda şu an İsrail işgali Batı Şeria’daki en büyük yerleşim aşaması üzerinde yoğunlaşıyor. Hedef ise Batı Şeria’nın Yahudileştirilmesidir. Öyleyse bir Filistin projesi nerede gerçekleşebilir? Yani akıl bunu nasıl kabul edecek; İsrail işgali hem 1967 sınırlarına çekilecek hem de aynı zamanda Batı Şeria’yı Yahudileştirmeye çalışacak, böyle bir şey olabilir mi? İşgal altındaki Kudüs’ü Yahudileştirmeye devam ederken 1967 sınırlarına nasıl çekilecekmiş? Mümkün mü? Bunun da ötesinde şu an dikkat edersek İsrail işgalinin Kerry üzerinden dayatmaya çalıştığı şartlardan biri şudur; Ağvar bölgesi üzerindeki hakimiyetini sürdürmek. Ağvar bölgesi üzerindeki hakimiyetinin sürmesi ne anlama geliyor?… Filistin yerleşim merkezleri her yandan İsrail işgaliyle kuşatılmış olacak. Yani hiçbir çıkış noktası kalmayacak; ne karadan, ne denizden ne de havadan… Her zaman kuşatma altında kalmış olacak. Öyleyse İsrail işgalinin çekilmesi söz konusu değil, hatta imkansızdır. Siyonist proje çekilme diye bir şey bilmez. Hesapları böyle. Siyonist projesi he zaman ileri gitmek ister. Son bir cümle eklemek istiyorum. Benim kanaatimce ve Siyonist projeye yönelik değerlendirmelerim ışığında diyorum ki Siyonist proje hiçbir zaman Filistin halkına davası olan bir halk gözüyle bakmamıştır. Hiçbir şekilde böyle bakmamıştır. Tersine Filistin halkına çeşitli hakları olan ve haklarının verilmesi nispeten mümkün olan bir halk gözüyle bakmıştır. Ama bir Filistin devletinin kurulmasını kabul ediyoruz diyecek şekilde dava sahibi bir halk gözüyle bakmamıştır. Bu iki durum arasında büyük bir fark var. İsrail işgali Filistin halkına sadece çeşitli hakları olan bir halk gözüyle bakıyor. Bu kadar. Bu yüzden şu an ne yapmaya çalışıyor… Filistin davasını dağınık parçalara ayırmaya gayret gösteriyor.
Ali Kaçar: Diğer Filistinli mücadele eden gruplarla, yani İslami Cihat’la, HAMAS’la, el Fetih -ne kadar mücadele ediyor bilmiyorum ama- ilişkileriniz nedir bu çerçevede?
Raid Salah: Söylemek istediğim şey şu, -bu çok önemli bir soru-; ben kendim durumu nasıl görüyorum… Filistinli gruplar olarak adlandırılan bütün örgütleri ile genel olarak bütün Filistin halkı şu kanaate varmıştır ki bu görüşmeler sadece beyhude olmakla kalmayıp tehlikeli görüşmelerdir. Bu yüzden herkes bu görüşmelerin kesilmesini, reddedilmesini istiyor. El Fetih içindeki bazı kişiler bile görüşmelerin reddedilmesini istiyor. Hatta bizzat Filistin yönetimi içindeki bazı kişiler bile görüşmelerin reddedilmesini istiyor. Neden? Filistin halkı artık bu görüşmelerin, geri dönüş hakkının ilga edilmesi anlamına geldiğini, bunun da Filistin davasının bitmesi demek olduğunu düşünüyor. Aynı şekilde Filistin halkı bu görüşmelerin artık 1948 Filistinlilerinin yurtlarından çıkarılması tehlikesi anlamına geldiğini, Batı Şeria’nın Yahudileştirilmesi tehlikesi anlamına geldiğini, Kudüs’ün Yahudileştirilmesi ve tamamen bir Yahudi sorunu olarak değerlendirilmesi tehlikesi anlamına geldiğini, bu arada Filistin sınırları dışında yaşayan Filistinlilerin de Filistin dışında kalması anlamına geldiğini düşünüyor. Bu durumda şu an herkes şu soruyu soruyor; Filistin halkının kazancı ne olacak? Hiçbir şey, tamamen kaybedecek. Bu yüzden ben size şunu söylemek isterim ki şu an Gazze Şeridi’nde, Batı Şeria’da ve dışardaki Filistinliler olarak adlandırdığımız kesimlerden birçok kişi sesini yükseltiyor. Yine İster Hamas, ister İslami Cihad, İster el Fetih, ister Filistin solu bağlamında olsun birçok heyet oluşmaya başlamıştır. Bunların tümü şu an bu görüşmelerin durdurulması için çaba sarf ediyor. Filistin halkının sabitelerini korumanın yollarını arıyor. Şu an birçok konferans düzenleniyor; bir kısmı Batı Şeria’da, bir kısmı Gazze’de, bir kısmı yurtdışında… Şimdi bir de burada yine aynı hedef için 1948 Filistinlileri bağlamında bir konferans düzenleme düşüncesi var. Şu an çok tehlikeli bir aşamadan geçiyoruz. Herkesin dediği şu; Filistin halkının sabitelerini nasıl koruyacağımızı iyi bilmeliyiz.
