Kültür nedir? Bir topluluğun bütün fertlerinin sahip olduğu olayları, meseleleri karşılayan duyuş, düşünüş şekilleriyle, tarih içinde meydana gelen fikir ve sanat verimleri ve değer yargılarının tümüdür. Kavram olarak kültür, toplumumuzdaki bilim adamlarının farklı tanımlarıyla ifade edilmiştir.
Rasim Özdenören’e göre kültür, “İnsanların hayat anlayışlarına göre oluşturdukları ve o anlayışı yaşamaya yönelik birtakım kolaylıklar dizelgesidir.”
Ali Şeriati’nin ifadesi ile kültür, “tarih boyunca bir toplumda meydana gelen bütün maddi manevi değerlerden ibadettir.
Cemil Meriç, kültür kavramına daha farklı, biraz da tepkisel bir yaklaşımda bulunarak, kültürün, “Avrupa’nın düşünce sefaletini belgeleyen bir kelime” olduğunu ifade etmiştir. Yine Cemil Meriç, “kültür” kelimesine “bukalemun” tanımı yaparak “kaypak” ifadesini kullanmıştır. Bunun için “kültür” kelimesi yerine “İrfan” kelimesinin kullanımını daha uygun bulmuştur.
Biz de ramazan ayını kültür, irfan bağlamında değerlendirecek olursak şayet; günümüz toplumunda kültürel anlamda Ramazan ayının icrası, genellikle o ay boyunca TV programları ile maniler söylenerek tiyatroların (Karagöz-Hacivat) sergilendiğine, insanları eğlendirmek için festivallerin düzenlendiğine, çeşit çeşit yemeklerle sofraların donatıldığına, selfieler çekilerek sosyal medyada paylaşımların yapıldığına, popüler kültür köleliğinin had safhada sergilendiğine…
Camilerde mevlidler okutulup insanların coşturulduğu kültürel bir şenlik anlayışının ön plana çıktığına…
Ya da bu ay için camilerde mahyaların süslenip asıldığı, maniler eşliğinde insanların sahura kaldırılması için davulcuların tahsis edildiği, milli bir şov gösterisi haline geldiğine şahit olmaktayız.
Maalesef ki kültürün değişken olması açısından, toplumumuzda Ramazan ayının ihya edilmesinde kültürel yozlaşmanın önüne geçilememiştir. Ramazan ayı, daha çok alışveriş standlarının kurulduğu, bilhassa yiyecek, içecek alanındaki rekabet, iftar menülerindeki zenginlik açısından kapitalizmin etkisiyle tüketim manyağı haline getirilmiş toplumlarda manipüle edilmiştir. Bu ayda restorantlar, kafeler, mağazalar, hınca hınç dolmaktadır…
Farz olan oruç ibadetinin kulluk şuuru; geleneksel bir aç kalma, vakti geldiğinde de tıka basa yeme süreci gibi bir şuursuzluğa dönüştürülmüştür.
Bu durumda Ramazan ayının ihyası hususunda iki durum ortaya çıkmaktadır:
Bugün bizler de ramazan orucunu ihya ederken, kültürel bir etkinlik olarak mı ihya ediyoruz yoksa irfan bağlamında kulluk şuuruyla ihlâsı da gözeterek Allah Teâlâ’nın kullarına emrettiği dini bir vecibe olarak mı ihya ediyoruz? Nitekim bu değerlendirmeyi yapmamız gerekiyor. Çünkü ikisi arasında çok fark var.
Kültürel olarak icra edilen Ramazan orucu, sadece şekilden ibaret olup, maalesef ki ruhlara etki etmez.
İrfan bağlamında ibadet şuuruyla ihya edilen ramazan orucu; duyguları, şuurları hatta tüm uzuvları kuşatma altına alır. Nitekim Peygamberimiz (sav), “Oruç kalkandır” buyurmaktadır.
İslami şuur ve ibadet bilinciyle ihya edilen Ramazan orucu, insan nefsini maddi manevi kirlerden arındırarak kemâlâta yükseltir.
Oruç ibadetinin temel hedefi, insanı takvaya eriştirmektir. “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı” (Bakara, 2/183). Dolayısıyla ibadet şuuruyla ihya edilen orucun, kişinin üzerindeki etkileri bariz olarak görülmektedir. Peygamberimizin buyurduğu üzere, “Biriniz oruç tuttuğu gün kötü söz söylemesin ve kavga etmesin. Şayet birisi kendisine hakaret eder ya da çatarsa ‘Ben oruçluyum’ desin.” “Kim yalan konuşmayı ve yalanla iş yapmayı terk etmezse, Allah’ın, o kimsenin yiyip içmeyi bırakmasına ihtiyacı yoktur.”
Nitekim oruç ve diğer ibadetler, bizlere atalarımızdan kalan kültürel bir miras değildir. Aksine kulluğun gerekçesidir. İnsanı yeryüzünün halifesi olarak yaratan Allah Teâlâ, her şeyi onun için, ona hizmet amacıyla yaratmış ve inanç, ibadet ekseninden oluşan dini de insanın dünya ve ahiret saadeti için yaşam biçimi olarak var etmiştir. Bu yaşam biçimi içerisinde kültür de vardır. Fakat bu kültür, özünde İslam’dan beslenmektedir. Ancak biz, bunu, İslam kültürü olarak tanımlayamayız. İslam, her şeyden önce bir dindir. “Allah katında gerçek din, İslam’dır” (Al-i İmran, 16).
Bugün, İslam’ı “kültür” olarak gösterme çabalarına giren birtakım kesimler vardır. Dolayısıyla İslam’ın, insandan beklediği iman, ibadet, ahlak; özetle hayatın bütününe açılan sistemleri İslam’dan beslendiği için İslam kültürü olarak nitelendirmişler. Böylece gerçek din olan İslam değil de kültürle güdümlenmiş bir din anlayışı benimsetilmek istenmiştir.
Dünyevileşmenin ve yozlaşmanın etkisiyle beraber namaz, spor; oruç, diyet; hac, turistik gezi; zekât, vergi; kurban ise et olarak algılanarak ibadetlerin amacı dönüştürülmüştür. Öyleyse Ramazan ayına dönecek olursak özünde Ramazan ayı, rahmet, bağışlanma ve arınma ayıdır. Müslümanın, nefsinin arzularını dizginleyerek nefis terbiyesini geliştirme ayıdır. Açlığın sıkıntısına varıp, nimeti verene şükredip, açların haliyle hemhal olma ayıdır. Ve özünde Ramazan ayı; kendisinde Allah Rasulü’nün (sav) gönlüne Cebrail (as) vasıtasıyla nakış nakış işlendiği Kur’an’ı idrak ederek dillerden gönüllere nakşetme ayıdır.
Ve yine özünde Ramazan ayı, kendisinde bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesinin sırrına mazhar olmak, Rabbine samimi bir yönelişle içten bir yakarış ve niyaz ile meleklerle birlikte selamet diyarına kavuşmaktır.
Rabbim, bizleri, gelenek ve göreneklerin taklitçiliğinden beri kılarak ibadetlerin özüne vakıf olarak amel etmeyi; Ramazan ayının rahmetinden faydalanarak onu hakkıyla ihya etmeyi nasip etsin. Âmin.
MÜMİNE KARAKUŞOĞLU