Bugün İslam’a karşı kaleme alınan eserlerin ve söylemlerin en dikkat çekici hususlarından biri, kadın meselesidir. Kadın konusu, İslam’a şüphe ekmek isteyenlerin en büyük dayanaklarından biri olarak görülmektedir. Onlara göre, bu şüphe kapısından girildiğinde Müslüman toplumların çözülmesi daha kolay olacaktır.
Bu strateji, ne yazık ki kısmen başarılı da olmuştur. Zira son iki asırdır İslam toplumlarının zayıflamasının nedenlerinden biri olarak Müslüman kadının gerçek rolünü ve İslami kimliğini kaybetmesi de önemli bir etken olmuştur.
Müslüman kadın, ne yazık ki cahiliye dönemindeki durumuna yakın bir şekilde ihmal edilmiş bir hâle dönüşmüştü. Ne eğitim görüyor ne de evlilik gibi, kendisiyle ilgili en özel konularda görüşü alınıyordu. Mirasta ise ya tamamen miras hakkı elinden alınıyor ya da mirası zorla elinden alınarak bu haktan mahrum ediliyordu.
Kadının ilgi alanları, ev işleri ve çocuk bakmanın ötesine geçmiyordu. Kadının erkeğin yanındaki yeri, hizmetçinin konumuyla aynıydı. Görevi sadece gebe kalmak, doğurmak ve çocukları yetiştirmekten ibaretti.
Bu durum, İslam’ın getirdiklerine açıkça aykırıydı. Çünkü İslam, insanlık bakımından tek olan Allah’a ortak koşmaksızın kulluk etmek ve ahiretteki amellerin karşılıkları bakımından erkek ile kadın arasında eşitlik öngörmüştür. Bazı yükümlülüklerde ve özelliklerde aralarında fark gözetmiş olmakla birlikte, bu eşitlik prensibi her zaman geçerlidir.
İslam, kadınlara eğitim hakkı vermiş ve onların sosyal hayatta aktif rol almalarını teşvik etmiştir. Hz. Peygamber’in (sav) eşleri ve sahabe kadınlar, eğitimde ve toplumsal hayatta etkin rol oynamışlardır.
Kadının evlilikte rızasının alınması, mirasta adil bir paya sahip olması ve toplumsal hayatta aktif olması, İslam’ın temel prensiplerindendir. Ne yazık ki zamanla bu haklar göz ardı edilmiş ve kadının özgürlüğü kısıtlanmıştır. Ancak İslam, kadının hem aile içinde hem de toplumda saygın bir yer edinmesini savunur ve bunu teşvik eder.
Günümüzde Müslüman kadın, kimi zaman Kur’an ve sünnet öğretilerinden yüz çevirerek Batı’nın ona sunduğu aldatıcı süslere yönelmiş, kimi zaman da İslam’da var olan kadın misyonunu terk ederek modernizmin ağına ve bataklığına hapsolmuştur.
İslam’ın ona yüklediği ulvi sorumlulukları ihmal eden kadın, Batı’dan ithal edilen batıl bireysellik, özgürlük anlayışlarına kapılarak kendini manen tüketen bir hayatın içine sürüklenmiştir.
Oysaki bir toplumun yükselişi de çöküşü de kadının elindedir. Çünkü kadın, bir neslin yetiştiricisidir. O, bir annenin şefkatiyle, bir eşin sadakatiyle ve bir bireyin hikmetiyle toplumun temel direğidir. Bugün İslam toplumlarının zayıflamasının temel sebeplerinden biri, bu direğin çatlamasıdır.
Modern dünyanın aldatıcı cazibesi, kadınlara özgürlük adı altında yalnızlık ve yabancılaşma getirmiştir. Tesettüründen kopan, ahlaki değerlerini yitiren kadın, yalnızca kendini değil, bağlı olduğu toplumu da büyük bir tehlikeye sokmuştur. Zira kadın, toplumu inşa eden bir eğitimcidir. İslam’ın izzetini yeniden kazanması, ancak bu eğitimcinin asli kimliğine dönmesiyle mümkündür.
