Yaşamak ve yaşatmak üzere Rabbimiz tarafından bizlere inzal edilen Yüce Kitabımız Kur’anı Kerim’in anlaşılması bağlamında çözülmesi gereken temel meselelerin başında “NESH” meselesi gelmektedir. Doğru anlaşılmayan bir kitabın doğru yaşanılmaması gayet tabii bir neticedir. Aslında “NESH” konusu özelinde çözümlenmesi-irdelenmesi gereken mesele bizatihi Kur’an’a bakış açımız ya da Kur’an anlayışımız olmalıdır. Bu konuyu izah ederken getirdiğimiz deliller bizim (ehl-i sünnet) bakış açımıza göre delil değeri taşıyabilecek ya da ikna vesilesi olabilecek dayanaklardır. Oysakinesh konusunda ihtilafa düştüğümüz ya da tartıştığımız düşünce ile aynı argümanlarla aynı zeminde tartışmadığınızın farkında olmalıyız. Bu nedenle konuyu izaha teşebbüs ederken gayemiz birilerini ikna etmekten ziyade konumuz hakkındaki düşüncemizi kendimize göre delil olabilecek ve ehl-i sünnetin yaklaşımına uygun düşecek araçlarla açıklamak şeklinde olacaktır.
Bu noktada unutulmaması gereken bir husus da şudur kimodernizmin ve oryantalizmin etkisi altında kalan akıl “ehl-i sünnet” karşısında bir duruşu temsil etmektedir. Konunun girişinde bahsettiğimiz Kur’an anlayışımızdan maksat sadece nesh meselesi ile ilgili değil birçok Kur’an’i meselede karşımıza çıkmaktadır. Hatta genel olarak farklı bir din algısını da beraberinde getirmektedir. Yani nesh meselesinde ehl-i sünnet ekolüne ters düşen bir kişi aslında sadece bu meselede değil Nuzulü, İsa (as) ya da sünnet anlayışımız ya da recm meselesi gibi ihtilaflı meselelerde de yine karşımıza çıkacaktır. Tekraren meselenin halli aslında bu konu hakkındaki iddia ve ithamları çözmekten ziyade “Kur’ananlayışımız”ı düzeltmekte yatmaktadır. Giriş mahiyetindeki bu cümlelerden sonra serlevhamız olan “Nesh” meselenin lugavî ve istilahî manalarını izah ederek konuya devam edelim;
Nesih’in lügat manası Mu’cemülmüfehreste: İzale etmek, iptal etmek, kaldırmak, nüshasını – kopyasını çıkarmak mânalarıyla ifade edilmiştir. Nesehe fiilinin mastarıdır.
Şer’i ıstılahında da nesh, herhangi bir şer’i hükmün aksine başka bir şer’i delilin delalet etmesidir ki, ilahi bilgiye nazaran evvelki hükmün müddetinin sonunu beyan, bizim bilgimize nazaran da zahiren baki görünen o değişikliği bildirmek anlamına gelmektedir. (Hamdi Yazır, Bakara 106 tefsiri).
Genel olarak fıkıh usulcülerine göre ise nesh,mukaddem bir nassın, ayetin hükmünü, muahhar bir nas ile değiştirmektir. Sonradan gelen yeni hüküm, eski hükmü kaldırır. Meselâ: kabir ziyareti yasak iken sonra gelen bir nasla bu yasak kaldırıldı, mübah oldu. Kıble Beyt-i Mukaddese doğru idi, sonradan bu hüküm değiştirilerek Kâbe’ye çevrildi.
Bu manaları verdikten sonra şu hususta herhangi bir ihtilaf olmadığını belirtmekte fayda vardır; Kur’an, Tevrat ve İncil’in ahkâmını nesih ettiğini beyandır. Fakat İslam’ın kendi içerisindeki hükümleri neshedip etmeyeceği ile ilgili ihtilaflar özellikle son yıllarda ciddi tartışmalara sebep olmuştur.
Kur’an Kur’anıneshedebilir mi?
Kur’an sünneti neshedebilir mi?
Sünnet Kur’anıneshedebilir mi?
