Şehit İsmail Heniye, çocukluğunu da gençliğini de direniş içerisinde geçirmiş bir liderdi. Direnişle büyümüş, direniş içerisinde mücadele etmiş ve direnişi lider konumunda devam ettirirken ailesinden, 3 oğlu 7 torunu dâhil 60’a yakın şehit vermiş, sonrasında kendisi de şehit düşmüş bir Filistinlidir. Filistin’de, şehit veren sadece İsmail Heniye olmamıştır, 1948’den beri her aile, şehit vere vere bugüne gelmiştir, halen de vermektedir. 1940’lı yılların ortalarından itibaren milyonlarca Filistinli yerinden yurdundan edilerek mülteci konumuna düşürülmüş ve çeşitli ülkelere sığınmak zorunda bırakılmıştır. Ayrıca İsmail Heniye’den önce de Filistin’de, canlarıyla mallarıyla verdikleri mücadelede şehit düşen lider konumunda birçok kahraman bulunmaktadır. Sadece birkaçını hatırlamak bile verilen mücadelenin sıradan bir mücadele olmadığını gözler önüne serecektir. Çünkü bu mücadele, ölümden korkmayan kahramanların mücadelesidir.
Bu kahramanlardan biri, Yahya Abdullatif Ayyaş’tır. 1991 yılında Birzeit Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Bölümünden mezun olan Yahya, kısa bir süre sonra Filistin direnişine katılmış ve İzzettin El-Kassam Tugayları içinde İstişhadi Eylemler Grubu’nun komutanlığına kadar yükselmiştir. Patlayıcılar konusunda uzmanlaşan Ayyaş, 1993’ten şehadetine kadar Siyonist işgal rejimine karşı gerçekleştirilen pek çok bombalı saldırının arkasındaki isim olmuştur. El yapımı patlayıcılar geliştirmiş ve HAMAS’ın askerî kapasitesini artırmıştır. İşgalci rejimin, bütün çabalarına ve ailesini alıkoymasına rağmen onu yakalayamaması, “mühendis” lakaplı Yahya Ayyaş’ı efsaneleştirmiş ve 340’tan fazla Siyonist’in öldürülmesinde ve 1000’e yakınının da yaralanmasına imza atmıştır.[1]
5 Ocak 1996 sabahı Cabalya mülteci kampında bulunan Ayyaş, babası tarafından aranmış, konuşma esnasında üzerinde dolaşan İsrail uçağı, Ayyaş’ın telefon konuşmasını İsrail komutanlığına aktarmıştır. Telefondaki kişinin Ayyaş olmasının teyit edilmesinden sonra Şin Bet (Siyonist İsrail’in iç istihbarat örgütü) tarafından telefondaki patlayıcı ateşlenmiş ve patlamayla birlikte Ayyaş şehadete kavuşmuştur.
İşgalci İsrail’in istihbarat örgütü 25, Eylül 1997’de, Ürdün’ün başkenti Amman’da, Hamas’ın en önemli liderlerinden Halit Meşal’e suikast düzenlemiştir. O dönemde de işgalci rejimin başbakanı yine Netanhyahu idi. MOSSAD’ın Kanada kimlikli iki ajanı, Halit Meşal’in kulağına zehir püskürterek kaçmaya çalışmışlar ancak eli kanlı bu katiller, kısa bir süre sonra yakalanmışlardır. Ürdün Kralı Hüseyin, Netanyahu ile yaptığı görüşmede iki ajanın idam edileceği tehdidi üzerine panzehir verilmiş ve Halit Meşal de kurtulmuştur.[2]
Şeyh Ahmet Yasin, 1967’de başladığı İslami çalışmalarında birçok Siyonist karakolunda ifade vermiş, tutuklanmış, hapis yatmıştır. Ancak çalışmalarına hiç ara vermemiş, 1987’de İntifada olaylarında ve HAMAS’ın kuruluşunda etkin rol oynamıştır. 22 Mart 2004’te HAMAS’ın kurucu lideri Şeyh Ahmet Yasin, yedi kişiyle birlikte Gazze’deki bir camide sabah namazından çıkarken bir helikopter saldırısında şehit düşmüştür.