İslam’ın ilk asrı; Müslüman kadının, toplumun her alanında ne kadar etkin bir rol oynayabileceğinin kanıtıdır. Hz. Hatice, servetini İslam’a adamış, Allah resulünün en büyük destekçisi olmuştur. Hz. Aişe, İslam ilimlerinde öncü bir âlime ve binlerce sahabenin hocası olmuştur. Hz. Fatıma, iffetin ve tevazunun sembolü olmuştur. İslam’ın ilk şehidi bir kadın olmuştur. Bu kadınlar, İslam toplumunu ilimle, hikmetle ve cesaretle inşa etmişlerdir.
Peki ya bugünkü Müslüman kadın? Modernizmin sinsi ağına hapsedilerek tarihî rolünden uzaklaştırılmıştır. Bu durum, yalnızca bir kayıp değil, aynı zamanda ümmetin geleceği adına ciddi bir tehdittir. Bir karanlık olacaktır. Ancak hiçbir karanlık, sonsuz değildir. Bugün Müslüman kadının yeniden Kur’an ve sünnete yönelmesi, karanlığı aydınlığa çevirecek bir meşale olacaktır. Bunun için şu adımlar elzem olacaktır:
1. Dinî Hassasiyetin ve Hissiyatın Güçlendirilmesi
Müslüman kadın, İslam’ın hakikatlerini yalnızca yüzeysel bir şekilde değil, derinlemesine öğrenmelidir. Kur’an’ın ve sünnetin ışığında, güçlü bir akide ve ahlak inşa edilmelidir. Kadınlarımızın zihni; Hz. Aişe’nin ilmiyle, kalbi Hz. Fatıma’nın iffet ve teslimiyetiyle, hayatı Hz. Hatice’nin cesaretiyle yoğrulmalıdır.
2. Tesettür ve Kimlik Bilinci
Tesettür, yalnızca bir örtü değil, bir duruştur. O, Allah’ın rızasını kazanmanın yanı sıra, kadının kimliğini ve özgürlüğünü koruyan bir kalkan gibidir. Tesettürü yalnızca şekilsel bir unsur olarak görmek, onun hakikatini anlamamaktır. Tesettür, kadının hem kendisini hem de ümmetini koruyan bir zırhtır. Müslüman kadın için en büyük farzdır.
Yüce Allah, kadının örtünmesi ve iffetini koruması konusunu çeşitli ayetlerle emretmiştir. Bu ayetlerden biri olan Ahzab suresi, 59. ayette şöyle buyurmaktadır: “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış örtülerini (cilbab) üzerlerine almalarını söyle. Bu, onların tanınması ve incitilmemesi için daha uygundur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.”
İbn-i Abbas’tan rivayet edildiği üzere, yüce Allah bu ayetle mümin kadınların dışarı çıktıklarında yüzlerini örtmelerini emretmektedir. Bunun nedeni, kadınların elleri ve ayaklarıyla değil, genel itibariyle yüzleriyle tanınmasıdır. Yüz, kişinin kimliğini belirleyen en belirgin özelliktir. Bu nedenle yüzün örtülmesi, kadının tanınmasını zorlaştırır ve onu yabancı erkeklerin bakışlarından korur. Böyle olduğu için sahabe kadınlar ve onlara tabi olanların, yüzlerini yabancı erkeklere açtığına dair rivayetlere rastlanmaz.
3. Ümmet, Müslüman Kadını Korumalıdır
Müslüman toplumlar, kadınlarını yalnız bırakmamalıdır. Müslüman kadının eğitilmesi, yalnızca bireysel bir kazanım değil, ümmetin geleceği adına atılan bir adımdır. Müslüman kadın, modern dünyanın dayatmalarına teslim olmak yerine, özgün İslami bir kimlik ve duruşla sahnede yer almalıdır. Eğitimli, ahlaklı ve inançlı bir kadının tesiri, modern dünyanın tüm dayatmalarından daha güçlüdür.
