Muhammed C(G)olani ve HTŞ’nin Zaferi
Arşiv Genel Yazarlar

Muhammed C(G)olani ve HTŞ’nin Zaferi

Allah’a binlerce kez şükür ki Suriye BAAS rejimi, 1963 darbesinden 61 sene, baba Esad’ın kansız darbeyle yönetime geldikten 54 sene sonra yerle bir edilmiştir. Başta Heyet-i Tahrir-i Şam olmak üzere bu mücadelede katkısı olan bütün grupları tebrik ediyor, bundan sonraki mücadelelerinde başarılar diliyoruz. Umut ve temenni ederiz ki ABD, Siyonist güdümlü PKK, PYD’nin işgal ettiği yerler de bir an önce özgürlüğüne kavuşturulur. Ama her şeye rağmen BAAS diktatörlüğünün devrilmiş olması, çok önemli bir zaferdir. Bu zafer, bütünüyle Suriye mücahitleri ile birlikte sabreden ve bütün sıkıntılara rağmen direnen halkın da zaferidir. Böylece on yıllardır bir kâbus gibi Suriye’nin üzerine çökmüş olan Nusayri BAAS azınlık rejimi, 8 Aralık 2024 tarihi itibariyle diğer diktatörlükler gibi tarihin çöplüğündeki yerini almıştır. Dolayısıyla bu tarih; Dera, Kuneytra, Humus, İdlib, Serakib, Hama, Halep ve Şam’ın kısacası Suriye halkının, özgürlüğünü direne direne, vuruşa vuruşa, şehit düşe düşe kazandığı bir özgürlüğün tarihidir. Bu nedenle çok pahalı ve çok kutsaldır. Çünkü bu mücadele, milyonlarca insanın canı ve kanı pahasına kazanılmıştır.
BAAS diktatörlüğü döneminde gerek baba Esad gerekse oğul Esad döneminde Suriye halkı çok zulüm görmüştür; on yıllardır sorgusuz, sualsiz Nusayri rejiminin görünür ve görünmez zindanlarında on binlerce masum ve mazlum Suriyeli, işkencelerden geçirilmiştir. Bu zulmün izlerini bire bir işkencelerden geçirilen ve on yıllardır cezaevinde yatmış insanlarda görmek mümkündür. 27 Kasım itibariyle Suriye’nin her şehri özgürleştiğinde zindanlardan serbest bırakılan insanların gösterdikleri tavırlarda bu, açıkça görülmektedir. Nitekim cezaevinden bir mazlum serbest bırakılınca “Ne oluyor?” sorusuna “Rejim düştü” denince o ise “Hafız Esad mı düştü?” cevabını veriyor. Oysa Hafız Esad, 10 Haziran 2000’de ölmüştü ama bundan haberi yoktu. Hafızalarını kaybetmiş, kim olduklarını, niçin tutuklandıklarını, kaç sene yattıklarını bilmeyen on binlerce masum da Suriye’nin özgürleşmesiyle özgürleşmiştir. Ayrıca yapılan bütün bu zulümlere rağmen, işkencelere ve katliamlara bire bir karışmamış, Şebbihaların zulmüne ortak olmamış Nusayriler de Şiiler de diğer ırk ve mezhebe mensup olanlar da özgürlüğüne kavuşmuş olacaklardır.
Elbette bu zafer sevincini; kanıyla canıyla mücadele eden mücahitler hak ettiği gibi, her türlü imkândan yoksun, açlık ve yokluk içerisinde sabreden çocuklar, yaşlılar ve kadınlar da fazlasıyla hak etmiştir. Bu vesileyle mücahitleri, tekrar tebrik ediyorum, Rabbim yâr ve yardımcıları olsun.