Şeyh Ahmet’ten sonra Prof. Abdülaziz Rantisi, Filistin İslami Direniş Hareketi’nin (HAMAS) Gazze bölgesi genel sorumlusu olarak seçilmiştir. Abdülaziz Ali Er-Rantisi, 23 Ekim 1947’de, bugün işgal altında olan Yafa ile Uşdud arasında kalan Yebna köyünde dünyaya gelmiştir. Ailesi, köyün en zenginlerindendi ve geniş arazilere sahipti. 1965 yılında liseden, 1972 yılında İskenderiye Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun olmuştur. Aynı okulda pediatri alanında yüksek lisans yapmıştır. Üniversite yılları esnasında Müslüman Kardeşler hareketine katılmıştır. Hareketin Gazze’deki teşkilatlanmasında da yer alan Rantisi, Şeyh Ahmet Yasin ile birlikte 1987 yılının Aralık ayında, Gazze Şeridi’nde Filistin İslami Direniş Hareketi’ni (HAMAS) kurmuştur. Şeyh Ahmet Yasin’in şehadetinden kısa bir süre sonra Rantisi de 17 Nisan 2004 tarihinde İsrail hava güçlerinin Gazze’de Apache helikopterleriyle düzenlediği saldırıda şehit edilmiştir.[3]
HAMAS birçok liderini suikastlar neticesinde şehit vermesine rağmen, gücünü ve nüfuzunu arttırmaya devam etmiştir. Çünkü HAMAS, bir fikre dayanan bir harekettir ve bu fikir, liderlerinin şehit edilmesiyle bitecek bir hareket de değildir.[4]
İsmail Heniye’nin Şehit Edilmesi
İsmail Heniye, Kudüs ve Filistin davasının önde gelen isimlerinden biriydi. Tutuklanmış, sürgün edilmiş ve defalarca suikasta uğramıştır. Irkçı rejimin saldırılarında ailesinden birçok kişi şehit olmasına rağmen, çocuklarının Gazze’yi terk etmediğini, Kudüs’ün ve Mescid-i Aksa’nın kurtuluşu yolunda hayatlarını feda ettiklerini açıklamıştır. Filistin’in özgürlüğü ve bağımsızlığı için mücadelesini şehadetine kadar aralıksız sürdürmüştür. Hayatı boyunca direnişin içerisinde yer almış ve defalarca suikastla karşı karşıya kalmasına, Siyonist uşaklarına, arkasındaki küresel küfür güçlerine ve kendisini yarı yolda bırakan hain Arap yöneticilere rağmen, mücadelesinden bir an bile geri durmamıştır.
HAMAS’ın Siyasi Büro başkanı İsmail Heniye, 30 Temmuz 2024’te İran’ın yeni seçilmiş cumhurbaşkanı Mesut Pezeşkiyan’ın yemin törenine katılmak için Tahran’da bulunmaktaydı. Yemin töreninden sonra bazı ikili görüşmeler gerçekleştirmiş, dinî lider Hamaney ile görüşmüş ve saat 23.00 civarında istirahat etmek üzere kendisine tahsis edilmiş, Tahran’ın kuzeyinde Sadabat Sarayı’nın yakınında bulunan Devrim Muhafızları Ordusu’na (DMO) ait misafirhaneye gitmişti. Heniye, 02.00 sularında gerçekleştirilen ve halen nasıl olduğu tam olarak açıklanmayan bir suikast sonucunda, korumasıyla birlikte şehit edilmiştir. İşin acıklı yanı ise İran makamlarının, misafirlerine yönelik düzenlenen bu saldırının nereden yapıldığını bile bilmediklerini açıklamalarıdır. Bu nedenle basına çeşitli iddialar yansımıştır. Basına yansıyan her iddia da İran’ı zor durumda bırakmış ve misafirini korumaktan aciz bir ülke konumuna getirmiştir.