Ali Kaçar: Diğer yerlerdeki Müslümanların Kudüs’le olan alakaları hakkında ne diyorsunuz?
Raid Salah: Arzulanan şey ilişkinin organik bir ilişki olarak sürmesidir, onların da Filistin davasının bir parçası olarak kalmasıdır. Arzulanan şey, Filistin davası sürecindeki başarının onlara tanınan haklarla ölçülmesidir. Bu yüzden ben bunu hep söylemişimdir ki Filistin sorunu için getirilecek her türlü çözüm, eğer yurtdışındaki Filistinlilerin ihmal edilmesine dayanıyorsa o zaman bu Filistin sorununun çözülmemesi anlamına gelecektir. Çözüm gerçekleşmemiş olur. Bunun da anlamı şu, gelecek kuşaklar bunun peşini bırakmayacak. Peki şu an olan ne? Olan şu; bağlar hala zayıf. Ancak şunu da biliyoruz ki yurtdışındaki Filistinliler çeşitli konferanslar düzenliyor. Şahsen ben örneğin Avrupa’da birçok konferansa katıldım. Bu Konferanslara on binden fazla kişi katılıyordu. Herkes ısrarla şunun altını çiziyordu ki geri dönüş hakkından –hangi makamda olursa olsun- hiçbir Filistinli lider ödün veremez. Yurtdışındaki Filistinlilerin sesi daha gür çıkmaya başlamıştır. Örnek olarak bugün Gazze’den yayın yapan Savtu-lAksa (Aksa’nın Sesi) diye bir radyoya konuk oldum. Diğer konuk ise Avrupa’da yaşayan bir Filistinliydi. O da tam benim konuştuğum gibi konuştu. Tıpkı dünyadaki bütün Filistinliler gibi o da Filistin halkının sabitelerinin korunması konusunda tam hakka sahip olduğuna inanıyor. Benim gördüğüm şey şu, yurtdışındaki Filistinlilerin rolü güç kazanmaya başlamıştır. Artık şunu söylemeye başlamışlardır, Filistinlilerin aldığı kararlarda bizim de payımız olmalı… Bu da çok önemli bir şey… Evet, böyle…
Mütercim: Ama kardeşimizin sorusu özellikle diğer Müslümanların ilişkileriyle ilgiliydi…
Raid Salah: Filistinli olmayan Müslümanlar yani… evet, güzel…
Mütercim: Evet, diğer ülkelerdeki Filistinli olmayan Müslümanlar…
Raid Salah: Maalesef, maalesef… Filistin yerleşim merkezleri tasfiye girişimleri ile karşı karşıya kalmıştır. Bunu da benim gözümde Arap ve İslam dünyalarında dahili işgal niteliğinde olan bazı rejimler yapmıştır… Örnek olarak ben bunu tereddütsüz söylüyorum… Suriye’deki Esed soyunun rejimi önce Lübnan’da sonra da Suriye’de Filistinli varlığına karşı komplolara girişmiştir. Yine İranlıların kolu konumundaki Maliki de şu an Irak’taki Filistinli varlığına karşı bir komplonun temsilcisi konumundadır. Lübnan’daki Filistinliler dağıldı. Şu an onlar bazı İskandinav ülkelerinde yaşıyorlar. Yine Irak’taki Filistinliler Maliki döneminde dağıldılar. Şu an Malezya, hatta Avustralya gibi uzak ülkelerde yaşıyorlar. Suriye’deki Filistinliler de dağıldı. Örnek olarak Yermuk Kampında şu an kala kala 20 bin kişi kalmıştır. Oysa orası çok büyük bir kamptı aslında… Benim şahsen açık açık suçladığım bazı güçler var ki bunlar iç emperyalizmi temsil ediyorlar ve Filistinli varlığına karşı komplolara girişiyorlar. Bunu da mülteci dosyasını kapatmak için yapıyorlar. Bunun sonucunda da Filistin davası tümden kapanmış olacak. Ama şunu söyleyeyim ki Allah’a hamdolsun