Hüsnü AKTAŞ
Halkı Müslüman olan ülkelerde yaşanan siyasi hadiseleri tahlil ederken, hem ABD ve müttefiklerinin siyasi emellerini, hem de askeri vesâyet anlayışının getirdiği fitne ve fesadı dikkate almak gerekir. Bu ülkelerde adâleti hafife alan ve İslâm Fıkhı’nı mahkûm etmek için bütün imkânlarını seferber eden askerlerin, politikacıların ve aydınların, kendi halklarına ihanet ettiklerini söylemek mümkündür. Bilindiği gibi bu ülkelerde ‘çağdaş uygarlık’ adına piyasaya sürülen yönetim teknikleri, zalim politikanın ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Zalim politikada; ideolojik anlamda şüpheler, insan haklarını tahrip ve iktisadi hayatı zaafa uğratmak için işlenen çirkin fiiller ön plandadır. Tarih boyunca iktidara, silaha ve servete sahip olan zorbaların; mukaddes devlet anlayışını ön plâna çıkardıklarını ve diğer insanların haklarına ve hürriyetlerine tecavüz ettiklerini söylemek mümkündür.
Mısır’da yaşanan askeri darbenin siyasi neticelerini, ‘efradına cami ve ağyarına mani’ bir şekilde tahlil edebilmek için, ‘darbe’ kelimesini ağzına bile almayayan ABD ile Mısır Ordusu arasındaki münasebetleri dikkate almak gerekir. Yıllarca Devlet Başkanlığı koltuğunu işgal eden Hüsnü Mübarek’in iktidardan uzaklaştırılmasında, Mısır Ordusu’nun belirleyici rol oynadığını gizlemenin bir anlamı yoktur. Diktatör Mübarek’in istifasından sonra yönetimi üstlenen Yüksek Askeri Konsey, Tahrir Meydanı’ndan gelen uyarıları dikkate almış, parlamentoyu feshetmiş ve anayasayı yürürlükten kaldırmıştır. ABD yönetimi; ‘Tahrir’de başlayan halk ayaklanmasının kendi menfaatlerine zarar verecek bir devrime dönüşmemesi’ için, bütün imkânlarını seferber etmiştir. Diktatör Hüsnü Mübarek, istifa etmeden önce, bütün yetkilerini yıllarca CİA ve Mossad gibi istihbarat örgütleriyle koordineli çalışan Ömer Süleyman’a devretmiştir. (Wikileaks İnternet Sitesi’nin gizli belgelerinde adı Omer Salamon olarak yer almaktadır) Tek kelimeyle Ömer Süleyman CIA’nın ve İsrail’in emellerine hizmet eden bir bürokrattır. İlluminati Çetesi’nin ‘Radikal-siyasal İslam Tehdidi’ ile mücadele için görevlendirdiği ve bazı internet sitelerinde “CIA’nın Kahire’deki adamı” olarak tarif edilen Ömer Süleyman, Mısır halkı tarafından bilinmeyen birisi değildir. Mısır istihbarat teşkilatının başına 1993 yılında getirildiği, yani yirmi yıldır diktatöre hizmet ettiği bilinmektedir. Ayrıca İsrail’le birlikte Hamas’a karşı savaşan ve bu savaşta önemli roller alan bir zorbadır. Son yirmi yıldır ABD ve İsrail istihbaratına çalışmış, dosyalar hazırlamış ve bölgede onlar adına bazı operasyonları yürütmüştür. Hatta işkencelere bizzat katılan profesyonel katillerden birisidir. Mısır Halkı bu profesyonel katile razı olmayınca yeni plânlar/ projeler devreye sokulmuştur.
ASKERİ DARBE Mİ, HÜKÜMET DARBESİ Mİ?
Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın kurucusu Şehid Hasan El Benna’nın torunu Prof. Tarık Ramazan, ‘Tahrir Meydanı’nda toplanan ve Hüsnü Mübarek’in iktidardan uzaklaştırılmasına sebeb olan halk ayaklanması ile geçtiğimiz ay yapılan askeri darbe arasında herhangi bir fark olmadığı’nı ifade etmiş ve şu tesbitte bulunmuştur: ‘Mısır ordusu siyasete dönmedi. Zira siyaseti hiç terk etmemişti. Hüsnü Mübarek’in devrilmesi, yeni nesil subayların sivil hükümet perdesi arkasında yeni bir tarzda siyasete girmelerine izin veren askeri bir hükümet darbesiydi. 29 Haziran 2012’de yayımlanan makalemde, cumhurbaşkanlığı seçiminin altı aydan bir seneye kadar bir dönemle geçici olduğuna dair ordu yüksek komutanlığı duyurusundan bahsettim. Makalenin başlığı önseziyi açık bir şekilde ortaya koyuyordu: “Seçim Hiçbir Şey İçin mi?” Amerikan yönetimi bütün süreci takip etmişti. ABD’nin elli senedir Mısır’da müttefiki ordu oldu, Müslüman Kardeşler (MK) değil. Son açıklamalar, (bknz: International Herald Tribune, 5 Temmuz ve Le Monde, 6 Temmuz) zaten açık olan bu durumu doğruluyor: Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi devirme kararı 30 Haziran’dan çok daha önce verilmişti. Cumhurbaşkanı Mursi ve General El Sisi arasındaki bir konuşma, ülkede ordunun başındakinin, “halkın arzusu adına” yapılacak askeri darbeyi haklı gösterecek halk ayaklanmalarının başlamasından haftalar önce Cumhurbaşkanını devirmeyi ve hapse atmayı planladığını gösterdi. Zekice bir strateji! Ordunun gerçekten halkı gözettiği inancını vermek üzere milyonlarca kişinin katıldığı gösteriler düzenle! İkinci perde olarak da hükümet darbesini gerçekleştir.”
Şehid Hasan El Benna’nın torunu Prof. Tarık Ramazan, makalesinin devamında bazı inceliklere de işaret etmektedir: ‘Kronik elektrik kesintileri, benzin ve doğal gaz kıtlığı Cumhurbaşkanı’nın devrilmesinden sonra sihirli bir şekilde aniden sona erdi. Sanki insanlar sokaklara dökülsünler diye temel ihtiyaç maddelerinden mahrum bırakılmıştı. Uluslararası Af Örgütü, silahlı kuvvetlerin planlanmış gibi (yakından takip etmesine rağmen) bazı gösterilere müdahale etmeyip şiddetin kontrolden çıkmasına izin verdiği tuhaf durumunu gözlemledi. Silahlı kuvvetler daha sonra, Le Monde’da doğrulandığı üzere uluslararası medyaya askeri helikopterlerden çekilmiş, Mısır halkını neşe içinde, askeri kurtarıcılarını kutlarken gösteren fotoğraflar sağlayarak müdahalesine halkla ilişkiler kampanyaları ekledi. O zamandan bu yana hiçbir şey değişmedi: ‘Arap baharı’ ve Mısır Devrimi General Abdülfettah El Sisi’nin rehberliği altında devam ediyor. Amerika Birleşik Devletleri ordusu tarafından eğitilen general, Amerikalı mevkidaşlarıyla yakın teması korudu. The New International Herald Tribune (6-7 Temmuz), General El Sisi’nin Amerikalılar kadar İsrail hükümeti tarafından da iyi bilindiği hususunda bizi aydınlattı. Muhammed Mursi Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda ikamet ederken bile, General Abdülfettah Sisi “İsrail hükümetiyle iletişim kurmaya ve birlikte çalışmaya” devam etmiş. Sisi daha önce Kuzey Sina’da Askeri İstihbarat Servisleri’nde