Suikastın nasıl yapıldığına dair net bir bilgi olmadığından farklı senaryolar gündeme ge(tiri)lmiştir. Nitekim 1 Ağustos’ta New York Times, 7 yetkilinin ifadelerine dayandırarak yayınladığı bir makalede, İsmail Heniye’nin kaldığı konuta aylar öncesinden yerleştirilen bombanın, uzaktan kumandayla patlatıldığını öne sürerken İran tarafı bu iddiaları reddetmiştir. İran medyasında çıkan haberlerde ise Heniye’nin ikamet ettiği konutun roket veya füzeyle vurulduğu iddia edilmiştir. Suikastla ilgili şu ana kadar en ayrıntılı açıklama Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) tarafından yapılmıştır. DMO’nun 3 Ağustos Cumartesi günü yaptığı açıklamada, suikastın 7 kilogram savaş başlığı taşıyan kısa menzilli bir roketle gerçekleştirildiği belirtilmiştir. İlgili açıklamada “Yapılan araştırmalara göre bu terör eylemi, 7 kilogramlık savaş başlığı taşıyan kısa menzilli bir roketin, misafirlerin konakladığı alanın dışından ateşlenmesiyle gerçekleştirilmiştir.
Heniye’yle birlikte Tahran’a giden Halil El-Hayya, yaptığı basın açıklamasında, olay yerinde bulunan güvenlik güçlerinin ona verdiği bilgiye göre Heniye’nin bulunduğu odanın penceresinden bir füzenin içeriye girdiğini ve yaşanan patlama sonucunda Heniye’nin hayatını kaybettiğini açıklamıştır. Eğer saldırı güdümlü füze ile yapılmışsa o zaman bu, İran hava savunma sistemlerinin neden devreye alınmadığı sorusunu haklı olarak gündeme getirmektedir. Bundan daha önemli ve acıtıcı soru ise Heniye’nin kaldığı sözde güvenli konutunun konumunun bilgilerini, saldırıyı gerçekleştiren katillere yani Siyonist İsrail’e kim ve nasıl iletmiş olmalıdır?
İsmail Heniye suikastı, İran açısından şu önemli gerçeği gözler önüne sermiştir. Bu suikast, nasıl gerçekleştirildiğinden bağımsız olarak İsrail istihbarat unsurlarının İran içerisindeki nüfuzunun göz ardı edilemez bir boyuta ulaştığını göstermektedir. İsrail’in uzun yıllardır İran içerisinde çeşitli suikast ve sabotaj operasyonları düzenlediği bilinmektedir. Nitekim eski cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad, 2021 yılındaki bir röportajında kendi döneminde İstihbarat Bakanlığında çalışan, İsrail’den sorumlu en üst düzey yetkilinin İsrail casusu olduğunu söylemişti. Aynı doğrultuda eski İstihbarat bakanı Ali Yunusi tarafından da “MOSSAD’ın İran istihbarat ve güvenlik birimlerindeki nüfuzu, İslam Cumhuriyeti yetkililerinin hayatlarından endişe etmesini gerektirecek seviyeye ulaştı.” şeklinde benzer bir uyarı yapılmıştı. Dolayısıyla İsmail Heniye suikastı, İran’da yıllardır süregelen suikast ve sabotaj saldırılarının devamı niteliğinde olup Siyonist İsrail’in İran içerisinde güçlü bir istihbari ve operasyonel ağa sahip olduğunu göstermektedir.
Filistin İslami Cihat Hareketi genel sekreter yardımcısı Muhammet El-Hindi, “Bu suikast sadece Filistin direnişine ve özellikle HAMAS’a yönelik değil, aynı zamanda İran’a da yöneliktir. İsrail çöküşün eşiğinde; tepkileri, kafa karışıklığını ve hedeflerinden hiçbirine ulaşamama durumunu yansıtıyor. İsrail, tarihinde ilk kez böyle bir direnişle karşı karşıya.” ifadelerini kullanmıştır.
