Ölüm; ruhun bedenden ayrılması olayı, Ölüm; insan varlığı için bir âlemden diğerine intikal etmektir. Bu anlamda ölüm yok olmak değildir.
Her canlı gibi insan da sınırlı bir ömre sahiptir. Allah’ın takdir etmiş olduğu ömür sona erdiğinde her insan Allah’ın izniyle ölümü tadar. Allah’tan başka her şey ölümlüdür. Eğer ölümden kurtulup dünya da sonsuza kadar yaşamak mukadder olsaydı hiç şüphesiz buna en layık olan Allah’ın sevdiği kulları Peygamberleri olurdu. Oysa âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz bile bu dünyadan göçmüştür. Nitekim ayette belirtildiği üzere “Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler“ ZÜMER/30
Yine şu ayette ölüm gerçeğinin herkese uğrayacağını ifade etmektedir. “Biz senden önce de hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik şimdi sen ölürsen onlar ebedi mi kalacaklar“ ENBİYA/34 “Her nefis ölümü tadacaktır, sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz ancak bize döndürüleceksiniz“ ENBİYA/35
İnsan hayatının bir süresi vardır bu sürenin sona ereceği vakte ECEL adı verilmektedir. Eceli gelen herkes ölecektir. Nitekim sonradan yaratılan her şey fanidir. Bir başlangıcı olanın mutlaka sonu da vardır. Bu Allah’ın kanunudur. İstisnası da yoktur. Ecel bir gün bizim de kapımızı çalacak, kapımız çalındığında ölüme şimdi değil, başka zaman gel deme imkânımız asla olmayacaktır. Nitekim Allah’u Teâla şöyle buyurmakta; “Her milletin bir eceli vardır onların eceli geldi mi ne bir an kalabilirler ne de öne geçebilirler.“ ARAF/34
Her canlı Allah’ın izniyle yaşar ve ölür. Yaşamak ve ölmek insanın elinde olan bir şey değildir. Bu hususta Allah’ın iradesine hiç kimse karşı çıkamaz. Allah bir kimsenin ölümüne hükmetmiş ise derhal yerine gelir. Allah şöyle buyurur; “Allah kullarının üstünde mutlak hâkimiyet sahibidir. Üzerinize de koruyucu melekler gönderir. Nihayet birinize ölüm geldiği vakit görevli elçileriniz onun canının alır ve onlar görevlerinde asla kusur etmezler.“EN’AM/61
Ölüme asla çare yoktur. Bedenden ayrılan ruhun tekrar oraya iadesi insan gücünün dışında olan bir şeydir. Bir zamanlar dünyayı titreten dünyalara sığmayan her türlü güç, kuvvet ve makama sahip olan insanlar ölüp toprak olmazlardı. Onlar da sıradan her insan gibi ölüm gerçeği karşısın da boyun eğmezlerdi. Ölüm bir bakıma insanlar arasında mutlak eşitlik sağlamaktadır. Ayette; “Can boğaza geldiğinde onu geri döndürsenize, oysa siz o zaman bakıp durursunuz biz ise ona sizden daha yakınız fakat siz göremezsiniz.“ VAKIA/83-85
Ölümün gerçeği ile ilgili bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. İşte bu hayatın gerçeği karşısında ölüme hazırlıklı olmak her Müslüman’ın şiarı olmalıdır.
ÖLÜMÜ HATIRLAMA VE HAZIRLIKLI OLMAK
“Her nefis mutlaka ölümü tadacaktır.“ Ayeti ölümün kaçınılmaz bir hakikat olduğunu vurgulamaktadır. Öyleyse sonsuz yolculuğa çıkacağı kesin olduğu halde inanan bir kişinin hazırlık yapmaması hiç düşünülebilir mi? İnsanı aldatan sonu gelmez emellerden ve ölçüsüz dünya sevgisinden kurtulmanın tek yolu; en büyük vaiz olan ölümü hatırdan çıkarmamaktadır. Nitekim Peygamber Efendimiz; “Ağız tadını yok eden ölümü çokça anın“ buyuruyor. (TİRMİZİ) Yine Hz. Ömer’in yüzüğünün kaşığına “Ölüm sana vaiz olarak yeter Ey Ömer“ diye yazdırması ibret verici ve ilgi çekicidir.
“Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de O ki hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır.” MÜLK/2 buyurarak hikmeti gereğince kudreti ile dünya hayatında ölümü icat ettiğini yarattığını bildirmektedir. Bundan dolayı dünya hayatının da, ölümün de hikmetli olduğu abes ve gayesiz olarak meydana gelmediği anlaşılmaktadır. Dünya, teklif ve amel ahret ise hesap ve mükâfat yeridir. Dinimiz böyle demekte, akıl buna hükmetmekte, mü’minler olarak bizler de buna böyle inanmalıyız. Ölümün hikmeti insanın imtihanında gizlidir. İnsan, iyi ya da kötü her işlediği şeyin karşılığını görecektir. Ancak bu burada değil de ahiret âleminde olacaktır. “Zerre kadar hayır yapmışlarsa onu, zerre kadar şer yapmışlarsa onu (n karşılığını) göreceklerdir.” ZİLZAL/7-8
Ahirete giderken iki türlü ölüm vardır. İmanlı ve imansız ahirette varılacak iki yurt vardır. Cennet veya cehennem orada ise iki sonuç vardır. Yüce Allah’ın rahmeti ve gazabı.
ÖLÜME HAZIRLIKLI OLMAK
‘’İnsanların hesaba çekilecekleri gün yaklaştı hal böyleyken insanlar gaflet içinde yüz çevirmektedirler.’’ ENBİYA/1
Ayetinde de buyrulduğu üzere insanlar hala ölüm gerçeğinde gaflet üzeredirler. Bil ki şu dünyaya dalan onun süsüne aldanan ve şehvetlerine aşırı derecede bağlanan kimsenin kalbi hiç şüphesiz ölümü zikretmekten gafil kalır. Hatırlatıldığı zaman da hoşlanmayıp ondan tiksinir. Onlar Allah’ın haklarında şöyle buyurduğu kimselerdir.
“De ki; sizin kendisinden kaçtığınız ölüm muhakkak sizi bulacaktır. Sonra siz görüleni ve görülmeyen her şeyi bilen Allah’a döndürüleceksiniz. O, size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.” CUMA/8
Bir gün Allah Rasulü (sav) mescide vardığında bir takım insanların konuşup gülüştüklerini duydu; onlara, “Ölümü anın! Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah’a yemin olsun ki, şayet benim bildiklerimi sizler bilseydiniz, az güler çok ağlardınız“ buyurdu. BUHARİ
Bugün insanların kafalarında taşıdıkları endişelerine bakın; tamamının veya tamamına yakınının dünyevi endişeler olduğunu göreceksiniz. Kalabalık bir şehrin en yoğun noktasında durun ve oradan geçen binlerce insandan her birine şu soruyu yöneltin: “Şu anda neyi düşünüyordun?“ Hiçbir insanın, “şu anda, bir gün öleceğimi ve yaşadığım hayatın hesabını vereceğimi düşünüyordum“ diyeceğini kolay kolay duyamayacaksınız. İnsan, başına yüzde yüz gelecek ölüm olayını ve hesaba çekilmeyi düşünmeden nasıl yaşar? Fakat maalesef yaşanıyor.
Öyle binalar ediniyorsunuz ki, sanki içinde ebedi kalacaksınız!(ŞUARA/129) Sanıyorum öleceğimizi sadece biliyoruz. Hâlbuki bir şeyi bilmek ayrı şeydir, ona inanmak ise ayrı şeydir. Mesela; aynı sınava aynı gün müracaat etmiş iki ayrı öğrenci düşünün. Birinci öğrenci sınava müracaat ettiği günden itibaren hayatını değiştiriyor. Onu artık dışarıda pek sık göremiyorsunuz. Koltuğunun altında kitaplar, sürekli çalışıyor ve çıkması muhtemel sorular ve problemler üzerinde ilgili kişilerle hazırlığını sürdürüyor. İkinci öğrenci ise sınava müracaat ettiği günden itibaren hayatına kaldığı yerden aynen devam ediyor. Hayatında pek bir değişiklik olmuyor. Fakat sırası geldikçe her iki öğrenci de “Benim filan tarihte sınavım var” diyor. Burada vurgulamak istediğimiz gerçek şudur: Birinci öğrenci sınava gireceğine iman etmiş, ikinci öğrenci ise sınava gireceğini sadece biliyor. Bilmek ile inanmak arasındaki fark böyle bir şey olsa gerek.