Bugün bizlere düşen görev, kadınlarımızın zihinlerini ve gönüllerini yeniden İslam’ın hakikatleriyle buluşturmaktır. Müslüman kadın hem dünya hem de ahiret saadetini hedefleyen bir rol modeldir. Kadın, ümmetin yeniden inşasında en önemli faktördür. Müslüman kadınlar; yeniden, tam anlamıyla Kur’an ve sünnetin ışığına yönelirse ümmetin dirilişi kaçınılmaz olacaktır.
Batı’nın Kadın Dayatması ve Dünyaya Yaymak İstediği Model
Batı’da gerçekleşen Sanayi Devrimi, insanlık tarihinde köklü değişimlere yol açtı. Teknolojik ilerlemeler ve toplumsal dönüşümler, beraberinde hem olumlu hem de olumsuz etkiler getirdi. Bu devrimden kadınlar da büyük ölçüde etkilendi.
Kadınlar, geleneksel rollerinden koparılarak iş gücüne katılmaya zorlandı. Artık evinde huzur içinde bir yaşam süren kadın, günün belirli saatlerini dışarıda çalışarak geçirmek zorundaydı. Ancak bu durum, kadının hayatında birçok fedakârlığı da beraberinde getirdi.
Kadınlar, ekonomik özgürlük adı altında bazı haklar kazandıklarını düşünse de aslında kaybettikleri, çok daha fazlaydı. Evinin huzurundan kopan kadın, dış dünyanın çetin koşullarına ayak uydurmak zorunda kalırken toplumun ahlaki yapısında da önemli kırılmalara sebep oldu. Kadın ve erkek arasındaki ihtilat (karışım) artmaya başladı. Bu karışım, başlarda sınırlı bir etkileşim gibi görünse de zamanla “medeniyet” adı altında olağan bir yaşam tarzına dönüştü. Hayatın her alanında bu sapmanın etkileri hissedildi ve toplumun ahlaki değerleri ciddi anlamda bozulmaya başladı.
Sanayi Devrimi’nin getirdiği bu toplumsal dönüşüm, öncelikle Batı’ya özgü bir görüntüydü. Ancak Batı, bu dönüşümü bir “pilot model” olarak tüm dünyaya yaymaya çalıştı. Özgürlük adı altında, kadının sadece Batı’da değil, diğer toplumlarda da aynı süreci yaşaması gerektiği fikri benimsetildi.
Müslüman toplumlarda da kadının özgürleşmesi adı altında Batılılaşması hedeflendi. İslam’ın kadına verdiği şeref ve adalet dolu konumdan uzaklaşan bazı Müslüman kadınlar, bu “özgürlük” modeline özendi. Ancak bu, kadınların Batı’da yaşadığı yozlaşma ile aynı sonuçları doğurdu.
Her ne kadar Batı kadını ile İslam’dan uzaklaşmış Müslüman kadının durumları arasında bazı benzerlikler olsa da tam anlamıyla birbiriyle örtüşmüyordu.
Batı’da kadın, yalnızca çocuk doğurmak ve ev işlerini yapmakla sınırlı bir hayat sürüyordu. Bu durum, kadını erkeğin hizmetçisi konumuna düşürüyordu. Müslüman kadınlar ise İslam’ın onlara tanıdığı haklar sayesinde bu tür bir sınırlamadan korunmuştu. Ancak İslam’dan uzaklaşma, Müslüman kadını da Batılı kadın görüntüsüne sahip bir varlığa dönüştürdü.
Batı dünyasında kadın, geleneksel ev ortamından çıkarılarak kamusal alanda özgürce hareket edebilme imkânı buldu. Ancak bu özgürlük, bazı durumlarda kadının ahlaki ve dini değerlerden uzaklaşmasına yol açtı.
