Basralı meşhur mutasavvıf Ebu Abdullah Haris b. Esed el-Basri’nin (h. 165-243) nefsin halleri, ayıpları ve tezkiyesi meseleleri üzerine harcadığı yoğun mesai nedeniyle, halk arasında ‘’nefsini çokça hesaba çeken’’ anlamında ‘’El-Muhasibi’’ olarak tanındığı bilinir. 1400 yıllık İslam geleneği içerisinde El-Muhasibi ile birlikte daha bir çok İslam âlimi ‘’nefsini bilen Rabbini bilir’’ fehvasınca hareket etmiş, nefis muhasebesi üzerine sayısız eserler ortaya koymuşlardır. Ulemanın nefis muhasebesi üzerine bu denli yoğunlaşmasını anlamak, konu ile ilgili ayet-i kerime ve hadis-i şerifler göz önünde tutulduğunda elbette zor değildir. Haşr suresinin 18. Ayetinde Rabbimiz :
’’ Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın! Allah’ tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır’’ buyurmaktadır. Yine Şems suresinin 9. Ayetinde Rabbimiz:
‘’Nefsini arındıran kurtulmuştur’’ buyurmaktadır. Şeddad b. Evs’ ten ulaşan bir rivayette ise Peygamber Efendimiz:
‘’Akıllı kişi nefsini hesaba çekip ölüm sonrası için çalışan kişidir’’ buyurarak nefis muhasebesinin önemine dikkat çekmektedir.
Şüphesiz nefis muhasebesi, nefsin hastalıklarının erken teşhisi ve tedavisi açısından son derece önemlidir. Her bir günahla birlikte kalpte oluşan siyah noktaların kalbi tamamen kaplaması durumu, Rabbimiz tarafından ‘’kalbin mühürlenmesi’’ olarak nitelendirilmekte, bu durumdan sonra ise tabiri caizse ‘’nefis tedaviye cevap vermemektedir’’. Ayrıca nefis hastalıkları içerisinde öyle gizli ve sinsi olanları da vardır ki hem teşhisi, hem de tedavisi ciddi çaba gerektirmektedir. İşte bu hastalıkların başında, Osmanlı alimlerinin ileri gelenlerinden olan Yusuf b. Hüseyin’ in ‘’Kalbimden atabilmek için yıllardır uğraşıyorum. Ne yaparsam yapayım o başka bir renge girip karşıma tekrar çıkıyor’’ dediği RİYA gelmektedir.
Sözlükte “görmek” anlamındaki re’y kökünden türeyen riyâ , hadislerde ve ahlâka dair eserlerde -süm‘a (şöhret peşinde olma) kelimesiyle birlikte- “saygınlık kazanma, çıkar sağlama gibi dünyevî amaçlarla kendisinde üstün özellikler bulunduğuna başkalarını inandıracak tarzda davranma” şeklinde açıklanır (TDV İslam Ansiklopedisi). Kaynaklarda dünyevî konulardaki riyakârlıklara yer yer değinilse de genelde İmam Gazzali’ nin, “Allah’a itaat eder görünerek kulların takdirini kazanmayı isteme” tanımında da görüleceği üzere, çok daha gizli ve tehlikeli olan ‘’ibadetlerle gösteriş yapma’’ meselesi üzerinde durulmuştur. Çünkü bu durum, İslam’ın temel sütunu mesabesindeki tevhid ilkesini derinden yaralayan bir durumdur. Dinin Allah’a has kılınması (ihlas) gerekliliğine ve Cenab-ı Hakk’ın kalplerde olan biten ne varsa hepsini bildiği gerçeğine hakkıyla iman etmemiş olmanın bir işareti olarak görülmektedir. Bu sebeple riya Hz. Peygamber tarafından ‘’küçük şirk’’ olarak nitelendirilmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’de riya kavramı beş ayette yer alır (Bakara 2/264; Nisâ 4/38; Enfâl 8/47, Nisâ 4/142; Mâûn 107/6). İki ayette ibadet niyeti taşımadan, Allah rızasını gözetmeden, sadece gösteriş olsun diye sadaka verenler, bir ayette gösteriş ve şöhret için savaşa katılanlar, iki ayette ise gösteriş için namaz kılanlar kınanmıştır. Özellikle Bakara suresindeki benzetme, riya kastı ile yapılan ibadetlerin Allah katındaki değersizliğini göstermesi açısından son derece etkileyicidir. Rabbimiz bu ayette riya ile sadaka veren kimseleri, üzerinde biraz toprak bulunan bir kayaya benzetir ki sağanak bir yağmur isabet etmiş ve onu çıplak pürüzsüz bir kaya haline getirmiştir. Hadislerde de hem riya kelimesi hem de türevleri geçmektedir. Hz. Peygamber, “Ümmetim için gizli şirk ve şehvetten kaygı duyuyorum” demiş, “Sizden sonra da hâlâ şirk olacak mı?” sorusuna, “Evet, fakat güneşe, aya, taşa ve puta tapmak şeklinde olmayacak, insanlar ibadetlerini riya için yapacaklar” cevabını vermiştir (Müsned). Bir kutsî hadiste Cenâb-ı Hak, “İşlediği bir amelde benden başkasını bana ortak koşan kişiyi de onun şirkini de reddederim” buyurmuştur (Müsned). Ebu Hureyre’den rivayetle diğer bir hadiste, biri Allah yolunda savaşmış, biri malla sadaka vermiş diğeri de Allah’ın kitabını çokça okumuş üç kişiye ‘’Siz yalan söylüyorsunuz. Siz, ‘Falan iyi savaşçıdır, falan çok cömerttir, falan da alimdir’ desinler diye yapıyordunuz’’ denileceği bildirilmektedir. Efendimiz ‘’Bunlar ateşe girecek ilk üç kişidir’’ diye de ekler.(Müsned).
