10.452 kilometre karelik yüzölçümüyle dünyanın küçük ülkelerinden bir olan Lübnan’ın, kuzey ve doğusunda bulunan Suriye ile mesafesi 375 kilometre, güneyindeki İsrail ile ise 79 kilometredir. Kuzeyden güneye kıyıya paralel iki ayrı silsileden oluşan, uzunluğu 160 kilometreyi bulan Lübnan Cebelü’l-Garbi ile Lübnan Cebelü’ş-Şarki dağları arasında yer alan Bekaa Vadisi bulunmaktadır.
Lübnan, 1516 yılında Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı topraklarına katılmış ve 400 yıl Osmanlı hâkimiyetinde kalmıştır. Biladü’ş-Şam (bugünkü Suriye, Lübnan, Ürdün ve Filistin ile Güneydoğu Torosların güneyi) toprakları içinde, nispeten özerk bir bölge olarak anılmaktaydı.
1916’da imzalanan Sykes-Picot emperyal paylaşım antlaşması ve akabinde 1918 Mondros Mütarekesi ile Biladü’ş-Şam bölgesi işgale uğramıştır. Milletler Cemiyetinin (Cemiyet-i Akvam) 1919’da gerçekleştirilen –aslında barışla ilgili olmayan- Paris Barış Konferansı’nda manda rejimi, 1920 San Remo Konferansı’nda ise Filistin ve Irak’ın İngiliz, Suriye ve Lübnan’ın Fransız mandasına bırakılması kararlaştırılmıştır. Cemiyet-i Akvamın da tıpkı bugünkü Birleşmiş Millet gibi emperyal devletlerin tetikçisi olarak işgal edilen yerlere yasal statü vermenin dışında hiç fonksiyonu olmamıştır. Zaten kuruluş amacı da buydu.
Bu topraklarda yaşayan halklar, karşı eylemlere girişmişlerse de bu eylemler, sömürgeci güçler tarafından her defasında çok kanlı bir şekilde bastırılmıştır. II. Dünya Savaşı sırasında Fransa’nın Alman işgaline uğraması üzerine, Lübnan’a 26 Kasım 1941’de bağımsızlık vadedilmiş ancak bu vaat, Fransa tarafından yerine getirilmemiştir. Bu nedenle 11 Kasım 1943’te eylemler başlamış, eylemlerde tutuklamalar yapılmış ve meclis de feshedilmiştir. 22 Kasım 1943’te tutuklananlar bırakılmış ve bu tarih de bağımsızlık tarihi olarak kabul edilmiştir. Ancak Fransa 1946 Şubat’ında, ABD ve İngiltere’nin müdahale ihtimalinin belirmesi üzerine bölgeyi boşaltmaya razı olmuştur. Nitekim Fransız birlikleri, 1946 Nisan’ında Suriye’den; aynı yılın sonuna gelindiğinde ise Lübnan’dan tamamen çekilmişlerdir.[1] Ancak Lübnan’ın alt ve üst yapısına damgasını vuran Fransa etkisi, eğitimden kültüre, idari yapıdan hukuk sistemine kadar pek çok alanda fiili olarak uzun seneler devam etmiştir.
Lübnan’da Şiiler
Lübnan’daki Şii unsurların kökenleri, hayli eskilere dayanmaktadır. Lübnan Şiilerine göre, ülkenin güneyindeki Cebel Amil Bölgesi, Dünya’daki ilk Şii toplumunun ortaya çıktığı bölgedir. Şu açıktır ki Lübnan’da 10. yüzyılda güçlü bir Şii topluluk bulunmaktaydı. Bu yüzyılda Halep’teki Şii Hamdani Hanedanı, daha sonra Mısır’daki Şii Fatimi Halifeliği bölgede Şii gücünü arttırmış; bölge, Şii mollalarının yetiştiği önemli merkez hâline gelmiştir.
Lübnan’ın Fransız Mandasına girmesinden sonra Nisan 1920’de, önde gelen Şii önderlerin geniş çaplı katılımıyla “Vadi Hujayr Konferansı” yapılmıştır. Bu konferans, tarihte ilk defa Cebel Amil yani Güney Lübnan Şiiliğinin politik bir topluluk olarak kendi geleceğini tartıştığı bir buluşma olması açısından, dikkat çekici bir konferans olmuştur.
