Müslümanca Yaşamak İçin İlim ve Amel
Arşiv Yazarlar

Müslümanca Yaşamak İçin İlim ve Amel

Bismillahirrahmanirrahim…
“Seni, her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti her şeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin” (Bakara, 2/32).
Modern zamanın esir aldığı insanlığın yegâne kurtuluşu ancak İslam’dır. İslam dini öyle mukaddes bir içeriğe sahiptir ki; insanlık için dünya hayatını adil, eşitlikçi ve olması gerektiği kadar özgürlük sağlayan alternatifsiz bir din konuma getirdiğini söylersek yeridir. Bu din, hiçbir beşeri ideolojinin vaat edemediği, hiçbir insandan türeyen fikrin ön göremediği hayat tarzını insana adeta armağan eden bir niteliğe, bir yetkinliğe sahiptir. Dolayısıyla bu mukaddes dinin insanın sorunlarına çözüm üretebilecek yeterli bilgi ve hikmete sahip olduğu da gün gibi ortadadır. Öyleyse liberal kapitalizmin insanı konfor ve haz tuzağı içerisinde kısır bir döngüye hapsetmesini ve bu esaret altında geçen anlaşılması zor olan absürt hayat tarzını sonlandıracak olan şeyin de yine İslam olduğunu ifade etmemiz pek mümkündür. Modern çağın müsait zaman Müslümanlarını, boş zamanlarında İslami hareketçiliğe vakit harcamaya çalışan tabiri caizse part time Müslümanlarını adeta esir alan haz, bencillik, konfor vb. dünyevi arzuların aldatıcılığından kurtarabilecek tek doğrunun; İslam’daki temel kaynaklar olan Kur’an ve sahih sünnettin ihtiva ettiği bilgiden başka bir şey olmadığı da anlaşılmış olmaktadır.
Hakikaten günümüzde bulunan modern toplumlar; önyargısız ve objektif bir yaklaşımla İslam’ın öğretilerine kulak verecek olurlarsa aslında insanın varoluşuyla beraber başlayan ve uzun yıllar boyunca arkasından koştuğu anlam arayışı ve aynı zamanda arayıp da bir türlü bulamadığı ideal yaşamı, İslam’da bulacaktır. Ancak tüm insanlığı kuşatan ideolojik düşünceler, bu gerçeğin görülmesinde büyük bir engel olarak durmaktadır. Aslında bir yanılsamadan ibaret olan ideolojinin en güçlü silah olarak kullandığı bilginin gerçekte ne olduğu ve nasıl bir amaca hizmet ettiği de anlaşılmadan bu sorunsaldan çıkmak mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla günümüzde bilgi, ilim ve hakikat kavranmalarının çoğu zaman doğru anlamda kullanılmadığını hatta çoğu zaman birbirlerinin yerine kullanıldığını sıklıkla görmekteyiz. Bu yanlış kullanım ve yanlış anlayışlar aslında çok daha önemli bir soruna yol açmaktadır. Yani insan için asıl gerekli olan bilginin, hikmetin ne olduğu konusunda doğal olarak bir kafa karışıklığı meydana gelmekte ve bu kavramlardan hangisinin araç, hangisinin hedef ve hangisinin asıl amaç olduğu da net olarak maalesef anlaşılamamaktadır. Elbette her çağın kendine münhasır sorunları vardır. Aynı zamanda her çağın ön plana çıkan problemleri ve bu problemlere çözüm önerisiyle birlikte tercih edilen önceliklerine dair gerekli olan malumatın da değişken olabileceği, hatırda tutulması gereken çok önemli bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır. İşte tam burada insanlığı çıkmazdan kurtarabilecek asıl gerçeğin, evrensel doğruları barındıran İslam olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu da İslam’ın İlahi kaynaklı bir ilimden, hikmetten ortaya çıktığını kanıtlamaktadır.