HAMAS’ın Açıklaması
HAMAS liderlerinin, İsmail Heniye’nin şehadeti üzerine yaptığı basın açıklaması ise şöyledir: “Rahman ve rahim Allah’ın adıyla. ‘Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın, bilakis onlar rableri katında diridirler ve rızıklandırılmaktadırlar.’ HAMAS İslami Direniş Hareketi yüce Filistin halkına, İslam âlemine, Arap halklarına ve vicdanlı tüm özgür insanlara başsağlığı diler. Hareketimizin lideri mücahit İsmail Heniye, İran’ın yeni seçilen cumhurbaşkanının yemin törenine katıldıktan sonra, Tahran’daki ikametinde, Siyonistler tarafından gerçekleştirilen hain bir saldırı sonucunda şehit oldu. Biz, Allah’a aitiz ve ona döneceğiz. Bu bir cihattır, ya zafer ya şehadet.
İslami Direniş Hareketi (HAMAS), büyük Filistin halkımız, Arap ve İslam ümmeti ve tüm özgür dünya, halkının yasını tutuyor: Kardeş, önder, şehit, mücahit İsmail Heniye. Yeni İran cumhurbaşkanının (Mesut Pezeşkiyan) yemin törenine katıldıktan sonra, Tahran’da kaldığı konuta düzenlenen hain Siyonist baskınında öldürülen hareketin lideri.”
Heniye’nin eşi Ümmü Abdüsselam Heniye, şehit kocasına tabutu başında duygulandıran şu sözlerle veda etmiştir:
“Canım, Allah senden razı olsun. Sen dünyada ve ahirette benim dayanağımsın. Bütün kararlılığımızı ve sabrımızı senden aldık.
Sevdiğim, Allah senden razı olsun. Sen bize her gün sabırlı olmayı, demir gibi dimdik durmayı öğrettin ey hacı!”
Azzam Tamimi,[5] Middle East Eye için yazdığı yazısında Heniye’nin hayatından doneler veriyor ve önemine işaret ediyor, bununla birlikte HAMAS’ın bir şahıs değil, fikir hareketi olduğunun altını çiziyor. Daha önce Rantisi ve Ahmet Yasin gibi pek çok liderini şehit veren HAMAS’ın, Heniye’nin kaybı sonrasında da ayakta kalacağını anlatan Tamimi, Siyonistlerin umduğunu bulamayacağını belirtmiştir.
İran’ın Karizması Çizilmiştir
Heniye suikastı sonrası, askerî olarak bölgenin -Orta Doğu’nun- en güçlü ülkelerinden biri olduğu iddia edilen İran’da, son yıllarda yaşanan suikast ve ölümler, İran’ın gücünün ve askerî kapasitesinin tartışılmasına neden olmuştur. Bu suikastlar İran’ın, kendi ülkesinde ve ülke sınırları dışında cumhurbaşkanı da dahil, hiçbir devlet yöneticisi ve komutanı için güvenli olmadığını göstermiştir. Nitekim İran, Irak’ta generalini koruyamadığı gibi, ülke içinde de insanlarını koruyamamış, cumhurbaşkanının helikopterde hayatını kaybetmesini aydınlatamamış ve ülkesini ziyarete gelen çok önemli bir lidere suikast düzenlenmesine engel olamamıştır. Bu durum, İran’ın ‘bölgesel güç’ iddialarının sorgulanmasına neden olduğu gibi, kendi vatandaşlarını bile korumaktan aciz olduğunu göstermiştir. İran’da yaşanan suikastlara ilişkin konuşan uzmanlar da yaşanan büyük zafiyete ve askerî, istihbari başarısızlığa dikkat çekmişlerdir. Ayrıca İran’ın, son yıllarda gerek ülke içerisinde gerekse etkin olduğu ülkelerde –Lübnan’da, Suriye ve Irak’ta- gerçekleştirilen suikastlarda ciddi hiçbir karşılık verememesi de bu iddiaları doğrulamaktadır. Kasım Süleymani gibi bölgede İran-Şii nüfuzunu kanla, katliamla devam ettiren bir komutanı 3 Ocak 2020’de ABD’nin katletmesi karşılığında, adresleri önceden bildirilen yerlere göstermelik saldırılar yapmış ve ondan sonra da kulağının üzerine yatmıştır. Oysa Kasım Süleymani, İran açısından çok önemli bir komutandı; Afganistan’dan Irak’a, Suriye’den Lübnan’a hatta Yemen’e kadar İran’ın bölgedeki politikalarını belirleyen en önemli isimlerden biri olarak biliniyordu. Süleymani, İran lideri Ayetullah Ali Hamaney’den sonra ülkenin güvenlik politikalarının belirlenmesinde etkili olan isimlerin başında geliyordu.
