Bismillâhirrahmânirrâhîm…
“Kim İslâm’dan başka yaşayacağı bir din, bir düzen, bir medeniyet ararsa, bilsin ki, Allah huzurunda kendisinden böyle bir din, böyle bir düzen asla kabul görmeyecek, ahirette, ebedî yurtta da zarara uğrayanlardan olacaktır” (Al-i İmran, 85).
İdeoloji, gerçekte tam olarak nedir? İdeoloji; bir fikir, bir düşünce ve bir sistem olarak insanlık için ne ifade ediyor? İdeoloji, beşeri aklın tüm kudretini kullanarak ortaya koyduğu en mükemmel yaşam biçimi midir? İdeoloji, insan aklının masumca ürettiği salt bir yaşam tarzından ibaret olan iyi niyetli bir yönetimsel sistem midir? Ya da ideoloji bir din midir? Aslında bu ve buna benzer soruları çoğaltmamız gayet mümkündür. Ancak asıl amacımız, gerçekte, ideolojinin ne olduğunu ve aynı zamanda hangi amaçla insan hayatını neredeyse bütünüyle kuşatıp, ele geçirdiğini anlayabilmektir. Bugün dünyadaki insanların büyük bir çoğunluğu, nasıl bir sistemin kölesi olduğunu ve gerçekte neye hizmet ettiğini, daha doğrusu, neye kulluk ettiğini bilmemektedir.
Beşeri ideolojilerin çıkış noktasında her yönüyle aciz bir varlık olan insanın, aslında Yüce Allah’a karşı isyan edişinin sonucunda ortaya çıktığını rahatlıkla söyleyebiliriz. İnsan, kendi aklını referans kabul edip, vahyin emirlerini reddetmeyi tercih ettikten sonra aslında aklını ve hevasını ilah edinmiş olmaktadır. Bu durumun, insan için sapkınlığın en son raddesi olduğu da böylelikle anlaşılmış olmaktadır. Sapkınlığın zirvesine ulaşan insan, tıpkı iblis gibi Rabbine isyan etmiş ve tamamen yozlaşmış bir varlık haline dönüşmüş olmaktadır. Ve insan, bir kere bu yola girince, dünya da insanın bu korkunç hatasının sonucu olarak geri dönüşü çok zor olan bir köleliğin yolunu açmış oldu.
Gerçekte ideoloji, sınırları olan düşük insan zekâsının uydurup, hayata uyarlamaya çalıştığı bir sapkınlıktan başka bir şey değildir. Ancak insanın bu hatalı girişimi, basit olarak asla kabul edilemeyeceği gibi aksine bugün insanın varoluşuyla başlayan büyük çatışmanın ortaya çıkışının da asıl sebebidir. Burada, büyük çatışmadan kastettiğimiz olgu, aslında beşeriyetin ancak Rabbine kul olmasının karşısında kendi türünden olan başka insanlara, insan aklına veya insanın kendi hevasına kul olmasıyla ilgilidir. O halde insanı yoktan var eden Yüce Allah, Al-i İmran suresi, 85. ayetinde buyurduğu gibi; Allah’ın insan için seçtiği en mükemmel yaşam biçimi olan İslam dininden başka bir sistem, başka bir din ister arasın isterse de bu dini kendi üretsin, hiç fark etmez; çünkü bu uydurulma, dinin asla ondan kabul etmeyeceği ve sonuç olarak da Allah’ın azabına maruz kalmaktan başka bir çıkar yolunun da olmayacağı çok açık ve net bir biçimde ifade edilmiştir. Hal böyle iken insanlık, nasıl bir aldanmanın içinde bulunuyor ki; kendi elleriyle kendi sonunu hazırlamasına rağmen bu durumun hiç farkında da değildir. Gerçekten de şaşılacak bir durum…
İnsanlık tarihi boyunca Yüce Allah’tan gelen dosdoğru bilgi olan vahyi bir kenara bırakıp, kendi aklıyla ve hevasıyla meydana getirdiği sistemin bir parçası, daha doğrusu var ettiği kusurlu sistemin sadık bir kölesi haine dönüşmesi de insan için ayrıca esefle anılması gereken bir durumdur. Ancak gerçekler acı da olsa apaçık ortada durmaktadır.
