Misafirimizi Ağırlamaya Hazır Mıyız?
Yazarlar

Misafirimizi Ağırlamaya Hazır Mıyız?

Koskoca bir sene daha geçti ömrümüzden. Pandemi, virüs, sokağa çıkma yasakları, kısıtlamalar, uzaktan eğitim, okul dersleri, koşuşturmacalar, geçim derdi, seçim derdi derken, acısıyla, tatlısıyla tam bir sene daha geride kaldı. Geçen sene yaşadığımız ve hayatımızda ilk defa karşılaştığımız “Pandemi dönemi”nde Ramazan ayını, tekrar idrak edeceğiz. Muhtemeldir ki yeni kısıtlamalar, mesafeler, maskeler, aşılar, ilaçlar yine gündeme oturacak.

Şöyle bir hafızamızı zorlayacak olursak; geçen sene Ramazan ayından ya da Covid-19 salgın hastalığının başladığı Mart ayının başından bu tarihe kadar aramızdan o kadar çok insan ayrıldı ki; yaşlısı-genci, zengini-fakiri birçok tanıdığımızı ahirete yolcu ettik. Geçen sene Ramazan ayında aramızda olup da bu Ramazan ayını göremeyen akrabalarımız, arkadaşlarımız, tanıdıklarımız oldu. Belki bir dahaki seneye de Ramazan ayını göremeyecekler olacaktır aramızda. Onun için uzun bir yolculuktan sonra, evlerimize misafir olarak gelecek, evimizi şenlendirecek, bizleri sevindirecek mübarek günleri, dolu dolu yaşayalım. Bol bol ibadetlerle, tefekkürle, zikirle, duayla, infakla misafirimizi en iyi şekilde ağırlayalım ve onu, memnun etmiş olarak tekrar uğurlayalım. Biz, O misafirden memnun kalırız ama O bizden memnun kalır mı ya da Onu nasıl memnun ederiz, bunun derdinde olalım.

Şöyle bir kendimizi sorgulayalım: Ramazan ayı, acaba bizlere neler hatırlatıyor? Bir ay boyunca Ramazan ayından neler alıyoruz? Önceki Ramazanlar, hangi izleri bırakarak gitti bizlerden? Mesela “Ramazan” sözcüğünü duyduğumuzda, aklımıza ilk olarak mağfiret, bağışlanma, sabır, ihlâs, samimiyet, dua, yakarış, cennet kelimeleri mi geliyor yoksa iftar, sahur, yeme, içme vb. şeyler mi? Allah (c.c.), bizlere, neleri emrediyor? Allah’ın Nebisi (s.a.v), Ramazan’ı nasıl tarif ediyor ve onunla neler vaat ediyor bizlere, bir düşünelim…

Yeni bir fırsat ve yeni bir temizlenme ayı ile baş başayız. Her sene Ramazan ayı bitip de bayrama kavuşunca, içimizi bir hüzün kaplar, üzülürüz, ayrılık zor gelir insana. Peki, neden üzülürüz, hiç düşündük mü? Üzüntümüzün sebebi, çok büyük fırsatları kaçırmış olmamızdandır. Arınarak, temizlenerek çıkmamız gerekirken, maalesef fırsatları teperek bitiriyoruz ve gereği gibi Ramazan ayını idrak edemiyoruz. Hal böyle iken şimdiden hazırlık yapmamız gerekir. O güzel misafiri, şimdiden memnun edecek şekilde planlı ve programlı hazırlık yapmamız gerekir.

“Hazırlık” deyince aklımıza, “İftar” ve “Sahur” sofralarımızı şenlendirecek, garibanların, yoksulların unutulduğu, kıtlıktan çıkarmışçasına alışveriş çılgınlığı elbette gelmemeli. Hazırlık, manevi olmalı, maneviyatımızı güçlendirecek şekilde olmalı. Peki, ne yapmalı? Nasıl hazırlanmalı? Nelere dikkat edilmeli? Şimdi bunlara bakalım:

Ebu Hüreyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Kim, faziletine inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır” (Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, İbn Mace). İşte geçmiş günahların bağışlanması için, bu büyük kurtuluşa ermek için öncelikle ilk hamlemiz, “nasuh bir tevbe” olması gerekiyor. Günahlarımızı ve akıbetimizi tefekkür etmeye, pişmanlık duymaya ne kadar çok muhtacız. Ramazan ayı, tefekkür ve tevbenin bulunmaz zamanıdır. Ramazan ayı, cennete girmenin en mümkün olduğu bir zaman dilimidir. Rabbimizle aramızda günahlarımız, mesafe oluşturmaktadır. İlk önce nasuh bir tevbe ile Rabbimize dönme kararı verelim. O’ndan bağışlanma dileyelim, O’na sığınalım ve O’na güvenelim.

Daha sonra, neden oruç tuttuğumuzu, sevabını kimden alacağımızı ve sevabını verecek olanın nasıl bir oruç istediğini araştıralım. Orucu, sadece mideye değil de tüm vücuda tutturduğumuzun bilincinde olalım. Gözler, kulaklar, eller, ayaklar ve tüm beden, bu oruca iştirak etmeli. Yoksa sadece açlıktan öteye geçmez, tuttuğumuz oruç.