Süleymani’nin öldürülmesinin ardından İran, Irak’taki Ayn El-Esed Hava Üssü’ne balistik füzelerle basit bir saldırı gerçekleştirerek vatandaşlarını sakinleştirmeyle yetinmiştir. İran’ın, Kasım Süleymani gibi kendi ülkesi için çok önemli olan bir komutanın öldürülmesinin karşılığında verilmesi gereken cevap bu mu olmalıydı? Üstelik dönemin ABD Başkanı Donald Trump, Ocak 2020’de Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesinin ardından, İranlı yetkililerin kendisiyle iletişime geçtiğini, ABD üssüne düzenlenecek bir saldırıyı önceden haber verdiğini söylemişti.
Trump, “Bizi aradılar ve dediler ki ‘Dinleyin, başka seçeneğimiz yok. Sizi vurmak zorundayız çünkü kendimize saygımız var.’ Bunu anlıyordum. Onları vurmuştuk ve bir şeyler yapmaları gerekiyordu.” ifadelerini kullanmıştı.
Aynı şekilde 19 Mayıs 2024’te cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ile dışişleri bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ve Tebriz cuma imamı Muhammed Ali Haşimi’yi taşıyan helikopterin düşme şekli de hâlâ gizemini koruyor ve İran yetkilileri tarafından ikna edici bir açıklama da yapılmış değildir. Doğu Azerbaycan eyaletinde, baraj açılışına giden İran cumhurbaşkanı Reisi ve beraberindeki heyet, 3 helikopterle geri dönüşe geçmişlerdir. Ancak diğer 2 helikopter ülkeye ulaşırken İran cumhurbaşkanını taşıyan helikopter, bilinmeyen bir nedenle 19 Mayıs 2024’te düşmüştür. İranlı yetkililer, helikopterin düşmesini kaza olarak değerlendirmiş, gerekçe olarak da helikopterin çok eski olduğunu söylemişlerdir. Ama gerçek neden açıklanmadan olay, unutulmaya terk edilmiştir. Lübnan’da 3000 kişinin çağrı cihazlarını patlatan bir terörist ülke için helikopteri patlatmak çok mu zor?
Ayrıca Suriye’de, Siyonist katiller tarafından İran yanlısı milislere yönelik defalarca saldırılar gerçekleştirilmiş, üst düzey birçok komutan da öldürülmüştür. En son 1 Nisan 2024’te büyükelçiliği bombalanmış ve üst düzey generaller öldürülmüştür. İran, bunun karşılığında 13 Nisan’da Siyonist rejime adresi belli yerlere saldırı gerçekleştirmiş, atılan füzeler ne askerî bir tesise ne de bir fabrikaya isabet etmiştir; boş yerlere düşmüş ve Siyonist İsrail’e hiçbir zarar vermemiştir. Bununla güya intikam alınmıştır.
Oysa gerek Heniye’nin gerek Şam’daki büyükelçiliğinin bombalanması, İran’ın toprak bütünlüğüne saldırı anlamına gelmektedir. İran BM daimi temsilcisi de BM genel sekreterine bir mektup göndererek İran’ın BM sözleşmesi 51. maddesi kapsamında meşru müdafaa hakkını kullanacağını bildirmiştir. Çünkü kendi toprağında saldırıya uğramasına doğrudan bir karşılık vermemesi, uluslararası itibarını zedeleyeceği gibi, kendi kamuoyuna yönelik geliştirdiği söylemleri de zayıflatacaktır. İran’ın, 13 Nisan’da Siyonist rejime yönelik saldırısı da bu nedenle gerçekleştirilmiştir. Nitekim İran’ın BM Daimi Temsilciliği, X hesabından yaptığı açıklamada, İsrail’e hava saldırısını BM anlaşmasının 51. maddesi uyarınca meşru müdafaa hakkı olarak gerçekleştirildiği, İran’ın askerî karşılığının “Siyonist rejimin Şam’daki diplomatik misyonuna yönelik saldırganlığına karşılık” olduğu belirtilmiştir.