Çünkü insanlar ölümü sadece sala verilirken, kabrin yanından geçerken, birinin taziyesinde veya birinin ölüm haberi geldiğinde hatırlıyorsa buna insanlar öleceklerine iman etmekten ziyade öleceklerini sadece biliyorlar denir. Bundan dolayı Rabbimiz “Ne kadar da az düşünüyorsunuz?“ buyuruyor. ARAF-3
Eskiden mezarlıklar şehrin içinde olurdu insanlar işlerine giderken çarşıda, pazarda alışveriş yaparken kabirleri görürdü. Hatta bazı evlerin pencereleri kabristana bakardı. Bu, hayat ile ölümün birlikte yaşanması demekti. Fakat ölümsüz medeniyetin çocukları ve ölüme değil yaşamaya iman etmiş biz insanlar kabirleri görüp ölümü hatırlamak hayatımızın tadını kaçırdığı için zamanla kabirleri şehrin başka bir ifadeyle hayatın dışına taşıdık. Tabi ki ölüm hayatın dışına sevk edilince geriye sadece hayat kaldı. İnsanlarda artık bu hayat yaşanır deyip zevk almaya koyuldular. Hayata dalış bazen öyle büyük boyutlara ulaştı ki merhum M. Hamdi YAZIR’ın farklı bir tercüme ile önümüze sürdüğü “Onlar oyun ve eğlenceyi din edindiler bu yüzden dünya hayatı da onları aldattı” ARAF/51 ayetinin muhatapları haline geldik.
Yaşadığımız toplumdaki insanların aşağı yukarı tamamına yakınının adı Müslüman. Ben Müslüman’ım diyerek yaşıyorlar. Bu insanlara cennet-cehennem var diyorlar son durak kara toprak yani öleceğiz diyorlar. Bütün bunlara inanıyoruz, inanmayanlar kâfir olur diyorlar. Buraya kadar sorun yok. Fakat bu insanlara onlar konuşurken değil de yaşarken bakıyorsunuz cennet var demişlerdi; talip olan çok az. Cehennem var demişlerdi kaçınan çok az. Yine istikbal diyorlar ama konuşmalarına bakıyorsunuz; ölüme kadar olan süreyi anıyorlar. Çünkü babalar ve anneler çocukları bir işe girince çocuk istikbalini kurtardı diyorlar. Hâlbuki o çocuk işe girmekle ölene kadar bir geçim yolu bulmuş oluyor. O istikbalde ölüm sonrası hayatta var. İnsanlara bakıyorsunuz sulu ve yeşillik bir yer görünce hemen hafta sonu orada birkaç saat zevkli anlar geçirmek için piknik programı yapıyorlar ama aynı insanlar Allah’ın sulu ve yeşillik mekânında (cennette) ebedi piknik yapmanın programını yapmıyorlar. Veya yazın sıcak günlerinde o sıcaklardan kaçınan insanlar o dehşetli günün ve yerin (cehennemin) bilmem kaç bin derecelik sıcağından korunmuyorlar. Şu hayatta apartmanlar ve villalar yaptırmaya kalkan insanlar öbür tarafta bir gece kondu olsun yapmaya kolay kolay kalkışmıyorlar. Yine bu insanlar yazıldıkları daireyi elde edip içinde rahat bir şekilde oturmak için canları çıkarcasına yıllarca taksit ödüyorlar. Fakat aynı insanlar inandıklarını söyledikleri ahiret için aynı çabayı göstermiyorlar. Sanki bir gün oraya hiç gitmeyeceklermiş gibi… Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim de bazı şeylere yemin etmiş insanın dikkatini o şeylere çekmek için yemin edinen varlıkların biride güneştir. “Yemin olsun güneşe ve onun ışığına” ŞEMS/1
Güneş hangi yönüyle dikkat çeker? Mesela doğuşuyla ve batışıyla, güneş her gün doğar ve tekrar doğmak için batar. Güneşin her batışı bir ölüm her doğuşu bir diriliştir. Her gün tekrarlanan bu batış ve doğuş gösterileri bize şu gerçeği fısıldar. Ey insan tıpkı benim gibi sende bir gün böyle batıp sonra tekrar doğacaksın. Yani ölüp dirileceksin. Bu gerçeği unutmamamız için Rabbimiz bu manzarayı her zaman bize seyrettiriyor. Bakmasını bilenler için bu böyledir. Ya Rabbi ne kadar da merhametlisin ki bize her an her şeyle uyarıyorsun. Yüce Rabbimiz mevsimlerle de bize ölüm ve ardından dirilişi anlatır. Her kış bir ölüm her bahar bir diriliştir. İnsanlara bir gün sizde böyle olacaksınız der gibi “Gökten bereketli bir su indirdik kullara rızık olmak üzere onunla bahçeler biçilecek taneli ekinler küme küme tomurcukları olan hurma ağaçları yetiştirdik. O su ile ölü yeri dirilttik. İşte insanların diriltmesi de böyledir.” KAF/9-11