Ne yazık ki hepimiz, ideolojinin kurbanlarıyız. Bugün farklı isimler olarak karşımıza çıkan ideolojik sistemlerin tamamı; adalet, eşitlik, özgürlük ve insan yaşamına değer verme gibi kavramları birer araç olarak kullansa da bunların, aslında ideoloji tarafından sadece edebi birer söylem olarak kullanmaktan öteye geçmediği, dikkatle bakan bir kişinin gözünden asla kaçmayacaktır. İnsana asıl özgürlüğü, adaleti, eşitliği ve bu dünya yaşamında insanca yaşamayı vadeden tek gerçekliğin İslam dini olduğu hakikati unutulmadan, tüm beşeri ideolojilerin bütünüyle reddedilmesi gerekmektedir. İnsanın, Kelime-i Tevhid’i söyleyerek Müslüman olmayı kabullenişinin özünde, bu büyük reddediş yatmaktadır. Çünkü iman etmek (La İlahe İllallah), önce beşeri ideolojileri, İslam dışındaki tüm dinleri reddetmeyle başlar. Ve Müslüman, ancak Allah’a kulluk etmeyi ve sadece O’na teslim olup boyun eğmeyi tercih etmiş olmaktadır. Ve Müslüman, insanların en özgür bireyidir. Çünkü o, kendisine özgürlük verene boyun eğerek olması gereken özgürlüğü kazanmış olmaktadır.
Bugün beşeri ideolojilerin yönettiği tüm ülkelere baktığımızda gerçek anlamda adaletli bir yaşam, eşitliğe dayalı bir hayat veya insan haklarına yeterince önem veren bir yönetim şeklini maalesef görememekteyiz. Dünyayı kendi çıkarları için sömüren, yöneten ve manipüle eden Batılıların da ciddi anlamda bir krizin içinde olduğu, çok büyük bir buhran yaşadığı, kendi düşünürleri tarafından itiraf edilmektedir. Batı medeniyeti, tüm görkemine ve ihtişamına rağmen çöküşün eşiğine gelmiştir. İnsanlığın içinde bulunduğu buhranı aşacak çözüm önerisinin olmayışı, bu durumun çok yakında yıkıcı bir şekilde tüm dünyayı kasıp kavuracağı da aşikârdır. Bu çöküşün Batı tarafından sadece iyi saklanmakta olması, çok ustaca gizlenmesi, gerçekte bu çöküşün çaresizce yavaşlatılma çabasından öteye geçmemektedir. Dolayısıyla bu faydasız girişimin sadece büyük çöküşün insanlık tarafından tam olarak hissedilmesini kısa bir süre ertelemekten başka hiçbir şeye yaramayacağını da ortaya koymaktadır. İnsanlığın aşması gereken bu gerçek, ne kadar gizlenirse gizlensin sonuçta kaçınılmaz bir son olarak elbet gerçekleşecektir. Bunu, çok iyi bilen Batı, kaçınılmaz sonunu elinden gelebildiğince ertelemeye çalışmaktadır. Bu gerçeği, kendisinin adeta birer kölesi haline getirdiği insanlıktan da mümkün olduğu kadar gizlemeye çalışmaktadır.
Oysa Yüce Rabbimiz: “(Kâfirler) istiyorlar ki Allah’ın nurunu, (İslâm dinini) ağızları ile (kötü söz ve iftiraları ile) söndürsünler. Allah ise nurunu tamamlayacaktır; isterse kâfirler hoşlanmasınlar!” (Saf suresi, 8. ayet) buyurmaktadır. Nitekim ayet-i kerimeden de anlaşıldığı gibi Yüce Allah, “nur”unu mutlaka bihakkın tamamlayacaktır. İnsanlığın değişmeyecek mutlak kaderi de ancak budur. Çünkü insanın yaratılış amacına en uygun olan din, en mükemmel yaşam tarzı işte bu nurdur. Yani İslam dinidir. Bunun bilincinde olan Batı, ellerindeki tüm gücü kullanarak bu gerçeği durdurmaya çalışmaktadır. Ancak başarı da zafer de ancak Allah’ındır. O, dilediği kullarına, dilediği zamanda elbette lütfedecektir. Bu konuda bir müminin hiçbir şüpheye yer vermeksizin inancını sebatla, kararlılıkla sürdürmesi gerekmektedir. Ayrıca bu inanç, salt pasif bir histen ibaret de olmamalıdır. Çünkü iman, inanç aksiyon ve büyük bir mücadele gerektirmektedir.