görev yapmış, Amerikalılar ile İsrail yetkilileri arasında gidip gelerek faaliyet göstermişti. Amerika Birleşik Devletleri gibi İsrail’in de Mısır’daki gelişmelere olumlu baktığını söylemek hafife alınamaz. (..) Bu gerçeklerden sonra şaşırtıcı olan, saflık, tecrübesizlik ile Muhammed Mursi, müttefikleri ve bir teşkilat olarak Müslüman Kardeşler tarafından yapılan hatalardır. Son üç yıldır hem Hürriyet ve Adâlet Partisi, hem de Müslüman Kardeşler yönetiminin düşünce, eylem ve stratejilerini sert bir şekilde eleştirdim (son 25 senedir analiz ve yorumlarım sert bir şekilde eleştirildi, öyle de kalmaya devam ediyor). Tuzak bariz bir şekilde görülüyordu; konu hakkında yazdıklarım (Mart ve Aralık 2012 arasında yazılmış kitap ve makaleler) ciddi eksikliklere işaret ediyordu. Cumhurbaşkanı Mursi’yi gerek muhalefeti hükümete katılmaya, gerekse geniş kapsamlı milli diyalogun bir parçası olmaya davet ederek muhalefetle ilişki kurmak için yapabileceği her şeyi yapmamakla eleştirmek adil olmaz. Onun yaklaşımları, muhalefetin onun her teşebbüsüne şiddetle karşı çıkmasıyla reddedildi. (..) Cumhurbaşkanı, onun hükümeti ve Müslüman Kardeşler’in saflığı şaşırtıcı oldu. 60 yıllık muhalefet ve (ABD yönetimi ile Batı’nın doğrudan ve dolaylı takdisiyle) yapılan askeri baskı sonrasında, bunlar eski düşmanlarının kendilerinin iktidara yükselmesini destekleyeceklerini nasıl tahayyül edebildiler? Bunlar 1992’de Cezayir, daha yakınlarda da Filistin’de kendi tarihlerinden hiçbir ders almadılar mı? Ben bunların programının (sathi) muhtevası ve Cumhurbaşkanı Mursi ve Müslüman Kardeşler’in ne olduğu belirsiz stratejisini (silahlı kuvvetler ve Amerika Birleşik Devletleri’yle uzlaşma, ekonomide teslim, Filistin davası vs…) eleştirdim, halen de eleştiriyorum ama bunlardaki siyasi uyanıklık eksikliği oldukça şaşırtıcı oldu. Cumhurbaşkanı Mursi’nin, devrilmesinden daha 10 gün önce General El Sisi’ye onun rütbesini indirebileceğini (neticede onu kendisi atamıştı), Amerikalıların da “asla darbeye izin vermeyeceklerini” söylediğini işitmek, gerçeküstü olduğu kadar akıllara durgunluk vericiydi.(..) Bazı gözlemciler, Selefilerin ve özellikle de En-Nur Partisi’nin, Cumhurbaşkanı Mursi’ye muhalif “demokratik” (!) cephenin yanı sıra ordu kuvvetlerine katıldığını görerek şaşırdılar. Batı medyası “İslamcı” Selefileri Müslüman Kardeşler’in müttefiki olarak yaftalamakta hızlıydı. Aslında bunlar Körfez ülkelerindeki rejimlerin müttefikleriydi, halen de onların müttefikidir. Bu ülkeler de Amerika Birleşik Devletleri’nin bölgesel müttefikleridir. Müslüman Kardeşler’le Selefilerin müttefik olduğu fikri, Müslüman Kardeşler’in dini itibarını sarsmak ve onu uç noktalara gitmeye zorlamak içindi. Cumhurbaşkanı Mursi’nin devrildiği an, onlar sadece ona ihanet etmekle kalmadılar, bütün dünyanın görmesi için stratejilerini ve stratejik müttefiklerini de açıkladılar. ‘(1)
Mısırlı müslümanlara tankların namlusunu çeviren zorbaların emellerine hizmet eden ve kendilerini ‘Selefi’ olarak nitelendiren ‘Nur Partisi’nin yöneticileri, efendilerinin izinden giderek ABD ve müttefiklerinin safında yer almışlardır.