1940’lara kadar Şii nüfusun yaklaşık %85’i güneydeki Cebel Amil ve kuzeydoğudaki Bekaa Harmel bölgelerinde yoğun bir biçimde yaşamaktaydılar. Şiilerin sadece %10’u kentlerde ikamet etmekteydi. Şii köylüler, yeterli su kaynaklarına ve verimli topraklara sahip olmayan, fakir bir sınıftı. 1948’de Şiiler Beyrut nüfusunun sadece %3.5’ini oluşturmaktaydılar. 1943’te okuma yazma bilmeyenlerin oranı %68.9’du ki bu oran Katoliklerde sadece %31.5’ti.[2]
1950’li yıllardan itibaren Şiiler, bulundukları yerlerden göçe başlamışlardır. Göç eden Şiilerin bir kısım yurt dışına, çoğunluğu ise kentlere, özellikle de Beyrut’a gitmişlerdir. 1960’ların sonlarında Beyrut’ta yüz binlerce Şii’nin yaşadığı gettolar (kentleri saran sefalet kuşakları) oluşuvermişti. 1974’e gelindiğinde Şii nüfusun artık %63’ü -yarısına yakını- Beyrut’ta olmak üzere, kentlerde yaşamaya başlamıştı.[3]
Filistinlilerin Lübnan’a Sığınmaları
Filistinlilerin “Nekbe” (Toprak Kaybetme) Günü adıyla andığı, 6 gün savaşı olarak da anılan, 5 Haziran 1967’de başlayan savaşta Doğu Kudüs dahil birçok yer, Siyonist İsrail tarafından işgal edilmiştir.[4] 1964’te kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), 6 gün savaşı sonrasında İsrail’e karşı gerilla savaşı başlatma kararı almıştır. Bu kararı, o dönemin Arap ülkeleri de desteklemiştir. 2 Kasım 1969 tarihinde Lübnan generali Emile Bustani ile FKÖ lideri Yaser Arafat[5] arasında Kahire Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre Lübnan’daki 16 Filistin mülteci kampının kontrolü, FKÖ tarafından kurulan Filistin Silahlı Mücadele Komutanlığına devredilmiştir. Ayrıca bu antlaşma FKÖ’ye, Lübnan’dan işgal altındaki Filistin’e operasyonlar düzenlemesi için resmi tanınma sağlamıştır.[6] Buna karşılık Filistinliler de Lübnan’ın içişlerine karışmayacak ve Lübnan’ın güvenliğini tehlikeye atacak girişimlerde bulunmayacaktı.[7] 10 Temmuz 1970’te, Filistinli örgütlerle Ürdün’ün bir anlaşmaya varmaması ve bunun sonucunda çıkan iç savaş, Ürdün devletinin müdahalesini getirmiştir. Kara Eylül olarak tarihe geçen bu olaylar, Ürdün kralı Hüseyin tarafından Filistinli mültecilerin kampları basılmış, birçok Filistinli mülteci öldürülmüş, geri kalanlar da Lübnan’a sürülmüşlerdir. FKÖ’nün Lübnan’ın güneyine yerleşmesi ve buradan Siyonist İsrail’e saldırılar gerçekleştirmesi, Güney Lübnan’da bulunan Şii köylerini, Siyonist İsrail’in misilleme saldırılarında doğal hedef hâline getirmiştir. Siyonist İsrail misilleme ile yetinmemiş, 1972’nin Şubat ve Eylül aylarında Güney Lübnan’ın bazı kesimlerini kısa süreliğine de olsa iki defa işgal etmiştir.[8]
Lübnan İç Savaşı
Lübnan’daki hem Şiiler hem de Dürziler, 1943 Ulusal Uzlaşma şartlarının değiştiğini, dolayısıyla iktidardan daha fazla pay almak istediklerini gündeme getirmişlerdir. Şiilerin lideri İmam Musa Sadr, hak talebinde bulunarak gerekirse haklarını silaha başvurarak alacaklarını belirtir bir konuşma yapmıştır. Bunlara ilave olarak bir de 26 Şubat 1975’te balıkçılık imtiyazının, Chamoun’un[9] sahibi olduğu bir şirketin tekeline verilmesine Sayda Müslümanlarının karşı çıkması üzerine çıkan olaylarda, balıkçıların liderliğini yapan bir Müslüman’ın askerler tarafından öldürülmesi, olayları daha da tırmandırmış, çıkan olaylarda ordudan ve sivillerden onlarca kişi ölmüştür. Bir kilise açılışı esnasında da 2 Falanjist’in öldürülmesi üzerine, Falanjistler de 13 Nisan 1975 tarihinde, Tel El-Zatar mülteci kampına gitmekte olan bir otobüsü durdurmuşlar ve otobüsteki 27 Filistinli mülteciyi katletmişlerdir.[10] Bu saldırı, Müslümanlarla Maruni Falanjistler arasında iç savaşın fitilini ateşlemiştir.
