Namaz, Müslümanın kesinlikle ihmal etmemesi gereken ibadetlerden biridir. Allah’a kulluk etmenin, boyun eğmenin bir ispatıdır. Nasıl ki sağlam bir bina yapmak için kaliteli demir, kaliteli çimento, kaliteli kum kullanılması gerekiyorsa ve kullandığımızda binanın sağlamlığı, kalitesi ortaya çıkıyorsa, Allah dilemedikçe sağlam olması sebebiyle sarsıntılara dayanıklı oluyorsa sağlam bir Müslümanın da ana kaynağı, gerçekten Allah için kılınan namazdır. Çünkü namazın hakkını vererek kılan biri; haramlardan, yasaklardan uzak duracaktır. Yani yalan konuşma alışkanlığı olmayacaktır, emanete ihanet etmeyecektir, borcuna sadık olacaktır, zinadan uzak duracaktır, faizin yakın semtinden geçmeyecektir, tağutlara meyletmeyecektir, kötü insanlarla beraber olmayacaktır. Çünkü namaz onu koruyacaktır, uyaracaktır, o tip eylemlere, davranışlara yeltendiği anda hemen devreye namaz girecektir. “Ben namaz kılıyorum, bunları yapamam, olmaz.” deyip hemen uzaklaşacaktır. Ama şunu da unutmamalıyız; gerçekten kılınan namaz koruyacaktır, huşu içinde kılınan namaz koruyacaktır, hakkıyla kılınan namaz koruyacaktır. Namazın hakkını vererek kılmak nasıl oluyor, hiç düşündük mü? Namazı kılarken aklımız işte olursa; para kazanmada, mal mülk peşinde koşmakta olursa, dünyalık kazançlarda olursa kesinlikle namazda huşuyu yakalayamayız. Bakın rabbimiz müminlerden nasıl bahsediyor: “Muhakkak ki müminler felah bulmuştur. Onlar, namazlarında huşu içindedirler. Onlar ki boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler.”(Müminun 1-2-3)
Anlıyoruz ki müminlerin, namazlarında huşu içinde olmaları ve yararsız işlerden yüz çevirmeleri gerektiğini, kurtuluşun ancak o zaman olacağını anlatmakta; rabbimiz bizleri de düşünüp ibret alalım diye uyarmaktadır.
Ama ne yazık ki Müslümanlar, huşu içinde namaz kılmak yerine, namaz kılmamayı tercih etmekteler. Namazın değeri ne yazık ki Müslümanlar arasında yok denecek kadar azaldı. Namaz, sadece cenazelerde, bayramlarda bir de cuma günleri kılınan bir ibadet şeklini aldı. İşine, aşına, arabasına, evine, modasına dikkat eden, değer veren Müslümanlar; namaza gelince sanki felç geçirmiş hasta gibi sessiz kalmaktalar. Namazın değerinin kalmadığı toplumdan maalesef hayır gelmez.
Nitekim bir rivayete göre, Hz. Ömer, şahit olduğu olaydan sonra evine götürülmüş ve bir ara bayılmıştır. Gözlerini açtığı zaman, günün ağardığını görünce oradakilere sormuş: “İnsanlar namazlarını kıldılar mı?” diye sormuş, “Evet” cevabını alınca da “Namazı terk eden kimsenin, İslam’dan nasibi olmaz.” demiş ve abdest alıp namaz kılmıştır. (bk. İbn Hacer, Fethu’l-Bari, 7/64)
İslam’dan nasibimiz olması için, namaza gerektiği değeri vermemiz gerekir. Ne yazık ki günümüzde Müslümanlar sabah namazını uykuda geçiriyor, öğle namazını paydoslarda, yemek yemeyle, boş işlerle geçiriyor, ikindi namazını iş telaşı, para kazanma hırsı ile geçiriyor, akşam ve yatsı namazlarını ise telefonda, sosyal medyada, televizyonda dizi ve sinemalarla geçiriyor, ondan sonra diyor ki “Hiçbir şeyin bereketi yok, hiç huzur yok.” diye yakınıp duruyor. Allah’ın razı edilmediği, emirlerinin hiçe sayıldığı ortamlarda hiç hayır, bereket olur mu? Elbette olmaz değil mi? Bereketi bulmak için bereketli işlerle, hayırlı işlerle meşgul olmalıyız ve Allah’ın rızasını kazanmalıyız.
Peygamber efendimiz şöyle bir uyarı yapmaktadır: “Güvenilirliği olmayanın kâmil imanı yoktur. Temizliği olmayanın namazı yoktur. Namazı olmayanın dine bağlılığı yoktur. Dinde namazın yeri, bedende başın yeri gibidir.”
(Camiü’s-Sağir, No: 9705)
İslam’ın kurallarından biri namazdır, namaz olmadan din olmaz. Namaz olmadan tam olarak Müslüman olunmaz. Dünyalığa çok değer veren Müslümanlar dine, dinin kurallarına gelince “Doğru söylüyorsun ama…” diyorlar ve “ama” diyerek dine muhalefet ediyorlar, şirke girmekten de hiç çekinmiyorlar. İslam’ın kurallarından bir tanesini duyan sahabeler “İşittik ve itaat ettik.” diyorlardı, söylenmesi gereken sözün özü buydu. Şimdiki Müslümanlar maalesef muhalefet etmekten geri durmuyorlar.