Sünnet sünneti neshedebilir mi?
gibi sorular öteden beri tartışılan sorular olmuştur. Bu sorulara verilecek cevaplar çok aykırı olmamak kaydıyla kişiyi iman dairesinden çıkartmamakla birlikte aslında doğru ya da yanlış İslam anlayışlarını da görmemizi sağlayacaktır.
Yukarıdaki tanımlardan sonra şunu söyleyebiliriz: Ehl-i sünnete göre nesh, emir ve yasakların yürürlükten kaldırılması veya değiştirilmesi demektir. Allah-u Teâlâ’nın, Hazret-i Âdem’den itibaren gönderdiği dinlerin hepsi itikatta aynı, amelde ise farklıydı. Sonra bütün dinleri nesh edip, İslamiyet’i göndermiştir. Kur’an-ı Kerim 23 senede indi. Bu zaman zarfında bazı hükümler tedrici olarak indi. Bazıları ise değiştirildi. Bu meseleye aklen yapılan “din çocuk oyuncağımı ki Allah koyduğu bir hükmü neden değiştirsin” itirazı dikkate alınabilir bir itiraz değildir. Yüce Rabbimizin hükmünden ve hikmetinden sual olunmaz eğer bu mantık üzere hareket etseydik eski şeriatlerden hiçbir şeyin de değişmeden gelmesi gerektiğini iddia edebilirdik. Örneğin neden eski şeriatlarda hırsıza verilen ceza ile bizim şeriatımızdaki ceza aynı değil itirazı da bu mantıkla yapılacak bir itiraz olabilir. Fakat bu ne kadar değerli sayılabilecek bir itiraz ise malum güruhun mezkûr itirazıda o kadar değerli sayılabilir. Aslında bu itirazın temelinde neshi tam olarak fehmedememek yatmaktadır. Nitekim neshte hiç bir zaman Allah’a nazaran bilmemek ya da caymak manası yoktur. Bundan dolayı da ebediyyet kaydına bağlı (takyid) hükümlerde nesh yoktur. Bu hususta Merhum Hamdi Yazır Bakara 106. ayetin tefsirinde şu ifadelere yer vermektedir: “Nesih ancak emirler ve yasaklar gibi inşai bir manayı içeren vakıaya ilişkin bir ihbar ve ilam olmayıp, sırf icad olan ve yalnız bir iradeyi gösteren, bununla birlikte ebediyyeti nassa bağlanmamış bulunan konularda ve hükümlerde cereyan eder. Cenab’ı Allah, varlık âleminde bugün yarattığını yarın yok ederek, diğer bir şeye dönüştürmekle ilmine, kudretine, iradesine hiçbir noksanlık arız olmayacağı gibi, şeriate ait bir âlemde de başka başka zamanlarda başka başka şer’i hükümler inşa etmekle ilminde ve iradesinde haşa bir noksan değil, belki her birinde bir hikmetinin tecellisini ve kemalini göstermiş olur. Ve bunda caymak manasını düşünmek bile kabil değildir. Allah katında kararlaşmış bulunan herşey ve her hüküm yerli yerinde gelmiştir. Ve hakikatte hiçbir kelimesi değişmiş değildir.
Neshin Kur’an’da nasıl geçtiğine değinmeden önce neshe dair bilginin zarureti ve önemi ile ilgili fıkıh kitaplarımızda geçen birkaç bilgiyide buraya aktarmak istiyorum. Fıkıhçılarımıza göre neshi bilmeyen kişinin Kur’an ilimleriyle uğraşması caiz değildir. Hatta herhangi bir konuda fetva vermesi ve insanlara İslam’ı tebliğ etmesi de mekruhtur. Hz. Ali’ye (ra) atfen kitaplarda aktarılan şöyle bir olay vardır ki bu olay biraz önce bahsettiğimiz neshe dair bilginin zaruretine dair fetvaların delilini oluşturur. Ali (r.a.) mescide girdiği bir seferinde bir adamın insanları korkutmakla meşgul olduğunu görür. “Bu kim oluyor?” diye sorunca etrafındakiler: “İnsanlara hatırlatmalarda bulunan bir adamdır” derler. Hz. Ali şöyle der: “Bu insanlara öğüt verip hatırlatan bir kimse değildir, bu ben filan oğlu filanım beni tanıyın diyen bir kimsedir.” Hz. Ali ona bir haberci gönderip şöyle sorar:“Sen nasihimensuhtanayırdedecek kadar bir bilgiye sahip misin?” O: “Hayır” der. Bu sefer ona: “Mescidimizden çık git ve bu mescidde öğüt ve hatırlatmalarda bulunma.” Bir başka rivayete göre: “Nasih ve mensuhu biliyor musun?” diye sorar. O: “Hayır deyince”, Hz. Ali: “Kendin helak oldun, başkalarını da helak ettin” der. Bunabenzer bir rivayet de İbn Abbas (ra)’dan gelmiştir.