bunlar halkları temsil etmiyorlar. Aynı zamanda Arap ve İslam dünyasındaki bütün rejimleri de temsil etmiyorlar. Ben bunu alenen söylüyorum ki halklar Filistin davasının yanındadır. Bu sadık bir duruştur. Aynı şekilde Müslüman halklar da Filistin davasının yanındadır. Bu da sadık bir duruştur. Filistin davasına destek veregelen rejimler var. Bunlar büyük cesur ve etkili bir rol oynamışlardır. Mesela Türkiye hükümeti Erdoğan döneminde çok iyi bir rol oynamıştır, hala da oynamaktadır. Bu yüzden şunu söyleyeyim şu ana kadar umudumuz şu, Allah’ın izniyle Filistin davasını Arap boyutunun yanı sıra Filistinli boyutunun yanında İslami boyuta sahip bir dava olarak sürdürmektir. Allah’ın izniyle bu birikim onu Siyonist proje önünde yenilmez bir dava haline getirecektir.
Ali Kaçar: Bir de bu Tunus’la başlayan Mısır, Libya ve diğer ülkelerini etkileyen halk ayaklanmaları var. Bu halk ayaklanmaları ile ilgili çeşitli bakışlar oldu, Türkiye’de oldu değişik yerlerde oldu… Yani bunların arkasında Amerika var, bunların arkasında İsrail var… bunlara katılıyor musunuz?
Raid Salah: Tabii ki hayır… kanaatimce bu iddia kabul edilemez bir iddiadır. Böyle bir şey yok. Tam tersine Müslüman halklar ve Arap halkları sonuna kadar aciz halklar değildir. Tersine bazen evet zayıf düşüp bazen hastalanabilen halklardır. Ama ayaklanmaya, haklarını ve şerefini istemeye hakkı vardır. Mısır’da, Tunus’ta, Yemen’de, Libya’da, son olarak da Suriye de olan da bu zaten. Bu halklar tökezlemişti, evet… İradesi felce uğramıştı, evet… bunu inkar etmiyoruz, ama şu an hürriyetini, şerefini ve bağımsızlığını kazanma kararı almış bulunmaktadır. Dolayısıyla şimdi yüzbinlerce şehit verdikten sonra, yüz binlerce kişi tutuklanıp milyonlarca kişi yerinden yurdundan olduktan sonra kalkıp onlara sizin arkanızda bir Amerikan planı var dememiz mantıklı olmaz. Tam tersine bu ülkelerdeki bu devrimler Amerika’yı kovmak için öne atılmıştır. Yine işin aslında lider olmayan, ama lidermiş gibi yapan ve Amerika adına görev yapan görevlilere, Amerika’nın ücretli görevlilerine, halkları aldatan, Amerika’nın hegemonyası altında kalan ve bağımsızlığını aslında elde edemeyen bu ülkelerin bağımsızlığını kazandığını iddia eden Amerikalı görevlileri kovmak için yola çıkmıştır. İşte bu Arap devrimleri gerçeği ortaya çıkarmak ve işleri rayına oturtmak üzere gerçekleşmiştir. Yine tam tersine bu devrimlerle birlikte Siyonizmin yanı sıra Amerika ve Batı’daki nüfuzlu devletler ve benim İran Baharı dediğim durum Arap dünyasındaki bu devrimlerden sonra tehlikede olduğunu görmüştür. Dolayısıyla herkes bu devrimlere darbe indirmek üzere komplo içine girmiştir. Böylece içinde bulunduğumuz mevcut duruma ulaşmış olduk. Bu devrimlere Tunus’ta, Libya’da, Yemen’de, Suriye’de ve Mısır’da darbe indirmek için komplolara girişiyorlar. Bir kez daha söylüyorum; Arap Baharı’na darbe indirmeye çalışan aynı güçler Türkiye’nin yeni ve başarılı tecrübesine darbe indirmeye çalışıyor, Her şey herkesin gözü önünde oluyor.