Rejimin Devrilmesi, Son Yüzyılın En Büyük Olayıdır
Suriye’de rejimin devrilmesi elbette çok önemlidir, belki de son yüzyılın en önemli ve en büyük olayıdır. Aslında Suriye’deki mücadele, 1970’lerde başlamış kanlı istihbarat örgütü Muhaberat’a, çapulculardan oluşan Şebbihalara ve bu süreçte Hama, Halep, Doğu Guta ve kimyasal silahlarla gerçekleştirilen katliamlara rağmen durmamıştır. Bu mücadele, Arap Baharı ile ivme kazanmış ancak zalim BAAS rejimi ve destekçisi Rusya, İran ve Hizbullah güçlerinin insanlık dışı saldırıları ve katliamları nedeniyle sadece on binlerce insan katledilmemiş, aynı zamanda zafer de geciktirilmiş ama durdurulamamıştır. Nitekim bunca zulme ve katliama rağmen ne Nusayri diktatörlük ne de onun destekçisi İran, Ruslar bu zafere engel olabilmiştir. Ancak bu zalim güçler, arkalarında yüzyıllar geçse de unutulamayacak derin acılar ve izler bırakmıştır. Bu acıların en derini, 30-40 bin civarında ölü ve bir o kadar kayıpla Hama katliamında yaşanmıştı. Ayrıca zindanlara atılanlara yapılan insanlık dışı işkenceler, masum kadınlara yönelik tecavüzler, asla unutulmayacak, insanlık dışı olaylardır.
Hafız Esad, 13 Kasım 1970’te, en yakın arkadaşı Nusayri Salah Cedid’e karşı gerçekleştirdiği bir kansız darbeyle yönetimi devralmış ve 12 Mart 1971’de de yapılan göstermelik bir seçimle devlet başkanı seçilmiştir. Ölümünden (10 Haziran 2000) sonra ise yönetimin başına, oğlu Beşar Esad geçmiştir. Beşar’ın yönetime gelmesi, halkı umutlandırmış ve “Şam Baharı” olarak görülmüş fakat zulümde babasını geçmiştir. Ama o da kendisinden önceki birçok diktatörün yaşadığı akıbetin aynısını yaşamıştır. Çünkü güzel bir söz vardır, “Küfür devam eder ama zulüm devam etmez.” diye. Ne yazık ki baba-oğul Esad dönemi, Suriye halkı için benzerine az rastlanır türden zulme sahne olmuştur: Dera’da, Humus’ta, Halep’te, Doğu Guta’da, İdlip’te, Kamışlı’da, Haseke’de, özellikle de Hama’da, Arap’ı ile, Kürt’ü ile, Türk’ü ile milyonlarca insan katledilmiş, bir o kadarı da zindanlarda çürütülmüştür.
8 Aralık, Şanlı Bir Zaferin Tarihi Olmuştur
8 Aralık, sadece tarih sahifelerine değil, gönüllere kazınmış ve asla unutulmayacak bir tarihtir. Bu tarih, aynı zamanda Suriye halkının özgürleşmesi için de bir milat oluşturmuştur. Temennimiz, bu zaferin de kursağımızda kalmaması, ideallerine ve hedeflerine uygun olarak oluşturulacak yeni yönetime de yansımasıdır. Çünkü bu bölgede; geçmişte umutlandığımız, sevinciyle sevindiğimiz, üzüntüsü ile üzüldüğümüz halk hareketleri gerçekleşmişti. Ancak süreç içerisinde hareketler, şu ya da bu nedenle ideallerine aykırı bir şekle dönüşmüştü. Suriye’de BAAS rejiminin çökmesi, elbette çok önemlidir ancak bundan daha önemlisi Suriye’yi elde tutabilmek ve hedeflenen ideallere uygun bir yönetim kurabilmektir. Öncelikle Suriye’nin Müslüman halkının, dolayısıyla da bizlerin umutları, hayalleri bir başka bahara kalmamalıdır. HTŞ ve beraberindeki gruplardan beklenen, İslami bir yönetim kurmalarıdır. İnşallah, bunu gerek Siyonistlere gerek küresel güçlere gerek bölgesel iş birlikçi, hain yönetimlere rağmen gerçekleştireceklerdir. HTŞ ve diğer İslami gruplardan ümidimiz tamdır, kendilerinden en ufak bir şüphe dahi duymuyoruz. Çünkü Gazze’nin de diğer bölgelerin de Siyonist ve emperyal işgalcilerin zulümlerinden kurtuluşu, Suriye’de kurulacak İslami yönetime bağlıdır. Bunu, bugünden yarına beklemiyoruz ama süreç içerisinde beklentimiz bu yöndedir.