Hz. Fatıma, Rasulullah (sav)’ın kendisinden sonra hayatta kalan tek evladı, kızı büyük mücahide 25 yaşında ömrünün baharında hayata veda etmişti. Rasulullah Efendimiz son günlerini yaşıyor ölüm döşeğinde çağırıyor. Kızına yanına eğil bakalım kızım diyor babası bir şey söylüyor ağlıyor sonra bir şey daha söylüyor buna da çok seviniyor. Bu manzarayı gören sahabeler bu olayı daha sonra Hz. Fatıma’ya sorduklarında Hz. Fatıma der ki: o gün babam bana ilk önce dedi ki bu hastalık beni götürür. Ben buna üzüldüm ve ağladım; ardından ikinci kez kızım bana ilk kavuşacak sensin buyurdu ben de buna çok sevindim ve güldüm. Görüyor musunuz manzarayı; birisi gelip kulağımıza eğilerek yakında öleceksin diyecek biz de buna çok sevineceğiz değil mi? Ne mümkün efendim, dur bakalım ağzını hayra aç, daha yaşımız kaç diye cevap veririz sanırım. Ama aynı şey 25 yaşındaki Hz. Fatıma’ya söyleniyor ama o buna çok seviniyor. Cenneti öyle özlemiş ki siz buna genç yaşta gitti ömrünün baharındaydı veya az yaşadı gibi şeyler söyleyemezsiniz. Eğer bir insan yılları 25 yıla sığdırmışsa Allah’ın razı olacağı hayatı 25 yıla doldurmuşsa azıcık diyemezsiniz. Rica ederim 70, 80 yıl yaşayan bizler yaşadığımız hayatımızla Allah’ı ne kadar razı edebiliyoruz. 70 yıllık bir ömür içinde hiçbir şey yok ama 25 yıllık bir ömür içerisinde neler yok ki Allah’ın rızasıyla dolu bir hayat.
Yine rivayete göre Halid b. Velid Bizans komutanına diyor ki; bu gün sana öyle bir orduyla geldim ki sizin hayatı sevdiğiniz kadar bunlar ölümü seviyorlar. Onlar özgür yaşadılar. Ne nefislerine ne de dünyaya takıldılar. Tam aksine mallarını ve nefislerini cennet karşılığında Allah’a sattılar. Nefislerinin ve mallarının kölesi olmadılar. “Allah şüphesiz Allah yolunda savaşıp öldüren ve öldürülen mü’minlerin canlarını ve mallarını Tevrat, İncil ve Kur’an’da söz verilmiş hak olarak cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah’tan daha çok tutan kim vardır öyleyse yaptığınız alışverişe sevinin. Bu büyük başarıdır.” TEVBE/11
Peygamberimize bir zat gelerek şöyle dedi: “Ya Rasulullah bana öyle bir amel göster ki onu işlediğim zaman Allah’ın rızasını kazandığım gibi insanlar tarafından da sevileyim.” Peygamberimiz şöyle cevap verir; “Dünyadan züht eder (ilgi duymaz) yüz çevirirsen, Allah seni sever, insanların elinde olandan yüz çevirdiğin taktirde insanlar tarafından sevilirsin.” (İBN MACE)
Hz. Ömer anlatıyor; “Medine döneminde bir gün Rasullulah’ı ziyarete gittim odasına vardım, üzerinde sade bir elbise yerde bir hasır kenarda bir divan ve köşede bir su kabı vardı ağlamaya başladım. Rasulullah; ‘Ömer niçin ağlıyorsun?’ deyince ben ‘ya Rasulullah, haline ağlıyorum. Diğer devlet başkanlarının depdebeli hayatlarına bakıyorum bir de sana; Sen devlet başkanısın, hayatını biraz iyileştirsen! Rasulullah; ‘Ey hattabın oğlu Ömer; istemez misin varsın dünya onların olsun da ahirette bizim olsun.’ buyurdu.” İBN MACE