Bu olay üzerine meydana gelen çatışmalar, 1975 yılı boyunca ülke geneline yayılmıştır. Çatışmaları önlemeye yönelik bazı iç ve dış girişimler olmuşsa da ilan edilen ateşkesler uzun süreli olmamıştır. İç savaşın ilk yılında Müslümanlar, Hristiyanlara karşı birçok mevzi kazanmışlardır. 1976 Ocak-Şubat aylarından itibaren Lübnan’ın hemen her kesiminde denetimin giderek Müslümanların eline geçmesi üzerine Cumhurbaşkanı Franjiye[11], Suriye devlet başkanı Hafız El-Esed’le temasa geçmiştir. Suriye ordusu, Nisan ayında Lübnan’a girerek çatışmanın Müslümanların lehine sona ermesi üzereyken Hristiyanların tarafını tutarak Hristiyanların kaybetmesini engellemiştir.[12] Suriye’nin Falanjistlerin tarafında iç savaşa dahil olması, Müslümanların yenilgiye uğramasına ve Falanjistlerin, Tel El-Zatar mülteci kampını 52 gün boyunca kuşatma altında tutmasına neden olmuştur. Bu kuşatma süresince mülteci kampında, Hristiyanlar tarafından 1600 kişi öldürülmüş, yaklaşık 4000 kişi de yaralanmıştır. Kampa giren Falanjistler, Filistinli gerilla, diye birçok sivil Filistinliyi ya kurşuna dizmiş ya da işkenceyle öldürmüşlerdir.
Suriye’nin, Lübnan’a askeri müdahalesini, başta Fransa, İsrail, ABD, Mısır ve Ürdün olmak üzere bölgesel ve uluslararası güçler desteklemişlerdir. Suriye’nin Hristiyanlarla yaptığı ittifak neticesinde; FKÖ, Müslümanlar ve sol güçler yenilgiye uğramıştır. Bu yenilginin ardından da 17 Ekim 1976’da Lübnan, Suriye, Mısır, Kuveyt ve Suudi Arabistan devlet başkanlarının katılması ile Riyad Anlaşması olarak bilinen ve kapsamlı bir ateşkesi öngören kararlar, taraflarca kabul edilmiştir. Bu anlaşmaya göre:
A- Lübnan’da 21 Ekim’den itibaren ateşkes yürürlüğe girecek ve savaşan taraflar, 1975 Nisan’ından önceki hatlara çekileceklerdir.
B- Lübnan için 30.000 kişilik bir Arap Barış Gücü teşkil olunacaktır. Bu gücün 25.000’i Suriye askerlerinden oluşmuştur.
C- FKÖ gerillaları, Lübnan’da kalmaya devam etmekle beraber, Lübnan’ın egemenlik ve güvenliğine saygı göstereceklerdir.[13]
Ancak savaştan yenik çıkan grupların itirazları sebebiyle ateşkesin hiçbir maddesi hayata geçirilememiştir. 50.000 ölü ve yüz bin yaralının yanı sıra, milyarlarca dolar maddi zarara yol açan bu çatışmalar, bir son değil aksine çok daha kanlı bir mücadelenin sadece başlangıcıydı. Zira tarafları iç savaşa sürükleyen sebepler ortadan kaldırılmamıştı. Kısa bir müddet sonra çatışmalar yeniden başlayacak ve bu defa, Hristiyan-Müslüman çatışması kadar basit değil, aksine her cemaatin kıyasıya birbiriyle hatta kendi içinde mücadele ettiği bir karmaşaya dönüşecekti. Karmaşanın büyüklüğüne paralel olarak Suriye’nin yanı sıra, yeni aktörler ya doğrudan (İsrail) ya da dolaylı olarak (başta İran ve Irak olmak üzere bölge ülkeleri; BM kararları doğrultusunda oluşturulan çok uluslu güce dâhil olan, özellikle ABD ve Avrupa ülkeleri) devreye girecek ve iç savaş içinden çıkılmaz bir hâl alacaktı.[14]
İsrail’in 1978 İşgali