Ebu Umame (ra) şöyle dedi: Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “İslam’ın düğümleri bir bir çözülecektir. Her bir düğüm çözülünce insanlar bir sonrakine yapışırlar. İlk çözülecek düğüm, hükümdür yani yönetimdir. En son çözülecek düğüm ise namazdır yani namazın terkidir ”
(Ahmed bin Hanbel Müsned 5/251, İbni Hibban, Tergîb ve Terhîb 1/528)
Nitekim “Yönetim şeklini insanlar Allah’tan aldılar ve yaratılmışlara verdiler, ondan sonra Allah’ın kurallarından bir bir uzaklaşmaya başladılar. Müslümanlardan daha sonra namaz düğümü çözülecek.” diyor efendimiz. “Namaza sahip çıkın.” diyor. Ne yazık ki Müslümanlar, namazı da terk ettiler “Benim kalbim temiz.” diyerek, kendilerini kandırıp şeytanla birlikte saf tuttular. Sabahlara kadar namaz kılan Efendimizi hiç mi hiç örnek almadılar. Yani cennetle müjdelenen Efendimiz, namazı hiç terketmedi de şimdi “Benim kalbim temiz” deyip namazı değersizleştirme gayretine giren Müslümanlar, bu şekilde cennete gideceklerini mi umuyorlar?
Namazı hafife alıyor günümüz Müslümanları. Namaz kılanlar da kılmayanlar da… Namaz kılanların birçoğu, namaz kılmayı bilmiyor. Okunucak sure ve duaları tam bilmiyor; rükusuna, secdesine dikkat etmiyor. Dünyalık tüm işlerinde o işi iyi analiz edip öğrenme çabasına giriyor. Yaşı kırk veya elliye girenler lise diploması, üniversite diploması almak için mücadele ediyor ama namaza gelince yarım yamalak bilmek ona yetiyor. Sanki dünyada ebedi kalacak, ahirette ise belirli bir süre kalacakmış gibi yaşantısına devam ediyor. Hâlbuki dünya geçici, ahiret ise ebedi değil miydi? Rabbimiz bizleri ayetinde de şu şekilde uyarıyor: “Dünya hayatı oyun ve eğlenceden ibarettir. Şüphesiz, ahiret yurdu korkup sakınanlar için daha hayırlıdır. Akletmez misiniz?” (Enam 32)
Akletmemizi söylüyor rabbimiz ve bizlere şöyle diyor: “Ve yemin olsun ki biz, Kur’an’ı düşünülmek için kolaylaştırdık. Fakat düşünen var mı?” (Kamer 22)
Düşünüp akledenin olmadığını söylüyor rabbimiz. Kur’an-ı Kerim bizlere her şeyi açıklamıştır fakat insanlar, farklı yollarda dolaşmaya devam etmekteler.
Namaz kılan bir kısım Müslüman ise yine namaza gereken değeri vermeyip namazlarını vaktinde kılmamakta. Bir kısmı son dakikada namaz kılıp diğer vakte beş on dakika kala, alelacele namaz kılmakta, bir kısmı ise işine, makamına, patronuna verdiği değeri namaza vermeyip namazlarını kazaya bırakabiliyor. Bunu âdet hâline getirenlerin bir kısmı ise hepsini akşam evde kaza edip toptan kılma cehdine gidiyor fakat yemek yeme işini hep vaktinde yapıyor, çay içme saatini hiç kaçırmıyor. “Mademki namazları toptan kılmak oluyor, yemeklerini de akşam toptan yesen olmaz mı?” dendiğinde kaçamak cevaplar vermeye geçiyor. Efendimiz hangi durumlarda kaza olacağını da bir hadisinde şöyle belirtmiştir: Resul-i Ekrem (sav), “Kim namazı unutursa veya uyuyup kalırsa hatırlayınca onu kılsın. Onun kefareti ancak budur.” (Müslim, Mesâcid, 315 [684]; bkz. Buhârî, Mevâkîtü’s-salât, 37 [597]) buyurmuştur.
Yine Hz. Peygamber (sav), Hendek Savaşı sırasında, harbin şiddetlenmesi nedeniyle ikindi namazını kılamamış; bunun üzerine “Bizi ikindi namazından alıkoydular. Allah da onların evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun.” diye beddua etmiş ve ikindi namazını akşam namazı vaktinde kaza etmiştir. (Müslim, Mesâcid, 205 [627]; bkz. Buhârî)
Unutmak ve uyumaktan başka namazı terk etmek, kaza etmek namaza verilen değeri ortaya koymaktadır.
Bakın savaş anında dahi namazı kılamadığı için üzülen Peygamber Efendimiz (sav) var. Bir de ümmeti dünyalık işler için namazları askıya alıyor.