Yine bu konunun önemine binaen kitaplarda aktarılan başka bir bilgide şu şekildedir;
Huzeyfe ibnYeman (ra) şöyle dedi: İnsanlara fetva veren kişiler üç türlüdür.
1) Kur’an’ın nasihini ve mensuhunu bilen kişi
2) Kadı olarak tayin edilmiş ve başka çaresi olmayan kişi.
3) Fetva makamına layık olmayan fakat fetva veren kişi.
Ben birinci ve ikinci kişilerden değilim. Üçüncü kişi olmaktanda Allah’a sığınırım.
Meşhur âlimlerden Şeyh Hibetullahİbnü Seleme “En Nasih vel Mensuh” kitabında şöyle diyor: Selef âlimlerinden şöyle bir söz nakledilmiştir. “Kitap ilmini öğrenen fakat nasih ve mensuhu bilmeyen kişinin ameli eksiktir. Çünkü böyle bir kişi yasaklananla emredileni, mübah olanla haram olanı karıştırır. (Tefsir dersleri – Misak yayınları)
Neshin önemine atfen yukarıdaki izahattan sonra neshin hikmetine dairde birkaç şey söylemekte fayda vardır. Gerçi birkaç paragraf öncesinde merhum Elmalılı Hamdi Yazır’ın Bakara 106. Ayetin tefsirini yaparken verdiği bilgileri aktarmış olsak da hikmetine binaen söylenecek daha çok söz vardır. Nesih olayı, dinlerin temel esasları olan, Allah’u Teâlâ’nın sıfatları, kulların mutlak menfaatleri, geçmiş ve gelecekle ilgili olan haberler ve benzeri konularda cereyan etmemiştir. Hiçbir semavi din, Allah’ın (haşa) zalim olduğunu, yalan söylemenin caiz olduğunu, cennet ve cehennemin olmayacağını söylememişlerdir. Zira bunlar dinin temel esaslarındandır. Dinin detayı mahiyetindeki hükümlerde ise, nesih olayı gerçekleşmiştir. Sebebi ise, ilk yaratılışından kıyamete kadar devam eden beşeriyetin hepsinin farklı seviyede olmaları ve her seviyede olana münasip olan hükümlerin konulmasıdır. Böylece dinin temel esasları olmayan konularda bütün insanlığı çelikten kalıplar içine koymak yerine her ümmete, zamanına uygun olan veya terbiyesini icap ettiren hükümler koyulmuş olsun. Mesela İsrailoğullarının azgınlığını terbiye için onlara belli hayvanlar haram kılınmış ve Cumartesi günü avlanma yasağı konmuş onlardan sonra gelen ümmetlerden ise bu yasaklar kaldırılmıştır. (Hasan Karakaya – Fıkıh Usulü)
Hasan Hoca’nın neshin hikmetine dair yaptığı bu güzel izahtan sonra değinilmesi gereken başka bir konu ise neshedilmesiimkânsız olan hükümlerle ilgilidir.
1) Öncelikle dinin aslını teşkil eden hükümlerde nesih olmaz. Yani Allah’a, ahiret gününe iman etmeyi emreden, Allah’a ortak koşmayı ve zinayı yasaklayan hükümlerin neshedilmeleri mümkün değildir. Zira bunlar, dinden dine değişmeyen ilahi düsturlardır.