İslam’a göre kadınların onurunu ve iffetini korumak, toplumun temel değerlerindendir. Bu nedenle İslam toplumu, kadının iffetini ve aile yapısını korumak için belirli sınırlar koyar. Kadının bu sınırlar içinde hareket etmesi, hem kendi huzuru hem de toplumun genel ahlakı ve düzeni için önemlidir. Dolayısıyla İslam’da kadının özgürlüğü, sorumluluk ve ahlaki değerlerle dengelenmiş bir özgürlüktür.
Batı’da kadının özgürleşmesi; dans salonlarında, barlarda, tiyatro ve sinema salonlarında ya da fabrikalarda meta hâline getirilerek gerçekleştirildi. Reklam panolarında cinsel bir obje olarak yer alan kadın, aslında özgürlüğü değil, büyük bir esareti yaşıyordu. Bu süreç, kadının savaşı kaybettiğini açıkça gösteriyordu.
Kadının bu hâle getirilmesi, işgal edilmiş topraklarda toplumu ifsat etmenin en etkili yolu olarak görüldü. Tarih boyunca ele geçirilen her toplumda, ilk işgal edilen kale kadınlar oldu.
Modern medyanın kadınlara yönelik sunduğu ideal yaşam modelleri, genellikle özgürlük ve bireysellik üzerine kuruludur. Ancak bu modeller, gerçek yaşamda uygulanabilirlikten uzaktır ve kadınları hayal kırıklığına uğratabilir. Medya, kadınları sürekli olarak daha fazla çalışmaya, daha fazla tüketmeye ve kendini gerçekleştirme peşinde koşmaya teşvik ederken bu yaşam tarzının getirdiği boşluk ve tatminsizlik göz ardı edilmektedir. Örneğin medya aracılığıyla sürekli olarak mükemmel vücut ölçüleri, başarılı kariyerler ve sosyal etkinliklerle dolu bir yaşam sunulması, kadınların kendi yaşamlarını yetersiz görmesine ve eksik hissetmelerine neden olabilmektedir.
Kapitalistler, kadını erkekle yarışan bir varlık olarak görmekte ve kadının, geçmişte erkekler tarafından çalınmış rollerini geri alması gerektiğini savunmaktadır. Bu bakış açısıyla modern zamanda kadının, dışarıda daha fazla var olması teşvik edilerek geçmişin intikamı alınmaya çalışılmaktadır.
Buna karşılık kadın özgürlüğü, Batı’nın dayattığı yozlaşmış ve maddiyat odaklı bir yaşam tarzında değil, İslam’ın sunduğu ahlak ve adalet dolu sistemde saklıdır. Müslüman kadınların, kendi değerlerini Batılı kadın özgürlüğü anlayışına göre değerlendirmeleri, onları hakikatten uzaklaştırır. Kadının gerçek özgürlüğü; onun iffeti, onuru ve aile içindeki dengeli rolünde saklıdır. İslam, tüm dayatmalara rağmen kadını hem toplumun hem de ailenin temel taşı olarak görmekte ve ona, hak ettiği değeri vermektedir.
Bu nedenle Müslüman kadınlar, Batı’nın güdümündeki özgürlük modelinden uzak durmalı ve kendi medeniyetlerinin ışığında yollarını bulmalıdır. Toplumsal huzur ve ahlak, ancak bu şekilde yeniden inşa edilebilir.
Kadının Rolü ve Sorumluluğu
Bütün geçmiş ümmetlerde şeriat ve fıtrat gereği kadın, çocukların terbiyecisi ve evin bekçisi olarak kabul edilmiştir. Bu durum, Kur’an-ı Kerim’de de çeşitli ayetlerde dile getirilmiştir. Örneğin, “Mısır’da onu satın alan adam karısına dedi ki ona değer ver ve güzel bak, umulur ki bize faydası olur. Veya onu evlat ediniriz.” (Yusuf suresi, 12/21)
Bu ayet, kadının ev içindeki sorumluluğuna ve çocuk terbiyesindeki rolüne işaret eder. Kadın, aile hayatının merkezinde yer alır ve çocukların eğitimi, ahlaki değerlerin aktarılması, sevgi ve şefkatle büyütülmeleri konularında temel bir role sahiptir.