Ali Kaçar: Suriye’de bir katliam yaşanıyor şu an… Bu katliamda Hizbullah ve İran da Suriye Rejimi’ni destekliyor… Gerekçeleri de Suriye Rejiminin yani Esed rejiminin Filistin’deki direniş örgütlerini desteklemesi olarak gösteriliyor… Suriye Rejiminin Filistin’deki… Siz de dahil olmak üzere bir desteği oldu mu geçmişte?
Raid Salah: Şunu şöyle söyleyelim… Suriye’nin oynadığı rolü derinlemesine değerlendirecek olursak, derinden bakacak olursak, Esed soyu rejiminin Filistin davasını sıfırlamaya çalıştığını görürüz. Benim bu konuda söyleyeceğim çok şey var. Ama kısaca şunu söyleyeyim; Lübnan’da iç savaş çıktığında, Suriye girip Lübnan’ı genel olarak kontrol altına aldığında bu noktada dikkat çeken bazı şeyler oluyordu. Suriye birlikleri İran’ın bir kolu olan Emel hareketini destekliyordu. Bu esnada Emel hareketi ise Filistin kamplarını kuşatıyor… adam öldürüyordu…
Ali Kaçar: Tel el Zater…
Raid Salah: Evet, Tel el Zater buna örnektir…
Ali Kaçar: 1976…
Raid Salah: Tel el Zater buna örnektir… Bunun da ötesinde ondan sonra ortaya çıkan belgeler ki ben bazı kitaplarda okudum… Emel hareketi İsrail işgali ile eşgüdüm içinde Güney Lübnan’ın Filistinlilerden arındırılmasında rol oynamıştır… Bunu o zaman Lübnan’da bulunan bazı Filistinli liderler teyit etmiştir. Yani bazılarının şunu söylediğini hatırlıyorum: Filistinli güçler ile Emel hareketi arasında çatışmalar meydana geldi. Filistinli güçler Emel hareketine karşı bir bölgede üstünlük sağlandığında, Emel hareketinin içinde 3 İsrailli askeri uzman olduğu ortaya çıkarıldı. Bunları bir araya getiren şey ne? İsrail’in Emel hareketiyle Güney Lübnan’ı Filistinlilerden arındırmaya yönelik anlaşmaları vardı. Bu arada Emel hareketine kim destek veriyordu? Esed soyu rejimi, dolayısıyla o dönemdeki Hafız Esed. Onlara hem askeri açıdan hem de askeri deneyim noktasında destek veriyorlardı. Ben kendim şu soruyu soruyorum, şu soruyu deyim yerindeyse yüksek sesle soruyorum; “Emel hareketi İsrail ile Esed soyu rejimi arasındaki uzlaşmada bir bağlantı halkası mıydı?” Bana göre bu cevabını bulmamız gereken bir sorudur. Cevabını bulmamız gerekir. Esed rejiminin, destek verdiği Emel hareketinin İsrail işgali ile temas içinde olduğunu bilmemesi mümkün mü? Mümkün değil. Bununda ötesinde ben sizin dikkatinizi şu noktaya çekmek istiyorum; Sabra ve Şatilla, Tel el Zater ve benzeri katliamlar ne zaman gerçekleşti? Hatırlıyorsanız Sabra ve Şatilla 1982’de oldu… Daha sonra Lübnan’da katliamlar olmaya başladı. Bu dönemde Emel hareketi silahlarını ve askeri deneyimlerini Suriye’den alıyordu. Bu arada Lübnan’a giren İsrail işgali ile de temas içindeydi. İşte bu dönemde, burada önemli bir noktaya değineceğim, işte bu dönemde İran, Irak-İran Savaşı olarak bilinen savaşta İsrail’den silah alıyordu.