Ezher Şeyhi’nin, ‘Mecelle-i Ahkâmı Adliyye’de yer alan Ehven-i Şer’ anlayışını keyfine göre yorumlaması ve silahlı zorbaların safında yer alması da başlı-başına bir felâkettir. Halbuki ‘Ehven-i Şer’ anlayışını ön plâna çıkaran üç külli kaidenin birlikte değerlendirilmesi zaruridir. (Madde 27: Zarar-ı eşed, zarar-ı ehaf ile izale olunur. Madde 28: İki fesad tearuz ettikte ehaffını irtikâp ile a’zamının çaresine bakılır. Madde 29: Ehven-i şerreyn ihtiyar olunur. ) Başta İbn-i Nüceym’i Mısri’nin ‘El Eşbah ve’n Nezair’ isimli usul kitabı olmak üzere, tarih boyunca külli kaideler üzerinde çalışan usûl alimlerinin tesbitleri, güzel bir şekilde tasnif edilmiştir. Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye isimli eser, bir anlamda Osmanlı Devleti’nin, yani ‘Devlet-i Aliye’nin’ medeni kanunudur. Bu külli kaideleri, bir ‘Anayasa Hukuku’ veya ‘siyaset manifestosu’ gibi değerlendirmek doğru değildir. Bu noktada, silahlı zorbalarla/zalimlerle işbirliği yapmanın hükmü üzerinde kısaca durmakta fayda vardır.
ZALİMLERLE İŞBİRLİĞİ YAPMANIN HÜKMÜ
Tarih boyunca ‘ zâlim ve fasık olan bir kimsenin Devlet Başkanlığı (Hilafeti/İmameti) sahih midir, değil midir? Salih olan bir kimse; Hilâfet vazifesini üstlendikten sonra, gayr-i meşrû yollara tevessül ederse, onunla nasıl mücadele edilmesi gerekir? İktidarı zorbalıkla (silah zoruyla) ele geçiren ve zulümlerini devam ettiren kimselere itaat etmenin hükmü nedir? Bunlarla mücadele ederken, hangi şartlara riayet edilmesi gerekir?’ gibi sualler, İslâm âlimlerinin zihnini meşgul etmiştir. Fesadın yayılmasını arzu eden ve zorbalığı meslek haline getiren emir sahiplerine, müslümanların itaat etmeleri caiz değildir. Hatta İslâm alimleri; zalim ve fasık olan sultanın azledilmesinin, maslahata ve hikmete daha uygun olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. İmam-ı Şehristânî “Seçildikten sonra haddi aşan, zulmeden ve küfran-ı nimet hali zuhûr eden imam ya kendi rızasıyla görevinden çekilir, ya da müslümanlar onu azlederler’(2)” diyerek, bu inceliğe işaret etmiştir.
Peygamberimiz Efendimiz (sav) “insanlara zulmederek iktidarı ele geçiren ve zorbalığı meslek haline getiren emir sahiplerini (sultanları/iktidarları) lanetlemiş”(3) ve hesap gününe hazırlanan müslümanlara, gayr-i meşrû yoldan iktidara gelen, yalanın ve zulmün yayılmasına sebeb olan emir sahiplerinden uzak durmalarını emretmiştir: “Benden sonra bir takım emirler olacaktır. Kim onların yalanlarını tasdik eder ve yaptıkları zulümde kendilerine yardımcı olursa benden değildir. Ben de onlardan değilim. Kim onların yalanlarını tasdik etmez ve zulümlerinde kendilerine yardımcı olmazsa bendendir. Ben de onlarla beraberim. O kimseler, havzımın kenarında bana ulaşacaklardır.’(4)