Kadının bu görevleri, toplumun temel yapı taşını oluşturur ve nesillerin sağlıklı bir şekilde yetişmesine katkıda bulunur.
İslam, kadının bu rolünü yüceltir ve ona değer verir. Kadının ev içindeki görevleri, sadece fiziksel bakım ve ev işleriyle sınırlı değildir; aynı zamanda çocukların manevi ve ahlaki gelişiminde de belirleyici bir rol oynar. Kadın, ailenin huzur ve mutluluğunu sağlamak, çocuklara doğru değerleri aşılamak ve onları hayata hazırlamakla yükümlüdür.
Kur’an ve Kadın
Kur’an’ın indirildiği dönemde kadınlar, dünyanın hemen hemen tüm bölgelerinde zulme uğruyorlardı. Bizans’ın kilise çevresi gibi bazı yerlerde, kadının insan olup olmadığı bile tartışılıyordu. Bazı doğu toplumlarında ise kocasının ölümünden sonra kadının hayat hakkı kalmıyor ve hemen yakılıyordu. Birçok yerde kadın, köle olarak görülüyor, mülkiyet, kendini ifade etme ve tercihlerde bulunma hakkı tanınmıyordu.
İşte böyle bir dönemde inen Kur’an, kadına itibarını ve insanlık onuruna yakışan tüm haklarını vererek onu toplumda oldukça saygın bir yere oturttu. Kur’an, kadınlara mülkiyet, miras, eğitim-öğretim, ticaret yapma, şahitlik ve evlilikte özgürlük gibi hakları tanımıştır. Kadınlara verilen bu haklar, o dönemin toplumlarına göre devrim niteliğinde olup kadının statüsünü ve haklarını koruma altına almıştır.
Kur’an’ın kadına verdiği değeri ve hakları dile getiren birçok ayet bulunmaktadır. Mesela Nur, Ahzab ve Bakara sureleri, kadınlarla ilgili birçok hüküm içermektedir. Ayrıca, Nisa suresi, özellikle kadın mirası gibi konulara ayrı bir önem vermektedir. Kur’an’ın, Nisa ve Meryem surelerinin isimlerini, kadın isimlerinden ve Mücadele ile Mümtehine surelerinin de isimlerini, kadınlarla alakalı konulardan alması, Kur’an’ın kadına verdiği önemin ve duyarlılığın açık bir göstergesidir.
Özellikle Nisa suresi, kadının toplum ve aile içindeki haklarını koruyan ve onlara geniş haklar tanıyan hükümler içermektedir. Meryem suresi, Hz. Meryem’in hayatını ve onun yüce karakterini anlatırken kadının değerini ve onurunu vurgular. Mücadele suresi, bir kadının Peygamber’e gelerek derdini anlatması ve bu konuda vahiy inmesi üzerine isimlendirilmiştir. Mümtehine suresi ise kadın müminlerin Peygamber’e biat etmeleri konusunu ele alır.
Sonuç
Ey Müslüman kadın! Seni yaratan rabbinin verdiği kıymeti unutma. Sen bir nesli doğuran, büyüten ve geleceği inşa edensin. Tarihi yazanlar arasında senin adının geçmesi, yeniden Hz. Hatice’nin, Hz. Aişe’nin ve Hz. Fatıma’nın yoluna dönmene bağlıdır Dünya, süslü görünüyor olabilir ama gerçek saadet yalnızca Allah’a kul olmakta ve itaatte gizlidir.
Bu çağrı, bir kayıp hikâyesi değil, bir diriliş çağrısıdır. Allah’ın izniyle karanlıklar aydınlığa dönüşecek, İslam’ın nuru yeniden yeryüzüne hâkim olacaktır.
Velhamdülillahi rabbil âlemin.
Selam ve dua ile…
Sercan AKBAYRAK