Gece kıyamına, kendimizi alıştıralım. Gece ibadeti, Ramazan ayının farklılıklarındandır. Teheccüd namazı, gece namazı, geceleyin yapılan Kur’an tilaveti, tesbihler, zikirler, dualar bu gecelerde daha da yoğunlaşmalı. Bu ayda, geceleri Rabbi için ayakta kalanlardan olmaya çalışalım.

Teravih namazı, Ramazan ayının en önemli nafile ibadetlerindendir ve hakkını vermek gerekir. Teravih namazını çabuk kılmak gibi bir hedefimiz olmamalı. Yirmi rekâtı hakkıyla kılabiliyorsak, o şekilde devam edelim. Ancak hızlı hızlı kılarak namazdan alabileceğimiz sevabı alamıyorsak o zaman yavaş yavaş, ağır ağır, az ama “namaz gibi” kılalım. En güzel şekilde ve daha fazla kıraatle namaz kılmak gibi bir hedefimiz olsun. Çünkü Teravih de bir namazdır; farzı, vacibi, sünneti olan bir namazdır. O halde ciddiye alalım bu namazı, hakkını vererek kılalım.

Bol bol sadaka verelim bu ayda. “Alanı Allah’tır, vereni de ben” diyerek sadaka verelim. Sadakanın kabul edeni Allah olduktan sonra azı-çoğu olmaz, böyle bilelim. Rabbimiz, inananların ellerinin sıkı olmamasını istiyor. Kendimize ait olarak gördüğümüz dünya nimetlerinin, aslında ilahi hazineye ait olduğunu ve bu hazineden Allah yolunda, hakkımıza tahsis edilenden, korkmadan ve çekinmeden harcamamızı istiyor. Şu aziz günlerde, elimizi daha cömert tutmalıyız ki felah kapılarında soluklanma bahtiyarlığı kazanalım.

Rabbimizin kitabını elimizden düşürmeyelim, bol bol Kur’an okuyalım. Allah’u Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de, Ramazan ve Kur’an’ı beraber zikretmektedir. Hatta Ramazan ayının önemi, Kur’an’ın o ayda inmiş olmasındandır. İbni Abbas’tan (r.a.) gelen rivayete göre Peygamberimiz’in (s.a.v.), Ramazan ayında Kur’an-ı Kerim’i daha fazla okuduğu haber verilmektedir. Ne kadar Kur’an okursak o kadar Ramazan ayına dalmış olacağımızı iyi bilelim. Tabi bu okumadan kasıt, anlaşılmadan okumak değildir. Sadece Arapçasından, mukabele ve hatim yapmayacağız. Okuduğumuzu anlayacağız, anladığımızı hayatımıza aktarmak için yoğun gayret sarf edeceğiz ki bizlere faydası olsun. Okumakla anlamak ayrı tutulmamalıdır. Bunlar, birbiriyle iç içedir. Abdullah b. Mesud’un (r.a.), “Biz, Kur’an’dan on (10) ayeti alır, okur ve hayatımıza aktarırdık” mealindeki cümlesini hatırlayalım. Yani okumakla anlamak, ayrı ifadeyle sunulmuyor.

Ramazan ayı günlerini “Zikir” ile doldurmalıyız. Allah’ı zikretmemiz için en coşkulu günlerimiz olmalıdır. Bilhassa sahur vaktini, sabah namazı ve iftar vaktini ihya etmeliyiz. Allah’a ve O’nun cennetine yaklaştıracak mübarek sözler, dilimizden eksik olmamalıdır. Ezber bildiğimiz sure ve ayetleri, duaları tekrar ederek de zikir yapmış oluruz.

Ramazan ayının son on gününü “İtikâf” ibadetiyle geçirelim. İtikâf sayesinde, ibadet ve kulluğun derinlemesine idrak edilme imkânı bulunur. Bu günlerde “Kadir Gecesi”ni idrak etme imkânı, daha da yüksektir. Dış meşgalelerden uzak bir ortamda; ölümü, ahireti tefekkür edip ileriki dönem için muhasebe yapma fırsatı olarak değerlendirilmelidir. Kur’an’ın indirilmeye başlandığı Kadir Gecesi, Ramazan ayı içerisinde ve özellikle de son on (10) günün içinde aranmalıdır. Peki, Kadir Gecesi’nde ne yapılabilir? Bu soruyu, Hz. Aişe annemiz (r.a), Rasulullah’a (s.a.v.) sorduğunda şu cevabı almıştır:

“O gece şöyle dua et: Allah’ım! Sen, çok bağışlayıcısın, Kerimsin, bağışlamayı seversin. Beni bağışla!”