Öleceğinize ve her şeyi terk edip bir gün Allah’a döneceğinize kendinizi ciddi bir şekilde inandırın bakalım. Bir gün terk edip gideceğiniz şeylere takılıyor musunuz? İmam Gazali diyor ki “Mezardakilerin pişman oldukları şeyler yüzünden dünyadakiler birbirlerini kırıp geçiriyorlar.” Ölüm öncesindeki kavgaların ölümden sonra pişmanlık getireceğini hissederek yaşayan insan hiç pişman olacağı şeyin kavgasını verir mi? Hırsla hayatın ve eşyaların burada kalacak şeylerin ardına bir ömür boyu düşer mi? “Onlar geride nice şeyler bıraktılar; bahçeler, çeşmeler, ekinler, güzel makamlar ve zevki sefa sürecekleri nice nimetler. İşte böyle oldu ve biz onları başka bir topluma miras verdik.” DUHAN/25-28
“Bilin ki dünya hayatı bir oyun eğlence, süs, kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışıdır. Bu tıpkı bir yağmura benzer ki bitirdiği ot ekincilerin hoşuna gider. Sonra kurur onu sapsarı görürsün. Sonra çerçöp olur ahrette ise çetin bir azap Allah’tan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir.” HADİD/20
Ölümü tefekkür ederek yaşamak hayatta gidici olarak yaşama sonucu doğurur. Böyle yaşayan insan da hesabını gideceği yere göre yapar. Hz. Ömer’in söylediği üzere “hesaba çekilme günü gelmeden önce kendinizi hesaba çekiniz.“ sözünün gereğini yerine getirmiş olur. Aksi halde insan gideceği ana kadar kalacakmış gibi yaşar ve tercihini ona göre yapar. “Ama siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz oysa ahret daha iyi ve daha kalıcıdır.” ALA/16-17 Bazen İnsanoğlunun davranışlarını anlamak gerçekten zor. Mesela aşağı yukarı her insan bir eşya satın alırken önüne konulan iki maldan iyisi olsun pahalı olsun diyerek kalıcısını tercih ettiği halde Allah’ın önüne koyduğu iki hayattan geçicisini tercih ediyor ve kalıcısını bırakıyor. Yüce Rabbimiz bunu şöyle izah ediyor. “Hayır, siz acele geçiveren şu dünyayı çok seviyorsunuz da ahreti bırakıyorsunuz.” KIYAMET/20-21
Bunun gibi ömrü boyunca haram helal demeden, hırsla dünya malı yığan ahiret azığını biriktirmeyi unutan insanlar nihayet en son kabrin ağzına gelirler. Bu ömür boyu topladığı şeyler dünyada kalır. Peygamberimiz şöyle buyurur; “İnsan öldüğü zaman kabre kadar kendisini 3 şey takip eder: Ailesi, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner, biri onunla baş başa kalır. Ailesi ve malı geri döner, ameliyle baş başa kalır.” (BUHARİ-MÜSLİM)
Sahi neden insan kendisine yar olmayan ve kendisini hayat yolunun bir kısmında terk eden şeylerin peşinde bir ömür hırsla koşar. N.F.K şöyle der; “Mezarda geçer akçe, neyse onu biriktir.”
“Cehennem sırtını dönüp gideni ve mal toplayıp kasalayanı çağırır.” MEARİC/18
Mal yığmak biçimindeki bir yaşam hiçbir zaman sonu olmayan bir yarıştır. Hatta insan malını artırdıkça çoğu zaman açlığını da artırmış olur. Toplumda çok zengin insanlar görürsünüz ki onlar çoğu fakir insanlardan daha fazla mala düşkündür. Çünkü adamların ruhları aç. Bedeniniz aç olursa yedikçe doyarsınız ama ruhunuz aç olursa yedikçe açlığınız artar. “Benim yolumdan yüz çeviren uzak yaşayan bilsin ki onun dar bir geçimi olur ve kıyamet günü de onu kör olarak haşr ederiz.” TAHA/124
Peygamberlerin karşılarında duran, onlara muhalefet eden insanlara bakın hep makam, mal mülk ve kaba kuvvet sahibi insanlardır. Ebu Cehil, Firavun, Nemrut, Karun sayabiliriz. Aynı şekilde Peygamberlerin yanlarında olan ve onların getirdiklerine iman eden insanlara bakın hep zayıf, biçare insanlar. Çünkü bunların başkalarına hava atacak ve şımaracak varlıkları yok. Günümüzde zenginlikleriyle, makamlarıyla, evleriyle, arabalarıyla hava atan insanları her tarafta görmek mümkün. Mesela; “Seni parayla tartarım, sen kaç kuruşluk adamsın“ gibi sarf edilen sözler kimlere ait? Elbette zenginlere ait. Bunlar paranın şımarttığı insanlar. “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanlardır.”