2) Yine insanoğlunun erdem kabul ettiği meselelerde ve ahlak ve faziletin temelini teşkil eden hükümlerde de zaruri istisnalar olmadığı müddetçe nesh caiz değildir. Örneğin ana babaya iyi davranma, yalan ve başkalarının hakkını yemek gibi meseleler bunlardandır.
3) Dinin naslarında zikredilen bir konuda herhangi bir hükümde “ebedi”lik kaydı varsa bununda neshi caiz değildir.
4)Vaad ve tehdit ifade eden hükümlerde neshedildiği takdirde haber verenin yalancılığını ifade eder ki (haşa) bu konuda da nesh olmaz.
5)Yine bir hükmün neshedilebilmesi için hükmün kendinin nassa dayanması gerekmektedir. Naslar dışında nesh olmaz buna göre icmaın kitap ve sünneti neshetmesi caiz değildir. Çünkü nas kat’i bir delildir ve kesinlik hükmü taşımaktadır onun hilafına icma yapılmaz.
6)Kitap ve sünnetin icmaıneshetme ihtimali yoktur; çünkü neshedenin sonra gelmesi gerekir.
Bu maddeler uzatılabileceği gibi bu kadarı ile yetinmek konunun dışına çıkmamak ve konuyu uzatmamak adına yeterlidir.
Nesih ile ilgili değinilmesi gereken diğer bir mesele ise neshin zamanıdır. Nesih, Rasulullah (sav) hayatta iken mümkündür. Onun vefatından sonra nesh yapılması imkânsızdır. Çünkü nesh vahiy ile olur Rasullulah’ın (sav) vefatından sonra ise vahiy kesildiği için nesih yapılamaz. Ayrıca nesheden delilin neshedilene eşit olması şarttır ki vahye eşit olacak hiçbirşey yoktur.
Şuana kadar söylediklerimiz genel kabul gören şeylerdi asıl ihtilaf neshin şekilleri ile ilgilidir. Neshin nasıl gerçekleştiği ve şekilleri ile ilgili de şunları söyleyebiliriz.
1) Dinler arası nesih; Bu hususta Yahudiler haricinde herhangi bir ihtilaf söz konusu değildir. Şeriatlerin ve dinlerin neshedileceği hemen hemen herkes tarafından kabul edilen bir husus olduğu için bu konuda tafsilatlı bir izaha gerek yoktur. Yüce Rabbimizin hikmetinden sual olunmayacağı gibi biz Müslümanlara da bu konuda boyun eğmek itaat etmek ve anlamaya çalışmak düşer.
2) Ayetler arası nesih:Nesh konusundan ihtilafın bariz bir şekilde yaşandığı nokta burasıdır. İslam ümmetinin hemen hemen tümü ayetler arasında neshin aklen caiz olduğunu ve fiilen de gerçekleştiği üzerinde ittifak etmişlerdir. Mutezile, Şiilerin bir bölümü ve günümüz modernistlerinin itirazları bu noktada devreye girmektedir. Aslında ihtilafın iki temel sebebi vardır. Bunlardan biri, nesih kavramını farklı şekillerde anlamalarıdır. Mesela bazı âlimler tahsis, takyid, istisna ve neshi aynı şeyler saymışlardır. Neshedilmiş ayetlerin sayısı ile ilgili de buna bağlı olarak ihtilaf mevcuttur. Meselenin anlaşılması için bu madde ile ilgili birkaç örnek verelim.