Birileri, Kadir Gecesi’ni maalesef belirli bir güne sıkıştırdılar. Hâlbuki O, Ramazan ayının içinde saklı bir hazinedir. Sonra da O Gece’yi, insanların kendi kafalarından oluşturdukları törenler ve ibadet kılıflı gösterilerle eritip götürdüler. Kadir Gecesi, bir şans oyununa döndü. Bir simit çeşidiyle ihya edilir oldu. Yarına tesiri olmayan, sadece geçmişi akladığına inanılan bir Kadir Gecesi üretildi maalesef. Oysa Kadir Gecesi, bir istiğfar gecesidir, dönüşüm gecesidir. Kadir Gecesi’nin bize bağışlanmasının nedeni, günahlarımızdan arınma umudumuzdur. O geceki; Allah’a dönüş yapma kararı verdiğimiz, Kur’an ve Sünnet’e aykırı hareketlerimizden kurtulduğumuz, kul haklarından arındığımız gece olmalıdır.

Peki, Ramazan Ayında Neler Yapılmamalıdır?

Gıybet, yalan, zan, fahşa sözler, dedikodu, çekiştirme, sabırsızlık, sinir, stres ve boş işlerden uzak durulmalıdır. Orucu; yemek ve içmek bozar, gıybet, yalan, dedikodu ise berbat eder, sevabını bitirir unutmayalım.

Haramdan ve bizleri harama götürecek her ne ise onları terk etmeliyiz. Özellikle teknolojik aletlerden uzak durmaya çalışalım. Bizleri, ibadetten alıkoyacak her türlü dünyalık işlerden, sosyal medyanın oyalamasından, telefon ve bilgisayar oyunlarından, tıka basa yiyip ibadeti engelleyecek aşırı yemeklerden ve eğlencelerden uzak durmalıyız.

Ramazan ve orucu, siyasi ve ticari çıkarlarına alet edip “Ramazan Eğlencesi” üretenlerden, düzenleyenlerden ve böyle organizasyonlardan da uzak durmalıyız. Zaten Ramazan ve eğlence, nasıl bir arada olur, anlamış değiliz. Eğlence ayı değildir ki Ramazan ayı! İbadet, temizlenme ve arınma ayı olan Ramazan, eğlencelere heder edilmemelidir.

Gözyaşı ayıdır Ramazan. Peygamber Efendimiz de (s.a.v) öyle yaptı. O’nun sahabîleri, onların yolundan gidenler, gözyaşı akıttılar, eğlenmediler. Onlar, ebediyen gülenlerden olmak için mahzun gittiler.

Ramazan ayı, uyuma ayı da değildir. Ramazan orucunu, bol bol uykuya değil de bol bol ibadete ayırmalıyız. Bir ve iki saatlik uykusuzluğun acısını, saatlerce uyumayla çıkarmamalıyız. Şunu unutmayalım; şayet orucu uykuya tutturursak, sevabını da ancak rüyamızda görürüz!

Aile fertlerinin, vakitlerinin büyük bir bölümünü mutfak ve benzeri ev hizmetlerinde geçirmemesi gerekir. Yemek pişiren, çamaşır yıkayan hanımlar da zikirsiz kalmamalı, Ramazan ayını onların da dolu dolu ibadetlerle geçirmesi sağlanmalıdır.

Ramazan, ay değil, “fırsat”tır ve fırsatlar çabuk gider. Gidince de kıymetli olur. Zaten biz, alışkınız bir şeyi kaybedince değer vermeye, maalesef…

Geçmiş Ramazan aylarına şöyle bir bakalım, ne bırakarak gittiler bizlerden? Geçmiş Ramazanları kendi gözümüzle değerlendirip “İyi bir Ramazan”dı dememiz ne işe yarar? Allahu Teâlâ, bizim için ne dedi, amelimizi kabul etti mi? Bizden razı oldu mu? Önemli olan da bu değil midir?

Hasan Basri (rahmetullahi aleyh) diyor ki: “Allah, Ramazan’ı kulları için bir yarış meydanı yapmıştır. Kullukta, hepsi yarışmaktadır. Yarışı önde bitirip kazananlar ve geride kalıp helak olanlar olur. Kazananlar ve kaybedenlerin bir arada olacağı günde, vay gülüp eğlenenlerin haline!”

Rabbimizden niyazımız odur ki; bizi, Ramazanla hemhal kılsın. Bizi, ona; onu, bize yâr kılsın. Bir yıl içerisinde, bin yıllık iman depolamayı, canla ve başla istiyoruz. Rabbimiz! Samimiyetimizi arttır. Direncimizi yükselt. Parçalanmışlığımızı, kopmaz bir birlikteliğe sevk et. Tevhidî bir yaşam tarzını tüm hücrelerimize damar damar, kemik kemik işle. Zulmü, fesadı gönlümüzden ve yeryüzünden sil.

Ey gelen! Geldiklerinle hoşnut olasın. Vahyin sıcaklığıyla Rasul’ün (s.a.v.) dostluğuyla geçecek bir şehr-u Ramazan soluklamak duasıyla…

Harun AKÇA

smharunakca@hotmail.com

GRUBA KATIL