Modern dünyanın inşa ettiği toplum ve sözüm ona medeniyet adeta bir puta dönüştürülen pozitivist bilimden başka bir şey değildir. Bugün bilim, bilgiyi ancak fenomolojiye yani duyumsanan deneylerle test edilebilen bir içeriğe göre şekillendirdiği için hikmet anlayışından oldukça kopmuştur. Bilginin bir üst basamağı olan ilim ve ilimin de nihai durağı kabul edilen hikmet anlayışı, Batı için unutulan ve yitirilen bir gerçekliktir. Oysa İslam, kaynaklarını doğrudan İlahi vahye dayandıran hikmetle yoğrulmuş hakiki bilgiden aldığı için tüm insanlık için ideal olan yaşamı salık vermektedir. Her ne kadar batı toplumu bilim ve teknoloji yönünden ileri bir düzeyde görünse de bu rasyonalizmin insanlığa umut vaat edeceği pek bir şey olmadığı da günümüzde anlaşılabilmektedir. Öyleyse insanlığın kurtuluşu salt bilimsel bilgiyle değil, ilim, irfan ve hikmet geleneği olan İslam’la mümkün olacaktır.
Bu bağlamda Müslümanca yaşayabilmek, Müslümanca insanlığa şahit, örnek ve önder olabilmek için ilmi geleneğin doğru biçimde canlandırılıp sürdürülmesi gerekmektedir. Ancak bu din, sadece ilim sahibi olmakla insanlığın ideal bir düzeye, mükemmel bir yaşama ulaşacağını iddia etmez. Çünkü amelsiz ilim ya da bilginin pratiğe yansımamış olması aslında çok bir anlam ifade etmeyecektir. Dinimiz, Müslümana ilmi ile amel etmeyi, öğrendiğini yaşamayı ve yaşadığını güzel bir üslupla aktarmayı emreder. Nitekim bu bağlamda Yüce Allah’ın (c.c) insanlık için en güzel örnek ve model olarak seçtiği peygamberler, ilmiyle amel eden ve bunu öğretmek için yaşayan önder kimselerdir. Bildikleri tüm doğruları güçlerinin yettiği nispette hayatlarına aksettiren, yansıtan ve bu düsturu tüm insanlığa öğretmek için büyük mücadele veren peygamberlerin, yaşam öyküsü bu perspektiften okunduğunda, konunun ehemmiyeti daha fazla anlaşılacaktır.
“Yoksa o, gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kıyama durarak gönülden itaat (ibadet) eden, ahiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini umut eden (gibi) midir? De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz, temiz akıl sahipleri öğüt alıp düşünürler” (Zümer suresi, 9). Dikkatlice bakıldığında bu ayet-i kerimede, iki önemli vurgunun olduğu görülecektir. Bunlardan birincisinde bilmek, ilim ve bilginin yani hakikati kavramanın önemli oluşu vurgulanırken, ikincisinde ise kişinin sahip olduğu bilgiyi eyleme dökmek yani daha doğrusu amel olarak yerine getiren kişinin üstün olduğu ve ayrıca müslüman için ulaşılması istenen bir hedef olduğu açıkça anlaşılabilmektedir. O halde ilmin önemi, amelle ortaya çıkmaktadır. Eğer ilim, amele dönüşmüyorsa; Cum’a suresi 5. ayetin ifadesiyle; “Kendilerine Tevrat yüklenenler, sonra da onunla amel etmeyenler, eşeğe benzerler ki koskoca kitaplar taşımada; Allah’ın delillerini yalanlayan topluluğa getirilen örnek, ne de kötü bir örnek ve Allah, zalim topluluğu doğru yola sevk etmez.” buyrularak bu hakikat dile getirilmiştir.