Tüm bu gerçekliliğe rağmen ideolojinin tutsağı haline getirilmeye çalışılan Müslümanların, gerçekte ideoloji saçmalığının ne olduğunun iyice ayırdına varması gerektiği de asla gözden kaçırılmaması gereken önemli bir husustur.
Doğrusunu isterseniz tüm insanlık, maalesef bugün ideoloji denen çöplüğün içerisinde yaşıyor. Evet, ideoloji, insanlığın zayıf aklının meydana getirdiği devasa bir çöplükten başka bir şey değil. Hepimiz, bu çöplükten besleniyor ve bu çöplükte hayatlarımızı idame ettirmeye çalışıyoruz. Ancak bu çöplüğün gerçekte bir çöplük olarak görülememesinin elbette önemli birçok nedeni var. Bunlardan en dikkate değer olanı, ideolojinin insanı aldatmak için kullandığı at gözlükleridir. Aslında ideolojinin önce insanlığa zorla taktığı bu at gözlüğü, sonra insanlar tarafından atalarından kalmış bir miras gibi sahiplendiği ve olmazsa olmaz kabul ettiği bir aksesuardır. Hayata ideolojinin verdiği at gözlüğüyle bakan insanlık, doğal olarak ideolojinin bu hayatta üretmiş olduğu tüm araçları da normal ve gerekli bir şeymiş gibi kabul etmektedir.
İdeolojinin; demokrasi, insan hakları, eşitlik, özgürlük, adalet vb. söylemlerinin altında yatan gerçek nedenin de sadece insanlığı köleleştirme çabasının bir sonucu olduğu, asla unutulmamalıdır. Söz gelimi insan hakları bağlamında söylenen şu baştan çıkarıcı cümleye bakalım: “Bütün insanlar eşittir.” Yoksa gerçekte bu söz, “Bazı insanlar daha eşittir.” anlayışının maskelenmesi olabilir mi? Ya da “Adalet, tüm insanlığın doğal hakkıdır” yerine “Adalet, güçlülerin sahip olduğu, zayıfların asla sahip olamayacağı bir düş, bir hayal” düşüncesinin çarpıtılmış bir halinden başka bir şey midir?
Aslına bakarsanız tüm beşeri ideolojilerin, tüm o sözüm ona “mükemmel” kurgusunun altında yatan tek bir gerçek vardır. O gerçek, bazı insanların daha rahat, daha konforlu, daha eşit ve daha adil yaşayabilmesi için geriye kalan büyük çoğunluğun ezilip, sömürülmesinden başka bir şey değildir, dersek herhalde yanılmış olmayız.
Gücü elinde tutmak için her türlü çabayı yapmaya çalışan elit bir azınlığın, geriye kalan tüm insanlık üzerinde oynadığı bu korkunç tiyatronun ideoloji olarak benimsetilme çabasının acil olarak kabul edilmesi ve insanlığın büyük bir uyanış, büyük bir direnişle bir an önce bu saçmalığı son vermesi, onu yerle bir etmesi gerekmektedir. Bu sapkınlığı yok edebilmenin en doğru yolu, elbette İslam’a sımsıkı sarılıp onun emrettiği yöntemle uygulamaya koyulmaktır.
Günümüz Müslümanları, her ne kadar ideoloji denen sistemlerin kölesi olarak bu çöplükte yaşamaya mecbur bırakılmış olsalar da, insanlık için büyük bir kriz, insanlık için aşılması gereken bir buhran olan bu ideoloji saçmalığını yok edebilecek, onu tamamen ortadan kaldırabilecek hakikat bilgisine ve gücüne sahip olduğunu hatırlamalıdırlar. Hablullah’a tüm benliğiyle sarılması gereken Müslümanlar; Rabblerinin mutlak manada yerine getirilmesini istediği bir emri, hem kendi iyilikleri için hem de tüm insanlığın iyiliği için yapmak zorunda olduğu şuurunu da hatırda tutarak, bir an önce harekete geçmeleri gerekmektedir. Artık ideolojinin maskesi yere düştüğüne göre harekete geçmenin de zamanı gelmiş demektir. “Zamanı gelmiş bir fikri, hiçbir güç durduramaz.”
Allah’ın selamı üzerinize olsun.
İslam DOĞUBEY