Parolamız: Adalet
Arşiv Genel Yazarlar

Parolamız: Adalet

Hamd, âlemlerin rabbi Allah’a, salat ve selam nebilerin sonuncusu ve resullerin efendisi Hz. Muhammed’e, onun ehl-i beytine, bütün ashabına ve kıyamet gününe kadar iyilikte onlara uyanlara olsun.
Semavi risaleler, beşerî dinler ve ideolojilerin kendi tebaasına belirlemiş olduğu sınırlar vardır. Bu sınırları, semavi risaleler ya da İslam hariç, kendi hevalarına uygun bir şekilde oluştururlar. Tahrif edilmiş kitaplar (Zebur, Tevrat, İncil) din adamlarının kendi hegemonyalarını oluşturmak için uyduruk ve kazançlı eklemelerin ya da değiştirmelerin yapıldığını görüyoruz. İdeolojilerinde aynı şekilde menfaatlerine uygun, insanlığa çözüm olmanın aksine, onları kendilerine gönüllü köleler yaptığını görüyoruz.
Yüce Allah, İslam’da hiçbir eksiklik bırakmamıştır. İnsanoğlunun bütün ihtiyaçlarına cevap vermiştir. Yaratan, yarattığını bilmez mi? Bu yüzden, insanın nasıl yönlendirileceğini ve yaşamını nasıl devam ettireceğini Allah belirlemiştir. Allah’ın belirlemiş olduğu sınırların dışına çıkıldığında insan, kendisini mayın tarlasının içinde bulur. Adımlarını nereye atacağını bilemez, korku ve endişe içinde hareket eder. Ama İslam’ın sınırları içerisinde özgürlüğün tadını çıkarır.
İslam’da hak, adalet, eşitlik, özgürlük kavramlarını tek tek inceleyelim.
İslam’da Hak
İslam dışında hiçbir oluşum, insanlığa hakkını vermiş değildir. Karanlık çağların nurudur İslam. İnsan onurunu koruyan, ezilmesini engelleyen, sosyal haklara sahip olmasını sağlayan İslami düzen, bütün çağlara cevap vermiştir.
Gücü eline geçiren zorbaların elinde hak, kendi menfaatlerinin bozuk pusulasıydı. İnsanlık kan ağlıyor, sığınacak bir liman bulamıyor, bataklığa batmış, sadece eli dışarıda, yardım bekleyen insanın hâli gibiydi. İnsanlık, öyle bir hâle gelmişti ki artık kendilerinin hiçbir hakka sahip olmayan, sadece efendilerinin işkembesini dolduran hizmetkârlar olarak görüyorlardı. Zoraki köleliğin sonrasında gelen neslin, gönüllü kölelerin olduğu bir dünya…
Vicdanlı insanların kalbinde, hakkın kalp atışları duyuluyordu. Mekke döneminde bir cemiyet kuruldu. Bu cemiyet, Hilfü’l-Fudül (Erdemliler Topluluğu). Bu cemiyetin kurulma nedeni, Yemen’den gelen bir tüccarın sattığı mallarının parasının verilmemesi. Yemenli tüccarın, Mekke’nin ileri gelenlerinin yanına gidip yardım istemesi sonucunda, ona yardım edilmiyor, haksızlık yapan Mekkelinin yanında yer alıyorlardı. Yemenli, feryat figan ederek insanlardan yardım istedi. Bunun üzerine harekete geçen ilk kişi peygamberimizin (sav) amcası Zübeyir oldu. Vicdan sahibi insanlar bir araya gelerek Hilfü’l-Fudül’ü kurdular. Haksızlığa uğrayanların bir nebze de olsa haklarını savundular. Peygamberimiz (sav), bu cemiyete katılmıştır.
İslam, insan ve hayvan hakları konusunda son derece hassas davranmıştır. Bir merkebe taşıyamayacağı kadar yük yüklemeyi, hayvanlara eziyet etmeyi yasaklıyor İslam. İslam, böyle bir anlayışla gelirken karanlık Avrupa da kadın insan mı, değil mi, tartışması içindeydi.
Bir hadiste Allah resulü (sav): “Ey insanlar! Sizin canlarınız, mallarınız, ırz ve namuslarınız, rabbinize kavuşuncaya kadar dokunulmazdır.” buyuruyor. (Buhari) İslam, hepsini korumaya almıştır. İnsan, mükerrem bir varlık olup şeref sahibidir. İslam, belli bir bedel karşılığında zımmileri hem korumuş hem de haklarını korumaya almıştır. Başka bir açıdan bakarsak Allah kendisine ibadet edilmeye hak sahibidir. Soluduğun nefesin sahibini unutup başka şeylere taparsan Allah’ın hakkını vermemiş olursun. Allah, ayette ibadet edilmeye hak sahibi olduğunu bildiriyor: “De ki sizin (Allah’a) ortak koştuklarınız içinde hakka iletebilecek var mı? De ki Allah’tır hakka ileten. Hakka ileten (Allah mı) uyulmaya daha hak sahibidir yoksa kendisine yol gösterilmedikçe doğruyu bulamayan (putlar ve onlar adına konuşan din bezirganları) mı? Ne oluyor size, nasıl hüküm veriyorsunuz?” (Yunus, 35).