Bir kısım Müslümanlar ise namazı o kadar değersizleştiriyor ki bir gün kılıyor, bir gün kılmıyor, işi çoksa bir hafta terk ediyor, sonra yine devam etmeye başlıyor, işi biraz daha çoğalırsa iki hafta, bir ay derken terk edebiliyor, daha sonra bu, alışkanlık hâline geldiğinden işin yoğunluğuna göre tamamen terk edip sadece cuma namazlarına gitmeye başlıyor. Namazı hiç kılmayanlarla beraber bir yol tutup o şekilde cennete gitmeyi arzuluyor.
Namaza değer verenleri görmek istersek Gazze’ye bakabiliriz. İşgalci İsrail’in tüm zulümlerine rağmen, sabrederek namaza devam ediyorlar çünkü rabbimiz de öyle diyor: “ Öyle ise siz beni (ibadetle) anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın bana nankörlük etmeyin! Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.” (Bakara 152-153)
Yani şunu anlıyoruz ki hangi şart altında olursak olalım, namazı terk etmememiz gerekiyor.
Namazı terk edip kılmayanlarla ilgili mezhep imamlarımız ne diyor bu durumla alakalı?
Bütün alimler namazın akıllı, buluğ çağına girmiş, hayız ve nifastan temizlenmiş, deli olmayan, baygın bulunmayan her Müslüman’a farz olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Yine tüm alimler namazı inkar edenlerin kâfir olacağı hususunda ittifak etmişlerdir.
Hanefilere göre tembellik sebebiyle namazını kılmayan kişi fasık olup böyle bir kişi hapsedilir ve namazı kılıp tevbe edinceye kadar vücudundan kan akacak şekilde dövülür. Ya tevbe edip namazını kılar yahut hapishanede ölür. Ramazan orucunu terk eden kimse de bunun gibidir.
Hanefiler dışındaki diğer imamlara göre bir vakit de olsa özürsüz olarak namazı terk eden kimse mürtet de olduğu gibi, üç gün tevbeye çağrılır, tevbe etmezse öldürülür. Maliki ve Şafiilere göre, ceza olarak (hadden) öldürülür, kâfir olduğu için öldürülmez. Yani bu kişinin kâfir olduğuna hüküm verilmez. Ancak zina, iftira, hırsızlık ve benzeri suçlardan dolayı cezalandırıldığı gibi, ceza olarak öldürülür. Böyle bir kimse öldürüldükten sonra yıkanıp cenaze namazı kılınır. Müslümanların kabristanına defnedilir.
İmam Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir: “Namaz kılmayan, kâfir olduğu için öldürülür çünkü Allahu teala şöyle buyuruyor: “Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekâtı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Allah yarlığayan, esirgeyendir.” (Tevbe 5)
Bu ayeti delil gösterip namazı kılmayan serbest bırakılma şartını yerine getirmemiş olur, dolayısıyla öldürülmesi mübah olarak kalır, namazını kılmayan kimse bu sebeple serbest bırakılmaz.
Daha ayrıntılı öğrenmek için Vehbe Zuhayli İslam Fıkhı kitabı, birinci cildine bakılabilir.
Nitekim mezhep imamları; namazı kılmayanlar, hafife alanlar, değersiz görenler için ağır hükümler vermektedir. Hepsinin de delilleri Kur’an ve sünnette sabittir. O yüzden namazı hafife almak, kılmamak çok büyük bir sıkıntıdır. Namaz kılmayanlarla ilgili bazı ayetler şöyledir:
“Günahkârlara, sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir, diye uzaktan uzağa sorarlar. Onlar şöyle cevap verirler: Biz namaz kılanlardan değildik.” (Müddessir 42-43)
“Onlardan sonra öyle bir nesil geldi ki namazı kılmadılar ve şehvetlerine uydular, onlar yakında Gayya kuyusuna gireceklerdir.” (Meryem 59)
Bazı hadislerde de Efendimiz (sav) şöyle buyurmaktadır: “Kişi ile küfür arasındaki fark, namazı terk etmektir.” (Buhari, Nesai, Kütüb-i Sitte ve İmam Ahmet rivayet etmiştir.)
“Küfür ile imanın arasında, namazı terk etmek vardır.” (Tirmizi 2751)
Nitekim namazı terk etmekle, değersiz görmekle ilgili birçok hadis ve ayet vardır. Namaz kılmayanlar, dünya hayatı bitmeden bir an önce tevbe edip namaza başlamalıdır çünkü ahirette çetin bir azap ve hesaplaşma olacaktır. Rabbim bizlerin günahlarını affetsin, kıldığımız namazları hakkıyla kılanlardan eylesin, namaz kılmayan kardeşlerimize de kılmayı nasip etsin. Amin.
Faydalanılan Kaynaklar:
– Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim
– İslam Fıkhı Ansiklopedisi (Prof. Dr. Vehbe Zuhayli)
– Fethu’l Bari (İbn Hacer el-Askalani)
~ Emrah Doğru ~