Yaşıtlarımız çok iyi bilirler, bir zamanlar (1979) İran Devrimi esnasında İran’la yattık, İran’la kalktık, “La şarkıyye la garbiye, İslamiyye İslamiyye” sloganı dilimizden düşmüyordu. Ama İran’ın bugün geldiği nokta ne yazık ki bizleri hayal kırıklığına uğratmıştır. Özellikle de Suriye’de çeşitli ülkelerden vatandaşlık vaadi ya da para karşılığında getirtilen Şii milisler ve Lübnan Hizbullah’ı kanalıyla gerçekleştirilen katliamlar, insanlığa asla yakışmayacak türden katliamlardır. Hele cezaevlerinde kadınlara yönelik tecavüzler, erkeklere yapılan işkenceler, benzerini herhalde ancak Siyonist zindanlarında ya da Kamboçya’da Pol Pot’un Kızıl Kmerleri yönetiminde görmek mümkün. Daha önce benzerini Irak’ta Felluce olaylarında da görmüştük. Taliban’ın birinci döneminde de ABD ve iş birlikçisi 40’tan fazla ISAF ülkesinin Taliban yönetimini devirmesiyle de yaşamıştık. Farklı olsa da benzerini Muhammed Mursi ile yaşadık. Mısır devrimi ile sevindik, eylemler yaptık, bazen hüzünlendik, bazen de sevindik. Ama daha sonra ABD ve bölgedeki iş birlikçi, hain ülke yönetimlerinin saldırıları ile Tahrir Meydanı, Müslümanların katliam meydanına dönüştürülmüş ve ne yazık ki Muhammed Mursi de şehit edilmişti. Bu sefer öyle olmasın, olmamalıdır. Bütün bu olup bitenlerden ders çıkarılmalıdır ve ona göre yönetim oluşturulmalıdır. HTŞ’ye ve Suriye zaferinin kazanılmasında canı ve kanı pahasına mücadele eden gruplara güveniyoruz.
Suriye’de başlayan ve zaferle sonuçlanan bu olayların arkasında, ABD’yi ya da Siyonist ve bölgesel güçleri görmek ve propagandasını yapmak, bilumum İslam düşmanlarının ekmeğine yağ sürmektir. Ne yazık ki bu tür propagandaları yapanlar, İslam’dan da nasiplenmemiş olanlardır. Elbette Siyonist ve küresel güçlerle iş birlikçi bölgesel güçler boş durmayacaklardır. Tıpkı Arap Baharı’nı kışa dönüştürdükleri gibi Suriye devrimini de -Allah korusun- kendi lehlerine çevirmeye çalışacaklardır. Fitne ve fesat ateşini alevlendirmek için her türlü oyunu sahnelemeye çalışacaklardır. Çünkü BAAS rejimi, bölge ülke yönetimleri için, özellikle de Siyonist İsrail için emniyet sibobu konumunda, güvenilir bir rejim idi. Siyonist İsrail için, bilinen düşman, bilinmeyen düşmandan her zaman daha güvenilirdir. İran’ın iddia ettiği gibi BAAS rejimi, hiçbir zaman direniş güçlerini desteklememiştir. Çünkü BAAS rejimi ve ideolojisi; İslam, dolayısıyla Müslümanlara düşmanlık üzerine oluşturulmuş bir ideolojidir. Öyle ki BAAS rejimi, İslami direniş güçlerine, en az Siyonist İsrail kadar hatta daha fazla düşman bir rejimdi. Aslında Siyonist İsrail, BAAS diktatörlüğünün devrilmesiyle çok önemli bir müttefikini ve dostunu kaybetmiştir.
Şu da bilinmelidir ki Suriye’de gerçekleşen devrime; sadece ABD, İran, Rusya, Siyonist İsrail düşman değildir. En az bunlar kadar Mısır, Ürdün, BAE, Suudi Arabistan ve bölgedeki başka ülke yönetimleri de düşmandır. Bundan sonra Suriye’de yeni bir yönetim kurma aşamasında olan HTŞ ve bileşenleri, en az Siyonist İsrail ve ABD kadar BAE’ye ve Suud’a da dikkat etmelidirler. Bu iş birlikçi, hain güçler, Suriye içerisinde fitne çıkarmak, iç çatışmalar meydana getirmek için her türlü oyuna başvuracaklardır. Çünkü Suriye’de bağımsız, müstakil ve halkın inançlarına uygun bir yönetim kurmaları hâlinde bu, bölgenin diğer veliahtlarına, sultanlarına, krallarına ve şeyhlerine bir tehdit oluşturacaktır. Dolayısıyla da Suriye’de kurulacak bir İslami yönetim, emirlik, bölgedeki ülke yönetimlerinin korkulu rüyası hâline gelecektir. İşte ABD ve Siyonist İsrail, bunu bir fırsata dönüştürerek Suriye’de, kurulacak yeni yönetime karşı tetikçi güç olarak BAE ve Suud’u kullanmaya çalışacaktır. Özellikle bu iki ülkeye ve yapacaklarına çok dikkat edilmelidir.