İslam’da Adalet
Adalet kavramı, İslam’da gerçek kimliğine kavuşmuştur. Adaletin ne olduğunu, nasıl gerçekleşeceğini İslam göstermiştir. Hak ettiğine, hak ettiğini vermek adalettir. Allah, İslam toplumunun nasıl adil bir toplum olması gerektiğinin sınırlarını çizmiştir. Adalet konusunda İslam nettir. Kokuşmuş dinlerin ve ideolojilerin rant silahı olmamıştır. İnsanların; rahat, emin ve hakkını alabilmede içinin rahat olduğu bir düzene sahiptir. Bozuk zihniyetin elinde adalet, bozuk saat gibidir. Bakmayın günde iki defa doğruyu gösterdiğine. Yüce rabbimiz bize adaletin nasıl olması gerektiğini açıklıyor: “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletli şahitler olun. Bir kavme olan öfkeniz/kininiz, sizi adaletsizlik yapmaya sevk etmesin. Adaletli olun. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup sakının. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Maide, 8). İşte biz, böyle bir dinin mensuplarıyız. En şerli düşmanımız bile olsa adil davranmak zorundayız.
Her gücün kendince adalet anlayışının olduğu, her türlü pisliğine adalet örtüsünü örtüp meşrulaştırdığı bir dünyada yaşıyoruz. Bozgunculuklarını adalet maskesiyle saklayıp insanları kandırıyorlar. İnsanoğlunun bugün muhtaç olduğu şey, adil bir düzen. Dünyada servetin, birkaç ailede toplanması ne kadar adil? Kana susamışların evlerinin bahçesi gibi kullandığı dünya, artık bunların zehirli pençelerinden kurtulmalıdır. Kim olursa olsun, adalet ile yönetilen bir devlet ayakta kalır. Zulüm ile yönetilen devlet ise tarihin çöplüğünde yerini bulur: “Şüphesiz ki Allah, emanetleri ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletli olmanızı size emreder. Allah, bununla sizlere ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah (işiten ve dualara icabet eden) Semi, (her şeyi gören) Basir’dir” (Nisa, 58).
Adalet ile yönetme, zulmün ve haksızlığın karşısında kalkan gibi durur, insanlara güven içinde bir hayat sürdürerek kendi yönetimlerini güçlü kılarlar. İbn Teymiyye: “Muhakkak ki Allah adaletli devleti, kâfir olsa bile ayakta tutar ve zalim devleti, Müslüman olsa bile ayakta tutmaz.” demiştir.
Adil bir düzeni kuracak olan bizleri, insanlık bekliyor. İnsanların hakikati görmelerini engellemek için, batıl perdesini yırtıp insanlığı İslam’la buluşturmalıyız. Bizim savaşımız elbetteki yeryüzünün firavunlarıyladır. İnsanlığa merhamet nazarıyla bakar ve onların kurtuluşunun tek çaresi, İslam adaletiyle yönetilmesini sağlamaktır. Adaleti gerçek kimliğine kavuşturmak için, öncelikle bizim bu kimliğe bürünmemiz lazım.
Her ne konumda olursak olalım, İslam’ın adaletinden şaşmamalı, hak edene hakkını vermeli ve bir ahlak oluşturmalıyız. Çöküşlerin en büyük nedenlerinden biri ise işin ehline verilmemesidir. Eğer yükselmek istiyorsak işe buradan başlamalıyız. Çünkü yükselmenin anahtarı buradadır. Hakka riayet ettiğimiz zaman, adaletli olmuş oluruz. Haksızlık ise adaletin sırtına hançer saplamaktır. Peygamberimiz (sav), adalet timsaliydi. Hz. Aişe’den rivayet edildiğine göre, Mahzum kabilesinden hırsızlık yapan bir kadının durumu, Kureyşlileri pek üzmüştü. Bu konuyu “Peygamberimiz (sav) ile kim görüşebilir?” diye kendi aralarında konuştular. Buna peygamberimizin sevgilisi Usame İbni Zeyd’den başka kimse cesaret edemez, dediler. Usame de onların istekleri doğrultusunda Peygamber (sav) ile konuştu.