Bilgi sırtlayıp, onu taşımak çok büyük bir sorumluluk gerektirir. Çünkü omuzlarda taşınan bilgi, ancak kullanılırsa yük olmaktan çıkar veya zihinlerde taşınan ilim, ancak paylaşıldıkça çoğalır ve hafifler. Bununla ilgili eskilerin güzel bir deyişi vardır: “ Diyelim ki sende bir yumurta var, bende de bir yumurta var. Ben yumurtamı sana verirsem, sen de yumurtanı bana verirsen, ikimizin de yine bir yumurtası olacaktır. Ancak diyelim ki sende bir bilgi var, bende de bir bilgi var. Sen bilgini bana verirsen ben de bilgimi sana verirsem ikimizin de artık iki bilgisi olur” yani bu deyişin bize söylediği şey, bilginin paylaştıkça çoğalmasıdır. İlmin yayıldıkça, paylaşıldıkça insanlığa umut olması gibi… O halde ilmin önemli sorumluluklarından biri de başkasına doğru ve güzel bir üslupla aktarılmasıdır. Ancak unutulmaması ve hatırdan çıkarılmaması gereken önemli bir şey var ki; bu da içselleştirilmemiş, yaşanmamış ve kişinin kendi hayatında karşılık bulmamış bir bilginin bir başkasına pek yararı olmayacaktır. Karşı tarafa iletilen mesajdan çok karşıya sözel olarak verilmeyen ve tamamen gözleme dayanan bilginin etkisinin önemli bir değere sahip olduğu unutulmamalıdır. Yani sözlerim, yaşadıklarımla uyuşuyorsa yahut yaşadıklarım anlattıklarımı karşılıyorsa ancak dinlenilirim. “İnandığı gibi yaşamayanlar, yaşadıkları gibi inanırlar” sözünü, inandıklarını yaşamayanlar, inandırıcı bulunmazlar. Ya da bildiklerini eyleme dönüştürmeyenler, eylemlerini inanç haline getiriler. Eylerim gücü doğru bilgiyi, hakikat olan ilmi pratize etmiş olanlar tarafından ortaya çıkarılır. Salt bilginin güce dönüşmesi aksiyonla ilgilidir. Aksiyonu olmayan bilginin kudreti de yoktur. O halde müslümanca yaşayabilmek için ilim ve amel arasında kopması mümkün olmayan bir bağın olduğunu söyleyebiliriz.
Bir âlimin deyişiyle; ilimsiz amel, dışı güzel ancak içi olgunlaşmamış bir meyve gibiyken, amelsiz ilim de içi güzel ancak kokusu olmayan bir bitki gibidir. Kıyamete kadar baki olarak kalacak olan İslam dini, ilim ve amel ilişkisini bizlere bu minvalde sunmaktadır. Müslümanın hayatını güzelleştirecek olan şey, ilim öğrenmek olacaktır. İlmin, âlimin ve bilenin ne kadar önemli bir değer olduğu Kur’an’da daha önce belirtilmişti. Ancak amele dönüşmeyen ilmin de yine Kur’an’da “kitap yüklü merkep” benzetmesiyle yerilmiş olması ve ilmiyle amel etmenin çok mühim bir mesele olduğunun da ciddiyetle hatırlanması gereken bir husus olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.
Sonuç olarak dinimizin mükellef olarak bize yüklemiş olduğu sorumlulukların en başında iman, ilim ve amel ilişkisinin bir müslüman için olmazsa olmaz bir görev olduğu hatırlanmalı ve öğrenilen bilginin, elde edilen ilmin, amel olarak pratiğe dökülmesinin müslüman için vazgeçilmez bir yükümlülük olduğu da unutulmamalıdır. Bir kimsenin sahip olduğu ilimden dolayı iki türlü hesap vereceği her zaman akılda tutulmalıdır. Bunlardan birincisi kişinin sahip olduğu ilimle amel edip-etmediği, ikincisi de ilmini bir başkasına doğru ve güzel bir üslupla aktarıp-aktarmadığı hesap gününde mutlaka sorulacaktır. Rabbimiz, biz günahkâr ve aciz kullarını bağışlayıp affetsin ve bizleri ilmiyle amel eden salih kullarından eylesin. Âmin.
İslam DOĞUBEY

GRUBA KATIL