Sadık Vaat (Gerçek Vaat) Operasyonu adı altında 300’ü aşkın SİHA, seyir füzesi ve balistik füze ile işgalci İsrail’e saldırmıştır. Bu saldırı sonrasında yapılan açıklamalarda, İran’ın komşularını saldırıdan 72 saat öncesinde haberdar ettiğini bildirirken bu sürenin İsrail’e ve müttefiklerine hazırlanmak için gerekli zamanı tanıdığı söylenebilir. Dahası, İran’ın topraklarından ateşlediği SİHA’ların hız limiti ve katettikleri mesafe de hesaba katıldığında karşı tarafın operasyonel anlamda epey süre kazandığı, böylece SİHA’ların çoğunun İsrail’e varamadan Ürdün, Suudi Arabistan, Suriye ve Irak semalarında Amerikan ve İngiliz hava kuvvetlerince düşürüldüğü görülüyor. Dolayısıyla İran’ın bu saldırısı, ne İran halkını ne bölgedeki vekil güçlerini ne de sempatizanlarını tatmin etmiştir. Trump’ın, İran’ın Kasım Süleymani dolayısıyla adresi belli ve haberli saldırısı için söylediğini de teyit etmektedir. Nitekim bu saldırı da zevahiri kurtarmaya dönük bir saldırı olarak tarihe geçmiştir. Siyonist İsrail açısından hiç caydırıcılık yönü olmadığı gibi, tam tersine İsrail’i, yeni suikastlar için cesaretlendirmiştir.
Siyonist İsrail’in 1 Nisan’da, Şam Büyükelçilik yerleşkesinde konsolosluk binasını bombalaması, ilk saldırı değildi. Zaten İran, önceki saldırılara, işgalci rejimin hak ettiği tarzda karşılık vermediği için, Siyonist rejim yeni saldırılarını gerçekleştirmiştir. Nitekim 27 Kasım 2020 tarihinde İran’ın nükleer programının kilit isimlerinden Muhsin Fahrizade Tahran’da MOSSAD tarafından düzenlenen bir suikastla öldürülmüştür.
Aralık 2023’te Şam kırsalında Devrim Muhafızları Kudüs Gücü komutanı Seyit Razi Musevi öldürülmüştür.
Ocak 2024’te ise yine Devrim Muhafızlarının üst düzey istihbarat yetkililerinden Hüccetullah Ümitvar düzenlenen saldırılarda hayatını kaybetmiştir.
3 Ocak 2024 tarihinde Kirman vilayetinde Kasım Süleymani’nin mezarı başındaki anmalar sırasında patlayan bomba sonucunda 84 kişi hayatını kaybetmiştir.
Bu ve benzeri saldırılarda ve Suriye’deki üst düzey kayıpları karşısında daha önce de “intikam” söylemine sarılmış ancak benimsediği “stratejik sabır” düsturu ile İsrail’e karşı herhangi bir hamle yapmaktan kaçınmıştır.
1 Nisan 2024’te, İran Devrim Muhafızları Ordusunun kıdemli komutanlarından Tuğgeneral Muhammet Rıza Zahidi’nin de bulunduğu yedi İran askeri, Şam Büyükelçiliği bombalanmasında hayatını kaybetmiştir. Komutan Zahidi, İran’ın Suriye ve Lübnan’daki askerî operasyonlarında kilit bir isimdi.