Peygamberimiz, Usame’ye: “Allah’ın koyduğu cezalardan birinin uygulanmaması için, aracılık mı yapıyorsun?” buyurduktan sonra kalkıp bir konuşma yaptı ve şunları söyledi: “Sizden önceki milletlerin yok olmasına sebep, içlerinden soylu biri hırsızlık yapınca ona dokunmayıp zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca ona cezasını vermeleriydi. Allah’a yemin ederim ki Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapsaydı onun da elini keserdim.” (Buhari)

EŞİTLİK ADALET
İslam’da Eşitlik
İslam’da bazı konularda eşitliği söküp atamayız. Eşitlik kavramı, şeytanın en etkili silahlarındandır. Bu silahı, şövalyeleri ile öyle bir kullandı ki yeryüzü insanlarını toplumsal çöküntüye sokmakla beraber, her kesimden -buna Müslümanlar da dahil- büyük taraftar topladı. Hâl böyle olunca eşitlik sancağının en hırçın savunucuları kadınlar oldu. Onlar, erkeklerin fıtri olan birtakım sorumluluklarını üstlenmek istedi. İş adamı varsa iş kadını da olmalı. Erkeklerin yaptığı her işi biz de yaparız ve bizim onlardan ne eksiğimiz var, dediler. Böylece şeytanın şövalyeleri, kadını meydana sürdü. Bir de eşitliğin alt komşusu feminizmi, bal şerbeti diye içirdiler.
Sonra kadın, reklam panolarında ve çeşitli pazarlama ürünlerinin müstehcen mankeni oldu. Ofislerde erkeklerle birlikte çalışmaya başladı, yani kadın, erkeğin olduğu her yere girdi ve böylece ahlaksızlık toplumun umursamaz gerçeği oldu. Kadınla, Müslüman toplumların altına dinamit döşediler. Bir toplumu düzeltmek için, kadından başlarsınız. Çünkü nesli, kadın yetiştirir.
İslam’da adalet üzerinde durulur ve adalet ile hükmedilir. Çünkü zengin–fakir, bilgili-cahil, çalışkan–tembel, ahlaklı-ahlaksız, suçlu-suçsuz bunların hepsi hak ve adalet düzleminde gerçekleşir. Bunların hiçbirinde eşitlik yok. Eşitlik olmadığı gibi, her birinin kendine ait sorumlulukları var. Örneğin; zengin, zekât verir ama fakir vermez. Çalışkan ile tembele eşit davranamazsınız. Eğer eşit davranırsanız adil olmuş olmazsınız. Adalet ve eşitlik çoğu zaman ters orantılıdır.
Adaletin önünde herkes eşittir ve eşit haklara sahiptir. Kimseye haksızlık edilmez. Hâkimin önündeki davacıların rengine, aşiretine, parasına bakılmaz ve herkes orada eşittir. Herkesin kırmızı ışıkta durması eşitliktir. Herkesin eşit bir şekilde girdiği sınavdan, en yüksek puanı alana, hak ettiğini vermek adalettir. Çok çalışan ile az çalışan, müdür ile işçisine aynı parayı vermeniz adaletsizliktir. Hak edene hak ettiğini vermek, eşitlik değil, adalettir.
İslam’da Özgürlük
Özgürlük kavramı da eşitlik gibi cılkı çıkartılmış bir kavram hâline geldi. İnsanların zihnine sınırsız bir özgürlük fikrini aşıladı, şeytanın şövalyeleri. İstediği her şeyi konuşabilmeyi, hakaret etmeyi, iftira atmayı, fikir özgürlüğü maskesinin arkasına sakladılar. Bu cüretkârlık, Peygamberimize (sav), Kur’an’a hakaret ve saygısızlığa kadar geldi. Çıplaklığı, kılık-kıyafet özgürlüğü diyerek sokakları hayvanların bile hâyâ edeceği hâle getirdiler. Sınırsız özgürlük anlayışı, insanlığı felakete sürükledi. En gelişmiş ülkelerin insanları bile bu sınırsız özgürlüğün, ruhlarına cevap vermediğini gördüler.
Özgürlüğün her şeyi yapmak değil, doğru olanı, insan bedenine ve ruhuna faydalı olacak şeyi yapmak olduğunu İslam anlatmaktadır. Sınırsız özgürlüğün haddi aşmak, vasat özgürlüğün ise olması gereken hürriyet olduğunu, İslam kendi tebaasına anlatmaktadır. Özgürlük sınırlarımızı Allah belirler. Allah, insanı başıboş bırakmamıştır: “Yoksa insan (emredilmeden, nehyedilmeden, bir şeriata tabi tutulmadan) başıboş bırakılacağını mı sandı?” (Kıyamet, 36). İnsan hiçbir şekilde sınırsız özgürlüğe sahip değildir. Onu dengede tutacak şey, Allah’ın belirlediği sınırlardır. Allah’a teslimiyet ile özgürlüğün tadını alırsınız.
Bugün Müslümanlar, sınırsız özgürlüğün taraftarları olanların tutsağı hâline gelmiştir. Çünkü Müslümanlar, Allah’ın hudutlarını çiğneyip izzet ve şereflerini yitirdiler. Böylece bozguncuların sofralarında yemek oldular. Ne zaman Müslümanlar prangalarından kurtulursa işte o zaman özgürlüğüne kavuşmuş olacak.
Rüstem AYILMAZDIR

GRUBA KATIL