“Herhangi birinize ölüp gelip de Rabbim, ne olur, ölümümü biraz geciktirsen de, sadaka verip iyilik edenlerden olsam! Demeden önce, size verdiğimiz rızıktan harcayın. Allah eceli gelen bir kimseyi geri bırakmaz. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.”
Dünyada insanı en fazla malı ve çocukları meşgul eder. Doymak bilmeyen nefis aza kanaat etmez, daha fazla kazanmak ister. Dünya hayatının meyvesi olan çocuklarını daha rahat yaşatmak ve onları kimseye muhtaç etmemek için didinip durur. Aslında mal kazanmak, çocuk sahibi olmak ve onları kimseye muhtaç etmemek kötü bir şey değildir. Zira zengin olmayı, çoluğa çocuğa karışmayı dinimiz tavsiye eder. Kötü olan ölçüyü kaçırmak, çok kazanma hırsıyla, çocuklarını rahat yaşatma arzusuyla ibadetlerini ihmal etmek, malım mülküm azalır düşüncesiyle Allah’ın emrettiği harcamaları yapmamaktır. Bu duruma düşenler, dünya hayatını boşa geçirmiş, neticede zarar etmiş olurlar.
Çeşitli zaafları sebebiyle görevlerini ihmal eden insanoğlu, ölüm gelip çatınca aklı başına gelir. Yapamadığı görevleri hatırlar. İhmali yüzünden kaybedeceği sonsuz bir hayatı ve hesapsız nimetleri düşünerek pişmanlık duyar. Yeniden hayata dönmeyi, açıklarını kapamayı arzu eder. Fakat ilahi kanun gereği bu şans hiç kimseye verilmez. Gerçek bu olduğuna göre, hiçbir zevk ve menfaat insana Allah’ı ve O’nun rızasını kazandıracak olan dini ve insani görevlerini unutturmamalıdır.
“Nihayet o müşriklerden birine ölüm gelip çatınca; Rabbim, der. Ne olur beni dünyaya geri gönder. Ömrümü boşa geçirdiğim dünyada iyi işler yapayım.
Hayır, hayır. Onun bu söyledikleri boş laftan ibarettir. Tekrar dirilecekleri güne kadar onların önlerinde bir engel vardır, geri dönemezler.
Sura üflediği zaman artık aralarında soy sop ilişkisi kalmaz. Birbirlerinin halini de sormazlar.
Kimin yaptığı iyilikler ağır basarsa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.
Kimin yaptıkları da hafif gelirse, işte onlar zarara uğrayanlardır. Onlar cehennemde devamlı kalacaklardır. Bunların yüzlerini ateş yalar da, dişleri sırıtır kalır.
Allah Onlara; “Benim ayetlerim size okunurdu da, siz onları yalanlardınız, değil mi? Der.
Derler ki; Rabbimiz! Azgınlığımız bizleri alt etti. Biz sapıklık içinde kalmış bir kavim olduk. Rabbimiz! Ne olur, bizi buradan çıkar! Eğer tekrar önceki halimize dönersek, kendimize zulmetmiş oluruz.
Allah şöyle buyurur: “Alçaldıkça alçalın orada. Bana artık bir şey söylemeyin! Çünkü kullarımdan bir grup insan; Rabbimiz, biz iman ettik, bizi bağışla. Bağışlayanların en iyisi sensin, demişlerdi. Fakat siz onlarla eğlenir, beni anmayı unutarak onlara gülerdiniz. Sabrettikleri için bugün ben onları mükâfatlandırdım. Onlar muradlarına erenlerdir.