İran, 13 Nisan saldırısından sonra yeni bir denklemin oluştuğunu belirtmiştir. Bu yeni denklemi de İran Devrim Muhafızları Ordusu komutanı Tümgeneral Hüseyin Selami açıklamıştır. Selami’nin açıkladığı bu yeni denkleme göre, “Siyonist rejim bundan sonra her nerede (İran’ın) çıkarlarına, mallarına, şahsiyetlerine ve vatandaşlarına saldırırsa İran İslam Cumhuriyeti topraklarından ona karşı saldırıda bulunacaktır.”
Ama 13 Nisan saldırısından kısa bir süre sonra 19 Nisan’da Siyonist İsrail’in gerçekleştirdiği ancak stratejik kaygılarla açıktan üstlenmediği bir saldırı düzenlenmiştir. Bu saldırı, İran’ın Natanz nükleer tesislerinin de bulunduğu İsfahan kentinde, orduya ait bir hava üssüne drone saldırısı şeklinde gerçekleştirilmiştir. Siyonist İsrail’in 19 Nisan’da İran’ın nükleer tesisleri ya da Devrim Muhafızlarının kontrolündeki bir karargâh ya da üs yerine, İran ordusuna ait bir üsse saldırarak karşı tarafa cevap veren ancak gerilimi tırmandırmaktan imtina eden bir hamle yaptığı şeklinde değerlendirilmiştir. Ancak bu saldırıdan daha önemli olan ise Siyonist rejimin, İran hava sahasına girebildiğini, nükleer tesislere çok yakın bir üssü isabet alarak başka bir sefer nükleer tesisleri vurabileceği mesajını vermiş olmasıdır. Çok önemli ve İran için hayati önemi haiz ülke güvenliği ihlali olmasına rağmen İran’ın gerilimi tırmandırma stratejisi gütmediği ve Siyonist rejimin hamlesini “büyütmediği” görülmüştür.
İran, Siyonist rejimin hamlesini büyütmemiş ama Siyonist İsrail hamlelerine devam etmiştir. Nitekim 19 Mayıs 2024’te Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin helikopterinin düşmesinde, düşürülmesinde İran hariç –o da stratejik sabır adına, stratejik sabır ne demekse- bağımsız taraflar bu olayın arkasında Siyonist rejimin olduğunu söylemiş ve yazmışlardır. (Devam edecek)
Ali KAÇAR
[1] Yahya Ayyaş, 22 Şubat 1966 tarihinde Batı Şeria’daki Rafat kasabasında dünyaya gelmiş, 6 yaşında iken Kur`an-ı Kerim`i hıfzetmeye ve İslami ilimleri okumaya başlamıştır. 1985’te liseyi bitirdikten sonra, 1987’de Birzeit Üniversitesi’ne girmiştir. 1991’de Birzeit Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Bölümünden mezun oldu. 1991’de üniversiteyi bitirdikten sonra doktora yapmak için yurt dışına çıkışına Siyonist rejim izin vermemiştir. Yahya Ayyaş, işgalci rejimin bütün aramalarına rağmen yakalanamamış, 5 yıl süreyle bazen yaşlı bir Filistinli, bazen dindar bir Yahudi kılığında Filistin’in çeşitli yerlerinde dolaşmıştır. İşgalciler, onu ele geçirebilmek için çeşitli yollara başvurdular. Teslim olmaya zorlamak amacıyla ailesine baskı uyguladılar. Yaşlı ve şeker hastası olan annesini esir ederek bir buçuk ay süreyle zindanda beklettiler. Daha sonra kardeşlerini alıkoyarak işkenceye maruz bıraktılar. İşgalciler, bu konuda o kadar ileri gittiler ki zaman zaman evini askerî kuşatmaya alarak günlerce kuşatma altında tutuyorlardı.