Çeşitleri
İsmini yukarıda zikrettiğimiz Muhasibi, riya konusunu sistemli bir şekilde ele alan ilk âlimlerdendir. Sonrasında Gazzali, Muhasibi’nin Er-Riaye isimli eserinde yer alan Riya ile ilgili kısımları daha da sistematik bir biçimde İhya’ sına yansıtmıştır. Muhasibi ve Gazzali riyanın farklı derecelerinden bahsetmişlerdir. Gösteriş kastı arttıkça riyanın zararının artacağını, Allah rızası, ibadet niyeti ve sevap beklentisi arttıkça riyanın zararının azalacağını belirtmişlerdir. En tehlikeli riya, kalpte yalnız Allah’a gösterilmesi gereken tâzimi Allah’tan başkasına gösteren kişinin riyasıdır; çünkü bu kişi Allah’a itaat ediyor gibi görünse de gerçekte başkasına itaat etmektedir. Bununla birlikte Muhasibi, mezkur eserinde riyanın beş vasıtasından bahseder: Beden, kıyafet, söz, amel ve sosyal çevre. Bir kimsenin zahdilerden olduğunu göstermek adına yüzüne kederli bir görüntü vermesi; oruçlu olduğu bilinsin diye sesi kısılmış, gözleri çökmüş bir hal takınması; abidler ve zahidler gibi saçı başı dağınık görünmesi; konuşmalarında hikmet sahibi, âlim ve zikir ehli bir kimse olduğu izlenimi uyandırmaya çalışması; rükû ve secde gibi rükünlerde uzun süre durarak namazı uzatması, keza oruç ve hac gibi ibadetlerinde titiz bir dindar görüntüsü sergilemesi; ilim ve din ehlinden olduğunu, ilimde ve dinde yüksek bir mertebede bulunduğunu hissettirmek amacıyla âlimler ve âbidlerle düşüp kalkması bu beş şeklin örnekleri arasında yer alır.
Muhasibi dünya hayatına düşkün kişilerin de sayılan beş yolla gösteriş yaptığını ancak dindarlık süsü verilerek yapılan riyakârlığın bundan daha kötü olduğunu belirtir.
Sebepleri
Özellikle, ahirette cezaya uğrayacak ilk üç kişinin belirtildiği hadis bağlamında riya hastalığına bakıldığında, sonsuz ahiret yurdunda dramatik bir tabloyla karşılaşmamak adına, kişiyi amellerine riya karıştırmaya iten sebepleri ve bunlardan kurtulma yollarını bilmek elzemdir. Allah’a has bir şekilde yapılması gerek bir ibadette, yüce yaratıcı dışında başka bir merciinin de onayını murad etmenin başlıca üç sebebi vardır denilebilir: İman eksikliği, beğenilme arzusu ve tenkit edilme korkusu.
‘Dil ile ikrar, kalp ile tasdik etmek’ demek olan imanın ‘kalp ile tasdik’ kısmında oluşan çatlaklar, riyanın şüphesiz birincil müsebbibidir. Çünkü halk arasında farklı, yalnız kaldığında farklı davranan bir kişinin Allah tasavvuru birçok sıkıntıyı barındırır. Bu tasavvur,-haşa- yalnızken kendisini görmeyen ancak halk arasındayken kendisini gözetleyen bir Allah tasavvurunu andırır ki bu Cenab-ı Hakk’ın her an her yerde hazır ve nazır bulunduğunun kalben tasdik edilmediğinin bir göstergesidir. Ayrıca icra edilen bir amelin karşılığının ahiret yurdu dışında bu dünyada da dünyalık olarak görmeyi ummak, ahiretteki mükafatı ve Yaratıcıyı en hafif tabirle küçümsemek demektir. Efendimiz, insanların yanında tadil-i erkana riayet ederek, ancak yalnız kaldığında özensiz bir şekilde namaz kılanlar hakkında: ’Bununla kişi Rabbini küçümsemektedir’’ buyurmaktadır.