Ayetlere misaller:
a) “Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya meşru bir tarzda vasiyette bulunması -Allah’a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir hak olarak- size farz kılındı.”(Bakara 180)
Bu ayet, miras hükümlerini getiren Nisa suresinin 11-12 ve 176. ayetleriyle neshedilip hükmü kaldırılmıştır. Bu hususta Abdullah ibn Abbas (ra) şöyle diyor: “Ölenin malı, çocuklarına verilirdi. Ana babaya ise, vasiyet yapılırdı. Allah bunlardan dilediğini neshetti. Çocukların erkek olanlarına, kızların iki katını verdi. Ana babadan her birine yerine göre altıda bir veya üçte bir verdi. Eşe sekizde bir veya dörtte bir, kocaya ise yarım veya dörtte bir verdi.“
b) “İçinizden ölüp geriye dul eşler bırakan erkekler, eşleri için, evden çıkarılmaksızın bir yıla kadar geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler. Ama onlar (kendiliklerinden) çıkarlarsa, artık onların meşru biçimde kendileri ile ilgili olarak işlediklerinden dolayı size bir günah yoktur. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. Bakara 240 bu ayet şu ayetle neshedilmiştir: İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri, kendi kendilerine dört ay on gün (iddet) beklerler. Sürelerini bitirince artık kendileri için meşru olanı yapmalarında size bir günah yoktur. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”(Bakara 234)
Yine Abdullah ibn Abbas (ra) şöyle diyor:“Birinci ayette bakılmasını vasiyet etsinler ifadesi, miras ayetinde kadına verilen dörtte bir veya sekizde bir payla neshedilmiştir. Yine bu ayette geçen bir yıla kadar kalma süresi ayette geçen dört ay on gün ifadesiyle neshedilmiştir.”
c) “Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sizin üzerinize de Allah’tan korkasınız diye sayılı günler olarak oruç farz kılındı. Gücü yetenlerin, bir yoksulu doyuracak kadar fidye vermesi gerekir” (Bakara 183-184). Bu ayetteki güç yetirenler kısmı sizden her kim ramazan ayına erişirse onu oruçla geçirsin kısmı ile neshedildi.
d) “Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç ay hâli (hayız veya temizlik müddeti) beklerler. Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorlarsa, Allah’ın kendi rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helâl olmaz. Kocaları bu süre içinde barışmak isterlerse, onları geri almağa daha çok hak sahibidirler. Kadınların, yükümlülükleri kadar meşru hakları vardır. Yalnız erkeklerin kadınlar üzerinde bir derece farkı vardır. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir”(Bakara 228)
Bu ayetin, “Kocaları… onları geri almaya daha çok hak sahibidirler.” bölümü “karısını üç talakla boşayan kocanın, karısı, başka bir koca ile evlenip boşanmadan önce onu geri alamayacağını ifade eden şu ayetlerle neshedilmiştir:
“(Dönüş yapılabilecek) boşama iki defadır. Sonrası, ya iyilikle geçinmek, ya da güzellikle bırakmaktır. (Evlilikte) tarafların Allah’ın belirlediği ölçüleri koruyamama endişeleri dışında kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şeyi geri almanız, sizin için helâl olmaz. Eğer onlar Allah’ın belirlediği ölçüleri gözetmeyecekler diye endişe ederseniz, o zaman kadının (boşanmak için) bedel vermesinde ikisine de günah yoktur. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın bunları aşmayın. Allah’ın koyduğu sınırları kim aşarsa, onlar zalimlerin ta kendileridir. Eğer erkek karısını (üçüncü defa) boşarsa, kadın, onun dışında bir başka kocayla nikâhlanmadıkça ona helâl olmaz. (Bu koca da) onu boşadığı takdirde, onlar (kadın ile ilk kocası) Allah’ın koyduğu ölçüleri gözetebileceklerine inanıyorlarsa tekrar birbirlerine dönüp evlenmelerinde bir günah yoktur. İşte bunlar Allah’ın, anlayan bir toplum için açıkladığı ölçüleridir”(Bakara 229-230)
Hemen bu maddede bir örnek ile bu ayetleri nesh yoluyla değil de bağdaştırarak anlamaya çalışacak olursak önceki ayetin üç talakla boşanmayan kadınlar hakkında, son iki ayetinde üç talakla boşanan kadınlar hakkında olduklarını söyleyerek ayetleri birbirleriyle bağdaştırmak mümkündür Bu durumda nasih ve mensuh yoktur.
e) “Doğuda batıda Allah’ındır. Her nereye yönelirseniz, Allah’ın yüzü oradadır”(Bakara 144). Bu Ayeti Kerime namaz kılarken herhangi bir yere yönelinebileceğini beyan etmektedir. Kıbleye yönelmeyi emreden şu ayetle neshedilmiştir. “Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Seni sevdiğin kıbleye hemen çevireceğiz. Hemen yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Siz de nerede olursanız olun, yüzünüzü onun tarafına çevirin.”Âlimlere göre ilk neshedilen ayetlerdendir. Rasulullah (sav) yaklaşık 16-17 ay yüzünü Kudüs’e doğru çevirerek namaz kılmıştır. Fakat gönlünden geçen biraz önceki ayetle ona müjdelenmiş ve cemaat bulunduklarıyla beraber yüzlerini Beytullah’a dönmüşlerdir.