[2] Halit Meşal (Tam adı: Halit Abdurrahim İsmail Abdulkadir Meşal), 28 Mayıs 1956 tarihinde Batı Şeria’da Ramallah’ın kuzeyindeki Silvad köyünde dünyaya gelmiştir. 1967’deki Altı Gün Savaşı sonrasında ailesiyle birlikte Kuveyt’e göç etmiştir. Kuveyt Üniversitesinde 1974’te başladığı fizik eğitimini 1978’de tamamlamıştır. Öğrenciliği sırasında yürüttüğü öğrenci liderliği ile Yaser Arafat ve Filistin Kurtuluş Örgütünün, Filistin sorunundaki üstünlüğüne karşı çıkmıştır. Bu amaca yönelik olarak Filistinli Öğrenciler Birliği adlı öğrenci grubunun liderliği için El-Fetih’le rekabet eden İslamcı Hak Bloğunu kurmuştur. Meşal, 1984’e kadar Kuveyt’te öğretmenlik yapmıştır. 1987’de HAMAS’ın kurulmasından sonra örgütün Kuveyt temsilciliğini üstlenmiştir. Meşal, 1995 yılında Siyasi Büro Başkanı Musa Muhammed Ebu Merzuk’un ABD ziyareti sırasında tutuklanmasının ardından, 1996 yılında Siyasi Büro’nun başına geçmiş ve bu görevi 2017 yılına kadar kesintisiz sürdürmüştür. 1991-1999 yılları arasında Ürdün’de yaşamış, buradan çıkarılınca Suriye’nin başkenti Şam’a geçmiştir. Arap Baharı’nın başlamasıyla 2012’de Katar’a taşınmıştır. 2017 yılında Meşal, 21 yıllık HAMAS Siyasi Bürosu liderliği görevini İsmail Heniye’ye bırakmıştır. HAMAS’ın yurt dışı başkanı olarak seçilen Meşal halen bu görevi sürdürüyor ve HAMAS’ın üst düzey siyasi liderlerinden biridir.
[3] Elbette Siyonist katillerin gerçekleştirdiği suikastlar ve katliamlar bu kadar değildir. Nitekim 24 Kasım 1993’te İmad Akil, 31 Temmuz 2001’de Cemal Salim ve Cemal Mansur, 23 Kasım 2001’de Mahmud Ebu Hannud, 22 Temmuz 2002’de Salah Şehade, 8 Mart 2003’te İbrahim el Makadma, 21 Ağustos 2003’te İsmail Ebu Şeneb, 21 Ekim 2004’te HAMAS’ın bombalama uzmanı olarak görülen Adnan El Gul, 1 Ocak 2009’da Nizar Reyyan, 20 Ocak 2010’da İzzeddin El-Kassam Tugayları’nın kurucularından Mahmud Abdurruf El-Mabhuh’a Dubai’de, 14 Kasım 2012’de HAMAS’ın üst düzey komutanlarından Ahmed Caberi, 21 Ağustos 2014’te İzzeddin El-Kassam Tugayları’nın üst düzey komutanlarından Muhammed Ebu Şamala, Raid El-Atar ve Muhammed Berhum, 2 Ocak 2024’te HAMAS lider yardımcısı Salih El-Aruri Beyrut’ta katledilmişlerdir. Diğer suikastlar için bkz. https://www.yeniakit.com.tr/haber/teror-devleti-israil-kuruldugundan-beri-suikastler-duzenliyor-teror-ve-suikast-devleti-1886662.html
[4] Azzam Tamimi’nin “HAMAS, Daha Önce Birçok Kez Olduğu Gibi Liderinin Ölümünden De Sağ Çıkacaktır” makalesi için bkz. https://www.haksozhaber.net/hamas-daha-once-bircok-kez-oldugu-gibi-liderinin-olumunden-de-sag-cikacaktir-179184h.htm
[5] Azzam Tamimi, Filistin asıllı İngiliz akademisyendir. Tamimi, 4 aydır devam eden İsrail-Filistin çatışmasına ilişkin bir yazısında da “ABD’nin Vietnam yenilgisinden, Fransa’nın Cezayir yenilgisinden ya da Güney Afrika’da ırkçılığın yenilgisinden ders almak istemiyorlar. Aynı şey Filistin’de de olacak. Siyonizm eninde sonunda yenilgiye uğrayacak.” demiştir.