Riyaya düşüren ikinci sebep olarak, kişinin beğenilme ve takdir görme arzusu gelmektedir. Kişi yaptığı kulluğu başkalarına duyurmak ister ve bununla iyilik, saygı ve ikram görmeyi, övülmeyi ve kendinden söz edilmesini umar. Bu arzu o denli güçlüdür ki Allah’ın rızasının üzerine çıkmıştır. İbni Mesud şöyle diyor: ‘’İki cephe savaşa tutuşunca melekler nazil olur ve savaşanların niyetlerine göre ‘falan kendisinden söz edilsin diye savaşıyor falan da mal-mülk elde etmek için savaşıyor’ diye hepsini kaydeder.’’ Hz. Ömer de ‘’Siz daha sonra megazi kitaplarında, falan şehit oldu diye söz edersiniz. Halbuki o yükünü gümüşle doldurmuştur’’ açıklamasını yapar.
Tenkit edilme korkusu da riyanın başlıca sebeplerindendir. Hoşlanmadığı tenkide maruz kalmamak adına istekli olmadığı halde kişi ibadet edebilir. Yanındakiler gece veya gündüz nafile ibadetle meşgul olduğu halde kendisi öyle olamayan adamın durumu böyledir. Tembellikle itham edilmek istemez, ancak diğerleri kadar da ibadet edememektedir. Tenkit edilmekten çekindiği için birkaç rekat kılar.
Kurtulma Yoları
Denilmiştir ki riyanın çaresi ihlas, ihlasın kaynağı da ihsandır. Yani Allah rızası için yapılması lazım gelen bir ibadete, rızası umulan başka ortaklar karıştırmamak için o ibadetin yalnız Allah’a adanması konusunda kararlı olmak gerekir. Bunu kişiye kazandıracak olan şey ise ihsandır, yani Allah’ın her yerde hazır ve nazır şekilde gözetlediğinin bilincinde olmaktır. Bu anlamda gözetleyici ve terbiye edici (Rab) Allah tasavvuru tekrardan gözden geçirilmelidir. Kişi iman etmekle nasıl bir Allah’a itaat ettiğinin sürekli bilincinde olmalı, ibadetlerini de bu bilinçle gerçekleştirmelidir.
Bununla birlikte, nefsin halkı övgüsüne karşı sürekli bir iştah halinde bulunduğu gerçeği hatırda tutulmalı, sık sık nefsi hesaba çekme ihtiyacı hissedilmelidir. Zühd ehli kişiler demişlerdir ki: ‘’Kişi ortağını hesaba çektiği kadar nefisini hesaba çekmedikçe takva ehlinden olamaz!’’. Nefsin her türlü ayak oyunlarına karşı teyakkuz halinde olmalı, bir ibadete başlamadan önce, ibadetin ortasında ve sonunda mutlaka niyet kontrolü yapılmalıdır: ’’Bu ameli neden yapacağım?’’, ‘’Bu ameli neden bu şekilde yapıyorum?’’ , ‘’Bu ameli ne için yaptım?’’ gibi soruları sık sık kişi kendisine sormalıdır. Alınan cevaplardan tatmin olunmaması durumunda niyetler tazelenmeli, ameller salih niyetler üzerine tekrarlanmalıdır. Son derece zor ve karmaşık bir iş olan nefis muhasebesi için sohbet meclislerinin önemi de unutulmamalıdır. İnsanların birbirlerine nasihat ettiği, uyarılarda bulunduğu ortamlar nefsi muhasebe etme bilincinin açık tutulması konusunda büyük öneme haizdir.
Elbette hidayet ve dalaleti elinde tutan Cenab-ı Hakk’a sürekli iltica halinde olmak, O’na dua ederek tövbe ve istiğfarda bulunmak, kişi ile Allah arasındaki bağları kuvvetlendirmenin nihai vasıtasıdır. Kişinin Rabbi ile kurduğu bağın kuvveti, samimiyet ile ilintilidir. Kişi Rabbi ile ne kadar samimi ise, acizliğini, hatalarını, eksikliklerini ne kadar içten bir şekilde O’na arz edip yardım talep ediyorsa, kişinin Rabbi’ ne olan güveni (imanı) de o denli kuvvetli oluyor demektir. Kuvvetlenen iman sayesinde kişi riya duygusunu bertaraf edecek, gayreti sayesinde de Cenab-ı Hakk’ın onu bu amansız hastalıktan kurtarması şeklinde gerçekleşecek olan yardımını hak edecektir. Hz. Hasan: ’’ Allah’ım, halkın gözünde aleni olarak yaptıklarımın süslü; halvette, kendi başıma gizli yaptıklarımın çirkin olmasından sana sığınırım.’’ şeklinde ettiği dua, şüphesiz samimi edilen duaya vurucu bir örnektir.