Allah inkârcılara: “Yeryüzünde kaç yıl kaldınız? Diye sorar. Bir gün veya daha az bir zaman kaldık; sayanlara sor, derler.“
Allah da onlara şöyle buyurur: “Pek az kaldınız. Keşke bunu bilseydiniz. Sizi boşuna yarattığımız, bize dönmeyeceğinizi mi sandınız?“ MÜ’MİN SURESİ / 99-115
İbn Ömer (r.a) şöyle dedi: Rasulullah (sav) omzumu tutarak şöyle buyurdu. “Dünyada tıpkı bir garip hatta bir yolcu gibi davran!“
İbn Ömer (r.a) şöyle dedi: Akşamı ettiğinde, sabahı bekleme! Sabaha çıktığında, akşamı bekleme! Sağlıklı günlerinde, hastalanacağın vakit için; hayatın boyunca da öleceğin zaman için tedbir al.
Vatanından, aile ocağından ayrı düşmüş bir garibin aklı fikri hep öz yurdunda ve sevdiklerinde olur. Sen de bu dünya da kendini bir garip say ve asıl yurdun olan ahreti düşün! Bitip tükenmeyen nimetlerle dolu, o çiçekleri solmayan diyarı düşün!
Hatta kendini garip saymakta yeterli değil. Zira yurdundan yuvasından ayrı düşen adam, bir süre kalacağı gurbet diyarına gönül bağlayabilir. Dünyaya gönül bağlamak doğru değil. En iyisi sen kendini yolcu say! Uzun bir sefere çıkan, aklı fikri varacağı menzilde olan bir yolcu gibi davran. Zira böyle bir yolcu, uğradığı yerlerde ki güzelliklere gönül bağlayıp kalmaz. Aşacağı sarp dağları, geçeceği engin vadileri ve oralarda kendisini bekleyen tehlikeleri hatırlayıp ürperir. Hiçbir yerde durmadan yoluna devam eder. İşte sen böyle bir yolcu olduğunu düşün!
Bir gün Resul-i Ekrem’in yanında bulunuyordum. Ensardan bir adam gelip selam verdikten sonra: ‘Ya Rasulullah! Hangi mü’min daha faziletlidir?’ diye sordu.
Peygamberimiz; ‘Ahlakı en iyi olan mü’min’ diye cevap verdi. O zat yine ‘Ya Rasulullah! Hangi mü’min daha zekidir?’ diye sorunca: “Ölümü en çok hatırlayıp ölümden sonrası için en iyi hazırlık yapanlar zeki adamlardır” buyurdu. (İBN MACE) Bu açıklamayı okuyanlar “Acaba dünya için çalışmak, servet sahibi olmak kötü bir şey midir? diye sorabilirler.
Güzel dinimiz, dünya ile ahiret arasında mükemmel bir denge kurmuştur. Allah’ı ve ahreti unutmamak şartıyla para kazanıp zengin olmak iyi bir davranış olarak görülmüştür. Zengin sahabilerin İslamiyet’e ve Müslümanlara yaptığı hizmetler malumdur.
Öyleyse hadislerde ölümü hatırlamaya ve dünyaya sırt çevirmeye niçin teşvik edilmiştir? Ölüm düşüncesi, insanın dünyaya büsbütün bağlanmasına ve ahireti unutmasına engel olur. Ölümü hatırlayan insan, servetini Allah’ın rızasına uygun yerlere harcar. Hatta bu düşünce, parasını hiçbir yere harcamayan cimrileri uyarır, onları kendilerine getirir.
Dünyaya sırt çevirmek demek, dünyanın cazibesine kapılıp ona kul, köle olmamak demektir. Dünyaya sırt çeviren kimse, onun insanı baştan çıkaran oyunlarına gelmemiş olur.
Demek ki kötü olan dünya değildir. Kötü olan, insanın Allah’a boyun eğmesine engel teşkil eden dünyevi arzu ve isteklerdir. Bu arzu ve istekleri frenleyen, onları törpüleyip faydalı hale getiren duygu ise, efendimizin tavsiye buyurduğu gibi ölümü sık sık hatırlamaktır.
Hadis-i şerif bize şu gerçeği öğretiyor: Dünya sevgisi, çok yaşama arzusu, zengin olma hırsı o kadar kuvvetli duygulardır ki, o duyguları zararsız hale getirebilecek yegâne ilaç, kuvvetli dozdaki ölüm fikridir.