Bir kısım âlimler, kıblenin Kâbe’ye döndürülmesini beyan eden son ayetin, başka bir ayeti değil, hadisi neshettiğini söylemişlerdir. Zira Kudüs’e yönelmeyi söyleyen başka bir ayet yoktur.
f) “…İçinizde olanı açıklasanız da gizleseniz de Allah onunla sizi hesaba çeker. Dilediğini bağışlar, dilediğine de azap eder…” Bakara 284. Kulun içinden geçirdiği her şeyden hesap vereceğini ifade eden bu ayet, şu ayetle neshedilmiştir. “Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiğiyle mes’ul tutar…” (Bakara 286)
Ebu Hureyre bu ayetle ilgili şöyle diyor: “Birinci ayet inince, Rasulullah (sav)’ın sahabelerine çok ağır geldi. Onlar, Rasulullah’a gelip önünde diz çöktüler ve şöyle dediler. Ey Allah’ın Resulü! “Bizler namaz, oruç, cihad, zekât gibi gücümüzün yettiği amellerle yükümlü kılınmıştık. Sana bu ayet indi. Biz buna güç yetiremiyoruz…” Daha sonra aziz ve celil olan Allah, “Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği ile mesul tutar…” ayetini indirdi. (Müslim İman Bab 199)
g) “Ey müminler! Güçlünüz, zayıfınız hep birlikte savaşa koşun…” (Tevbe 41). Ayeti Kerimenin “zayıfınız” bölümü, özürlülerin savaşa katılma mecburiyetinde olmadıklarını beyan eden şu iki ayetle neshedilmiştir. “Allah’a ve peygamberine karşı samimi oldukları takdirde acizlere, hastalara, harcayacak bir şey bulamayanlara cihada çıkmamaktan dolayı bir sorumluluk yoktur (Tevbe 91). “Köre, topala, hastaya günah yoktur.” (Fetih 17)
Şuana kadar verdiğimiz ayetler arası neshe ait örneklerde neshe dair birçok sağlam örnek bulunmakla birlikte bu ayetlerin izahı tahsis, kasr ya da tevil gibi farklı yollarla da yapılabilir. Fakat bu durum neshin olmadığını göstermez. Çünkü neshden bahsedilen ilk eserlerde neshin tanımı ve tarifi yapılırken tüm bu tanımları da kapsayacak şekilde yapılmıştır. Dolayısıyla tahsis ya da diğer tanımlar da kadim eserlerde zaten nesh şeklinde tarif edilmiştir.
Şuana kadar yazdığımız ayetin haricinde neshe örnek verilebilecek birçok ayet daha vardır. Konunun temelini oluşturan ve daha önce girişte de sıklıkla bahsettiğimiz Nahl 101 ve Bakara 106. Ayetlere ve yukarıdaki örneğini verdiğimiz ayetlere yönelik birçok müdafaa yazısı yazılmıştır. Burada zikrettiğimiz Nahl 101 ayetinin neshe delalet etmediğini ispatlamak amacıyla birkaç nokta ileri sürülmüştür. Burada kısaca bunları zikrederek nesh inkârına delil olup olamayacaklarını görelim:
A- “Söz konusu ayet Mekkî (Mekke’de inmiş) olup, Mekke’de neshe medar olan ahkâmla ilgili ayetler henüz iniyor olmadığından, ayette geçen “değiştirme”den maksat nesh olamaz.