Mütercim: Nasıl… Bu Türkiye’de bile ortaya çıktı…
Raid Salah: Doğru… burada bir denklem var,
Mütercim: Tabii…
Raid Salah: Burada bir denklem var ve ben bu denklemde Filistin davasını bitirmek üzere bir İran-Suriye işbirliği bulunduğu suçlamasını alenen yöneltiyorum…
Mütercim: Doğru…
Raid Salah: Şimdi son olaylarda görüntü daha fazla açıklık kazanmış oldu… Özgür Suriye halkının Esed soyu rejimine karşı yürüttüğü devrimde belirginleşmiş oldu… Şimdi Suriye şehirlerinin yanında istisnasız bütün Filistinli kampları bombalanmıştır, varil bombalarıyla… Bir yandan Şam bombalanıyor, bir yandan da Yermuk kampı bombalanıyor… Bir yandan Hama bombalanıyor, Diğer bir yandan da Dera kampı… Suriye halkından evinden yurdundan olan sekiz milyon insan var… Şu an Suriye’deki Filistinlilerin tümü evinden yurdundan olmuştur. Sadece pek azı kamplarda kalmıştır. Kamplardaki trajediyi de görüyorsunuz… Mesela Yermuk kampında şu an ot, köpek, kedi yiyorlar, her şeyi yiyorlar… Alimler onlara ölmemek için her şeyi yiyebileceklerine dair cevaz verdi… Ben açık açık şu suçlamayı yöneltiyorum; Suriye rejimi Filistin davasına karşı komplo içindedir.
Ali Kaçar: Kelim Sıddiki’nin şöyle bir sözü var… Kelim Sıddiki diyor ki Suriye İsrail’in sigortasıdır. Emniyet sibobudur… Buna katılıyor musunuz, nasıl değerlendiriyorsunuz? Yani gerçekten böyle midir?
Raid Salah: Bu söze katılıyorum, 1973 yılından sonra somut bir şekilde ortaya çıkmaya başlamıştır. 1973 savaşı olarak bilinen savaştan sonra ve İsrail ile Suriye arasında yapılan anlaşmalardan sonra Suriye tabii olarak Esed soyu rejiminin temsil ettiği Suriye İsrail sınırlarının sadık bekçisiydi. Öyle bir rol oynamıştır ki bu rolü İsrail ordusu bile oynayamamıştır. 1973 yılından bu yana, tabii Esed soyu rejimine bağlı bazı yetkililer devrim başlayınca şunu demeye başladılar: “İsrail açısından biz Suriye’de başa geçecek ve İsrail’in güvenliğini tehdit edecek İslami bir rejimden daha iyi bir seçenek oluşturmaktayız” Maalesef, maalesef diyorum, önümüzdeki dönemde birçok sır ortaya çıkacak. Kanaatimce gerçek olduğu gibi ortaya çıkacak. 1973’ten sonra Suriye rejimi kaderini İsrail projesine bağlamıştır. İkisi birbirine bağlanmış oldu.
Ali Kaçar: O halde İran niye destekliyor şu anki Suriye rejimini. Çünkü diyor ki Suriye direniş örgütlerine yardımcı olduğu için biz destekliyoruz. Bu doğru değilse niçin destekliyor?
Raid Salah: İran, benim kanaatimce, Suriye’yi hiçbir şekilde ve hiçbir zaman Filistin davası nedeniyle desteklememiştir. İran, Suriye’ye destek vermiştir, çünkü hala Suriye’ye İran’ın iz düşümünün bir parçası olarak bakmaktadır. İran hakimiyetinin bir kolu olarak görüyor. İran nasıl Lübnan’da Hizbullah aracılığıyla bir hakimiyet kurmuşsa, Suriye’de Esed soyu aracılığıyla, Irak’ta da Maliki aracılığıyla ve Mehdi Ordusu lideri el Sadr… evet, Mukteda el Sadr aracılığıyla Irak’ta bir hakimiyet kurmaya çalışıyor. Dolayısıyla bütün İslam ve Arap bölgelerinde hakimiyet kurmaya çalışıyor. Bu arada şuna kısaca değineyim. 2000’li yılların başlarında bir belge ortaya çıktı; Hameney’in, bildiğimiz Ali Hameney’in kutsadığı bir belge ortaya çıktı. İşte bu belgenin maddelerinde diyorlar ki “Irak’taki tecrübemiz başarılı bir tecrübedir. Bu tecrübeyi özümseyerek bütün Arap ve İslam ülkelerini kapsayacak hale getirmemiz gerekiyor”. Çok uzun bir liste veriyorlar. Dolayısıyla Irak’ta nasıl nüfuz elde ettilerse buralarda da nüfuz elde etmek istiyorlar. Suriye de bu ülkelerden biridir. O da İran nüfuzu olmasını istedikleri nüfuzun bir parçasıdır.