Ne gariptir ki, pek çoğumuz ölümün yaklaştığını anladığımız zaman, Allah’ın huzuruna temiz çıkmak için dua ve niyaza, tövbe ve istiğfara başlarız. Gerçek şudur ki, biz her gün, her saat, her dakika ve her an azar azar ölüme yaklaşmakta ve ölmekteyiz. Çünkü ahiret hazırlığı için verilmiş olan ömürlerimiz geçmektedir. Binaenaleyh ta ölüm döşeğine kadar geciktirmeden her an ölümü hatırda tutmalı ve ölüme hazır olmalıyız.
Bilinir ki Salihler de ölür, müfsitler de… Allah yolunda cihad edenler de ölür, bundan geri kalanlar da… Tağuttan sakınan erler de ölür, ne pahasına olursa olsun hayata köle olan korkaklar da… Büyük gaye ve yüce bir hedef sahipleri de ölür, sırf şu dünya menfaati için çalışan ahmaklar da… Kimi izzete, kimi zillete… Ölmek veya öldürülmekle iş bitmiyor. Çünkü son durak bu değildir. “And olsun ki, ölseniz de öldürülseniz de Allah’ın huzurunda toplanacaksınız.” ALİ-İMRAN/158
Tüm bu hakikatlere rağmen, hiç kimsenin ölümden kaçmasının mümkün olmayacağının bilinmesine rağmen, dünya meşguliyetleri sebebiyle adeta başkaları içinmiş gibi, insanların çoğunun ölümü unuttukları görülür. Hâlbuki ölüm daima hatırda tutulmalıdır. Allah’a kavuşmaya daima hazırlıklı bulunmak gerekiyor. Peygamberimiz “Lezzetleri kesen ölümü çok anın“ buyurmuştur. (TİRMİZİ)
Şeytan bir insana günah işlemesi için telkinde bulunduğunda o insan ölümü hatırlayarak günah işlerken ansızın ölebileceğini ve buna engel olmayacağını düşünürse, hiç hayatını böyle bir sonla noktalamak ister mi? Rabbine isyan halinde iken kavuşmayı arzular mı?
Şüphesiz ölümü hatırlama, kişiyi vesveselerden alıkoyar, meneder ve şeytanın hilelerine karşı kendisine yardımcı olur. Allah Rasulü (sav) uyumadan önce ve uyanır uyanmaz yaptığı dualarla bize devamlı ölümü hatırlamamızı işaret ediyor.
Allah’ın kitabında hiçbir sayfa yoktur ki ahiretten bahsetmemiş olsun hiçbir konu yoktur ki ölümden sonrasına dikkat çekilmemiş olsun.
Günümüz şartlarında Allah’ın davasını yüklenmiş olan dava adamları şu tehlikeyi göz ardı edemezler. İnsanlara tahakküm eden tağuti rejimler, Allah’ı ve ölümü unutturmak için her şeyi en ince noktasına kadar hesaplamış ve programlamış bulunuyorlar. Cahiliyenin akıntısına kendini kaptıran bir kişinin Allah’ı ve ölümü düşünebilmesi oldukça güçtür.
İşte İslam davetçilerine düşen görev, bu cahili atmosferde, Allah’ı ve ahret gününü hakkıyla takdir etmek, içinde bulunduğu topluma da bunu hatırlatmaktır.
Hz. Muhammed’in (sav) Mekke döneminde ağırlıklı olarak üzerinde durduğu konu: Allah’a ve ahiret gününe iman duygusunu vurgulamasıydı.
Evet mü’min şiarı, bu dünyadan imanlı olarak ayrılmak olmalıdır. Kur’an’da Yakup peygamberin oğullarına şu tavsiyesi bildirilir. “Ey oğullarım! Allah sizin için İslam (dinini) beğenip seçti. O halde siz de ancak Müslüman olarak can verin” (BAKARA/132) Başka bir ayette bütün mü’minlere şöyle buyurulur: “Ey iman edenler! Allah’tan nasıl korkmak lazımsa öylece korkun. Sakın, siz Müslüman olmaktan başka bir sıfatla ölmeyin“ (ALİ-İMRAN/102) “Ey Rabbimiz artık bizim günahlarımızı bağışla, kusurlarımızı ört, canımızı da iyilerle beraber al“ (ALİ-İMRAN/193) “Ey Rabbimiz! Üstümüze sabır yağdır, bizi Müslümanlar olarak öldür.“ (ARAF/126)