B- “Ayette, “Bir ayetin “yerini” başka bir ayetle değiştirdiğimizde” buyurulmaktadır. O halde sözkonusu edilen şey, ayetlerin yer değiştirmesidir. Yer değiştirme ise, ya “mekân”la veya “zaman”la ilgili bir husustur. Yer değişikliğinden maksat “mekân” olduğu varsayıldığında, Rasulullah (s.a.v) vahiyden aldığı emirle, inen ayetlerin hangi surenin neresine yerleştirileceğini vahiy kâtiplerine bildiriyordu. Sonra inen ayetler, önce inen ayetlerden sure içerisinde de öne alınabiliyordu. Böylece surede “takdim-tehir” gibi bir tertip değişikliği meydana geliyordu. Yani ayetlerin yerleri değişiyordu. Ehl-i Kitab’ın veya itiraz konusunda onlardan taktik öğrenen müşriklerin bu duruma itiraz etmiş olmaları muhtemeldir. Böylece ayetin bu durumu diye getiriyor olması ihtimal dâhilindedir.
Ayette, bu anlattığımız yer değişikliği ihtimalinin kastedildiği gözönünde bulundurulmakla birlikte, bizce zaman değişikliğinin kastedilmiş olması ihtimali daha kuvvetli görünmektedir. Şöyle ki: Ayette sözkonusu edilen “ayet”ten maksat “risalet”tir. Yani Muhammed (s.a.v)’in peygamber olarak gönderilmesiyle Hz. Musa ve Hz. İsa’nın risalet dönemlerinin son bulduğu, yerlerine Muhammed’in (s.a.v) risaletinin kaim olduğu ifade edilmektedir. Bu ve bunun gibi itirazlar başta Said Şimşek’e ait İki mesele adlı kitapta ve Süleyman Ateş’e ait birçok makale ve tefsirinde sürekli olarak gündeme getirilmektedir. Bu iki iddiayı önemli gördüğüm için ve zamanında içinden çıkmakta zorlandığım için bu iddiaların açıklanmasında fayda görüyorum. Muhterem Ebubekir Sifil hoca bu yazılanlara aşağıdaki yazı ile cevap vermektedir;
Önce ilk itirazdan başlayalım:
A- Bu ayetin Mekkî olması, Kur’an’da belirtilen bir husus olmadığına göre, bu hususu bize bildiren tek kaynak rivayetler olmaktadır. Usûl açısından, bu noktada rivayetlere güvenip de, Kur’an ayetleri arasında nesh cereyan ettiğini bildiren rivayetlere güvenmemenin (burada kasdettiğimiz “rivayetler”, Sahabe’den nakledilen haberlerdir) hiçbir mantığı yoktur.
Öte yandan Mekke’de neshe medar olan ahkâmla ilgili ayetlerin henüz iniyor olmadığını söylemek de doğru değildir. Nitekim rivayetler Hz. Peygamber (s.a.v)’in Mekke’de iken (Miraç’dan önce) iki rekât sabah, iki rekât da akşam vakti olmak üzere günde iki vakit namaz kıldığını anlatmaktadır. Bu, tamamen ahkâmla ilgili bir husustur. Dolayısıyla Mekke döneminde de –az da olsa– nesh cereyan etmiştir.
B- Ayette zikredilen hususun, “zaman” veya “mekân” ile ilgili bir değişikliği anlattığı iddiasına gelince, herşeyden önce ayetin tamamı ele alındığında böyle bir yorumun mümkün olmadığı görülür. Zira ayetin devamında, inkârcıların, Hz. Peygamber (s.a.v)’i iftiracılıkla suçladıkları ifade edilmektedir. Dolayısıyla eğer bu ayeti, Kur’an ayetlerinin, içinde yer aldıkları surelerdeki yerlerinin değiştirilmesini anlattığı şeklinde yorumlayacak olursak, burada inkârcıların bu tepkisine ve itirazına bir anlam vermemiz mümkün olmaz. Bu açıklama, sözkonusu ayetin mekân değişikliğini anlattığı şeklindeki yorumu geçersiz kılmaktadır.