Mütercim: Bahreyn, Yemen…
Raid Salah: Bahreyn, Yemen, hatta Afganistan, hatta Pakistan… Evet bütün bu ülkelere bu belgede yer veriyorlar. Belge aslında bir projeden ibaret. Bu günlerde sık sık duymaya alıştığımız gibi artık sır değil. Kanaatimce İran şu an Suriye’ye yardım etmiyor. İran Suriye’nin kendi projesi olduğunu düşünüyor. Dolayısıyla bu projeyi koruması gerektiğine inanıyor. Çünkü bu onun projesi. Bu yüzden şimdi artık Suriye’de Esed’in yanında savaşan on yedi askeri milis gücü bulunduğu ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bunların tümü İran’dan emir alıyor… Hizbullah’tan tutun da, Irak’taki ve Bahreyn’deki bazı milislere kadar. Hatta bazı milislerin Afganistan’dan geldiği söyleniyor, Afganistan’dan…
Mütercim: Afganistan Şiilerinden…
Raid Salah: Afganistan Şiilerinden, maalesef evet, şu an Suriye’de savaşıyorlar…
Ali Kaçar: Cenevre – 2’yi nasıl değerlendiriyorsunuz?… Oyalama olarak değerlendiriyor musunuz?
Raid Salah: Ben bu konferansa öncülük eden Avrupa ülkeleri, özellikle de Amerika ya da Rusya’ya hüsnü zanla yaklaşmıyorum. Çünkü ben şöyle bir şeye inanmaya başladım ki onlar açısından Beşar Esed’in yerinde kalması Suriye devriminin başarıya ulaşmasından daha iyidir. Çünkü Suriye devriminin kendilerinin tehlike olarak gördüğü bir İslami projeyle sonuçlanma ihtimali var. Ben şahsen Avrupa, Amerika ve Rusya’nın duyduğu kaygıların İran’ın emelleriyle uyuştuğuna inanmaya başladım. Beşar Esed’in devrilmesine engel olma ve Suriye’yi ileriye götürecek özgür bir Suriye iradesinin ortaya çıkmasına engel olma noktasında İran’ın beslediği emellerle uyuşmaya başladılar. Dolayısıyla ben onlara şöyle bakıyorum; kendileri hem bu tür kaygılar duyuyor hem de Cenevre konferansına öncülük ediyor. Öyleyse soruyorum, ne bekliyoruz? Ben şahsen bu konferanstan pek bir şey beklemiyorum, kesinlikle…
Ali Kaçar: Allah razı olsun çok teşekkür ederiz sizlere… Genç Birikim’den, Genç Birikim okurlarından ve Türkiye Müslümanlarından bir isteğiniz var mı? Bize bir diyeceğiniz var mı?
Raid Salah: Benim Türk halkı için dileğim, şimdi olduğu gibi kalmasıdır. Bilinç ve himmetini, canlılığını korumasıdır; uluslararası dengelerde etkili olması için, bütün dünyada mazlumların, özellikle de bütün dünyada İslam ümmeti mazlumlarının haklarını savunacak karar verici bir ülke olması noktasındaki ısrarını korumasıdır. Türkiye, birçok soruna böyle yaklaşmıştır nitekim; Çin’de, Burma’da ve bazı Afrika ülkelerindeki mazlum Müslümanların sorunlarına yönelik tutumları bu yönde olmuştur. Bu yüzden şu an Türkiye’nin başarılı projesini başarısızlığa uğratmak için fırsat kollayanlara karşı ben Türk halkının olabildiğince dayanışma içinde olmasını temenni ediyorum.
Mütercim: Evet, Allah razı olsun…
Raid Salah: Sizlerden de…
NOT: Bu yazı Genç Birikim dergisinin Mart-2014 sayısında yayımlanmıştır.