Fukaha arasında ihtilâf konusu olan meselelerden birisi şudur: Fâsık ve zâlim olan kimsenin imameti sahih midir, değil midir? Bu suale verilen cevap, değişik fırkaların ortaya çıkmasına sebeb olmuştur. İmam-ı Azam Ebu Hanife’ye (rh.a) göre; zâlim ve fâsık olan kimselerin halîfe, kadı, müftü veya amir olmaları caiz değildir. Hanefi fûkahasından İmam Ebu Bekir el-Cassâs bu meseleyi “Ahkâmû’l Kur’ân” isimli eserinde izah etmiş ve şu tesbitte bulunmuştur: “Zâlim ve fâsık olan kimsenin; peygambere halîfe, kadı, müftü ve mahkemede şahit olması caiz değildir. “Zâlimler benim ahdime erişemez’(5) âyeti, bu gibi işlerde adâletin zarûri şart olduğunun delilidir. Bu âyetten istinbat edilecek hüküm şudur: Zalim ve fâsık kimsenin imameti batıldır. Halîfe olamaz. Fâsık olduğu halde bu makamı ele geçiren kimseye, müslümanların itaat etmeleri şart değildir.’(6) ”İmam-ı Zemahşeri “zalimler benim ahdime erişemez” ayetinin tefsirinde, şu tesbitte bulunmuştur: “Halifelik, zulmü ortadan kaldırma makamı olduğuna göre, zalim birinin hilâfete getirilmesinin cevazından bahsetmek nasıl mümkün olabilir? Bu ayet, zalim ve fasık olan kimsenin hilafete lâyık olmadığına işaret etmektedir. Hâkimliği (kadılığı) ve şahitliği kabul edilmeyen, rivayet ettiği hadislerle amel edilmesi caiz olmayan ve namazda imam olarak öne geçirilmeyen bir kimsenin, hilâfet makamına liyakatinden nasıl söz edilebilir? İmam Ebû Hanife, Sultan Mansur ve çevresindeki kimseler hakkında şöyle demiştir: ”Şayet onlar bir mescid yapmaya karar verseler ve benden de bu mescidin tuğlalarını saymayı talep etseler, bunu bile yapmazdım.” Fakih İbn-i Uyeyne’den, zalim bir kişinin halife olamayacağı yönünde bir görüş nakledilmiştir.’ (7)
Netice olarak şunu söyleyebiliriz: Mısır’da General Abdulfettah El Sisi ve çetesinin; son bir yıldır halkın oylarıyla seçilen Cumhurbaşkanı’nı köşeye sıkıştırmak ve darbe şartlarını hazırlamak için, bütün imkânlarını seferber ettikleri malûmdur. Bu askeri darbe, Mısır’ı karanlık bir tünele sürüklemekle kalmamış, tarihte görülmemiş bir ihanete de vesile olmuştur. Mutaassıp bir Hıristiyan olduğu bilinen Adli Mansur’u geçici Cumhurbaşkanı ilân etmelerinin sebebi, ABD ve müttefiklerinin desteğini sağlamaktır.
Başta Suudi Arabistan olmak üzere, Birleşik Arap Emirlikleri ve Ürdün gibi krallıkla yönetilen ülkelerin, Hıristiyan Cumhurbaşkanı Adli Mansur’u tebrik etmeleri, yapılan ihanetin boyutunu ortaya koymaktadır. Halkına silah çeken zorbaları destekleyen ve Selefilik iddiasında bulunan Nur Partisi’nin yöneticileri, hangi efendilere bağlı olduklarını bütün dünyaya ilân etmişlerdir. Müslüman Mısır halkının ‘kendilerine ihanet eden silahlı zorbalara ve o zorbaların efendilerine boyun eğecek kadar ‘şerefsiz olmadığını söylemek mümkündür. Mutlaka bu ihanetin hesabını soracaklardır.
__________________________
(1) Dünya Bülteni- ‘Mısır:Hükümet Darbesi,2 Perde- 24. Temmuz 2013 (Makale-Yorum Bölümü)
(2) İmam-ı Şehristani- Nihayetü’l İkdam fi İlmi’l Kelâm- Beyrut: ty Sh: 496
(3) Şeyhül İslâm Mustafa Sabri Efendi – Mevkıfû’l Beşer- Kahire: 1352 Sh: 26
(4) Mansur Ali Nasıf- Tac Tercemesi-İst: 1973 C:3 Sh: 100 Hadis No: 168
(5) El Bakara Sûresi: 124
(6) İmam Ebûbekir El Cessas- El Ahkâmû’l Kur’an- Kahire: 1947 C: 1 Sh: 80-81
(7) İmam-ı Zemahşeri- El Keşşaf -Beyrut: 1977 C: 1 Sh:309
MİSAK DERGİSİ