Ayetin, “risalet” anlamına geldiği ve zamanla ilgili bir değişikliği, yani Hz. Musa ve Hz. İsa’nın (a.s) risaletleri döneminin son bulduğu ve artık Hz. Peygamber (s.a.v)’in risalet döneminin başladığını anlattığı iddiasına gelince, ayetin bağlamı böyle bir iddiayı geçersiz kılmaktadır. Zira 101 numaralı bu ayetten başlayarak ileriye doğru 105. ayete kadar gidildiğinde, hep inkârcıların Kur’an ayetleri hakkındaki itirazlarının cevaplandırıldığı ve meselenin tamamen Kur’an ayetleri etrafında işlendiği görülecektir.
Kaldı ki, buradaki “ayet”in “risalet” anlamına geldiğini söylemek de başlı başına zorlama bir yorumdur ve dahi “O halde sözkonusu edilen şey, ayetlerin yer değiştirmesidir” şeklindeki yorum da bunu iptal etmektedir. Zira buna göre ayetler aynen mevcuttur; sadece yerleri değiştirilmiştir. Ancak risalet olayında böyle birşey söz konusu değildir…
3. Hadisler Arası Nesih
Neshin şekillerinden biri de hadislerin birbirlerini neshetmeleridir. Çok küçük bir iki fırkanın dışında bütün İslam alimleri, hadislerin birbirlerini neshettikleri hususunda ittifak etmişlerdir.
Bu konuya örnekler aşağıdaki gibidir;
a)Kabirleri ziyaretin yasaklanıp sonra serbest bırakılması:
“Allah kabirleri çok ziyaret eden kadınlara ve kabirlerin üzerine mescidler yapanlara, kandiller takanlara da lanet etsin” (Tirmizî, Cenâiz 61).
“Resûlullahaleyhissalâtuvesselâm’la birlikte bir ölü defnettik. Defin işi bitince Aleyhissalâtuvesselâm’la birlikte ölünün (çıktığı evin) kapısının hizasına kadar geldik. Orada gelmekte olan bir kadınla karşılaştık. Zannımca, Aleyhissalâtu vesselâm onu tanıdı. Bu, Hz. Fâtıma radıyallahuanhâ idi.
“Evden niye ayrıldın?” diye sordu.
“Şu ölünün sahibine geldim. Ölülerine olan merhamet duygularımı onlara ifade ettim. (Allah rahmet etsin dedim) -veya ölüleri sebebiyle onlara taziyede (başsağlığı dileğinde) bulundum-” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Belki sen onlarla birlikte kabirlere kadar vardın!?” dedi. Hz. Fâtıma:
“Allah korusun! O hususta sizin zikrettiğiniz günahı işittim, (hiç kabre kadar, gider miyim!)” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Eğer onlarla kabirlere kadar gitmiş olsaydın…” diyerek ciddî bir tehditte bulundu. (Ebu Davud Cenaiz 26)
Bu hadislerden sonra Rasulullah (sav) “Ben sizlere kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamıştım. Artık onları ziyaret edin. Kurban etlerini üç günden fazla bekletmenizi yasaklamıştım. Artık onları uygun gördüğünüz kadar bekletin…” (Müslim Cenaiz 106)
Görüldüğü gibi Rasulullah, önce kabirleri ziyaret etmeyi ve üç günden fazla kurban etlerini bekletmeyi yasaklamışken daha sonra açık bir şekilde bunu neshettiğini bizzat kendisi beyan etmektedir.
b) Muta nikâhının serbest bırakılıp sonra yasaklanması:
Sahih olan görüşe göre, Rasulullah’ın döneminde bu nikâh, önce serbest bırakılmış, sonra yasaklanmış, tekrar serbest bırakılmış ve sonra kıyamete kadar yasaklanıp haram kılınmıştır. Konu ile ilgili Sahih-i Müslim’in nikâh bahsinde hadislerde mevcuttur. Bu hususta İmam Nevevimut’anikâhı iki kere helal kılınmış ve iki kere de yasaklanmıştır diyerek konunun ayrıntılarını anlatmıştır.(Devam Edecek)
NOT: Bu yazı Genç Birikim Dergisinin 180.Sayısında( Mayıs 2014) Yayımlanmıştır.