HTŞ, İslami Bir Örgüttür
HTŞ’nin (k. 28 Ocak 2017); gerek Nusra Cephesi (k. 24 Ocak 2012) gerekse Şam’ın Fethi Cephesi (ŞFC) (k. 28 Temmuz 2016) döneminden bu yana gösterdiği faaliyet, İslami faaliyettir. Dolayısıyla terörist bir örgüt değil, İslami bir örgüttür. Suriye devriminin tamamlandığı 8 Aralık 2024 tarihine kadar da İslami çizgiden ayrılmamıştır. Bizim için HTŞ’yi değerli kılan da bu çizgide sebat etmesidir. Dolayısıyla ABD’nin ya da ABD doğrultusunda hareket eden ülke ve uluslararası kurumların terörist demesinin hiçbir anlamı ve önemi de yoktur. Çünkü asıl terörist, -hem de küresel anlamda- ABD’nin kendisidir. Yaşadığımız bölgede meydana gelen her iç karışıklığın, isyanın, darbenin ve savaşın arkasında planlayıcı ve destekleyici olarak ABD ve tetikçisi Siyonist İsrail bulunmaktadır. ABD, bölge ve bölge halkları için Siyonist İsrail’den de PKK’dan da IŞİD’den de daha tehlikelidir. ABD, bu topraklardan defedilse âdeta kurt ile kuzunun yan yana yaşayacağı bir ortam oluşacaktır. Kısacası bölgenin asıl düşmanı, ABD’dir. Halk arasında güzel bir söz var: “Eşeği dövemeyenler palanı döverler.” diye. Türkiye, ABD ile baş edemediği için PKK’yla on yıllardır çatışma hâlindedir. Aslında Türkiye’nin yapması gereken, ABD ile hesaplaşmaktır, buna gücü yetmediği için de PKK ile yani palanla dövüşmektedir. Onun için PKK terörü, ABD’nin isteği doğrultusunda bazen azalmakta bazen de artmaktadır. Ama PKK, PYD bugün, Türkiye’nin stratejik müttefiki ABD’nin desteğiyle Suriye’nin kuzeyinde bir devletçik hâline gelmiştir.
Türkiye de HTŞ’yi terör listesine almıştır. Neden? Oysa HTŞ, diğer cihadi örgütlerin kınamasına rağmen Soçi görüşmeleri doğrultusunda gözlem kulelerinin oluşturulmasında Türkiye’ye yardımcı olmuş bir örgüttür. Üstelik bu örgüt, amaçlarının Suriye BAAS rejimi olduğunu sürekli söylemiştir. Ve bu amacını ve niyetini, 27 Kasım’da başlattığı operasyonla ortaya koymuştur. Ayrıca HTŞ öncülüğünde başlayan bu operasyon sayesinde Türkiye, uzun yıllardır giremediği Tel Rıfat’a, akabinde de Münbiç’e girerek PKK’yı buralardan temizlemiştir. HTŞ’nin bu operasyonu olmasaydı Türkiye, ne Tel Rıfat’a girebilirdi ne de Münbiç’e. Peki, neden hâlâ HTŞ, Türkiye’nin terör listesinde bulunmaktadır? Bunu anlamak mümkün değildir.
Türkiye’nin yapması gereken, Suriye’de kurulacak yeni hükûmet güçleri ile birlikte Tel Rıfat ve Münbiç’ten sonra Fırat’ın doğusuna yönelerek bu bölgeyi, ABD’ye ve Siyonist İsrail’e rağmen PKK, PYD, YPG, SDG teröründen bütünüyle temizlemektir. Bu, bir fırsattır, bir daha da ele geçmez. Aksi hâlde çok uzun sürmeden ABD ve Siyonist İsrail’in güdümünde PKK devletçiği de kurularak seçimlerini gerçekleştirecektir.
Türkiye’nin yapacağı ikinci önemli şey ise HTŞ öncülüğünde kurulacak İslami devlete destek ol(a)mıyorsa ABD’ye güvenerek engel olmaya da kalkışmamalıdır.
Ali KAÇAR

GRUBA KATIL