Ateşkesin ardından yaşanan bir dizi gelişme, iç savaşı yeniden alevlendirmiştir. Marunilerin, Suriye’nin çekilmesi için başlattıkları mücadele sonucu 1978’de Suriye-Maruni ittifakı bozulmuştur. Mart 1977’de Dürzi lider Kemal Canbulat’ın öldürülmesi, Dürzi-Maruni çatışmasını yeniden başlatmıştır. 1978-79’da Doğu Beyrut’ta Hristiyan gruplar kendi aralarında mücadeleye girişmişlerdir. İsrail, 14 Mart 1978’de “Litani Operasyonu” ile Lübnan’ın %10’unu işgal etmiş ve bu işgalde çoğunluğu sivil 1168 kişi ölmüş, 285.000 kişi evlerini terk etmek zorunda kalmıştır. 19 Mart’ta BM Güvenlik Konseyinin, İsrail’in saldırılarını derhal durdurması ve Lübnan topraklarından çekilmesini öngören 425 sayılı karar uyarınca Güney Lübnan’da 10 ülkenin askerlerinden müteşekkil 7.000 kişilik barış gücü UNIFIL kurulmuştur. Çok kısa süren bu işgalin ardından İsrail, geri çekilirken Güney Lübnan’daki kontrolünü fiili olarak sürdürmek üzere yerine Hristiyan Saad Haddad liderliğinde Özgür Lübnan ordusunu bırakmıştır.[15]
İsrail’in 1982 İşgali
Menahem Begin,[16] Ariel Şaron gibi aşırı milliyetçi, ırkçı teröristlerin yönetimindeki İsrail, terör yuvası olarak tanımladığı Lübnan’ı temizleme iddiası ile 6 Haziran 1982’de kapsamlı bir askerî operasyon başlatmıştır. Bu saldırının amacı, hem FKÖ’nün varlığını sona erdirmek hem Suriye’yi Lübnan’daki askerlerini geri çekmeye zorlamak hem de Falanjistlere yardım etmekti. Aslında bu amacın dışında, daha çok eskilere dayanan bir Siyonist düşünceyi ve planı gerçekleştirmek istiyordu. Bu plan -Siyonist İsrail’in sınırlarını Güney Lübnan’daki Litani Nehri’ne kadar uzatması- çok uzun zamandır duyulan bir özlemdi. Ayrıca bir diğer terörist Ben Gurion ise 1948-1949 savaşı öncesinde Lübnan’da kendileriyle müttefik bir Hristiyan devlet kurma planlarının olduğunu açıklamıştı.[17]
Bu planı gerçekleştirmek için, 90 bin kişilik Siyonist ordusu Lübnan’a üç koldan saldırmıştır. Siyonist saldırıyı, cephenin ön kesiminde genelkurmay başkanı General Eytan yönetmekle beraber, harekâtın asıl yöneticisi “Süper genelkurmay başkanı” diye biraz da istihza ile anılan Ariel Sharon’du. Kısa süre içinde Beyrut önlerine gelip şehri kuşatırlar. Beyrut’un kuşatılması, Arap dünyasında tepkilere neden olduğu için, ABD’nin de işine gelmemişti. Başbakan Menahem Begin, 18-22 Haziran tarihlerinde, ABD ziyaretinde soğuk karşılanmıştı. Ancak 21 Haziran’da ABD başkanı Reagan ile yapılan açıklamada, İsrail’in Lübnan’dan çekilmesinden önce, kuzeyde İsrail’in güvenliğinin sağlanması ve kuvvetli bir merkezî hükûmetin yönetiminde Lübnan’ın egemen ve bağımsız olması konusunda Begin ile mutabık kaldıklarını bildirmiştir.
Bu işgalin gerekçesi, Güney Lübnan’da bulunan FKÖ’nün, Siyonist İsrail’e yönelik saldırılarıydı. Bu saldırıların engellenmesi, dolayısıyla İsrail işgalinin sona ermesi için FKÖ’nün Güney Lübnan’dan çıkması gerekiyordu. Siyonist İsrail karşısında tutunamayacağını anlayan Arafat, 27 Haziran’da Beyrut’tan çıkmayı kabul etmek zorunda kalmıştır. Ancak FKÖ, bir Filistin devleti kurmak istedikleri topraklardan, yani Batı Şeria ve Gazze’den uzak bir yere gidemeyeceklerini de belirtmiştir. Bunun üzerine birçok görüşme yapılmış ve bu görüşmelerin sonucunda bazı alternatifler ortaya çıkmıştır. Bu alternatiflerden biri, Suudi Arabistan ve Suriye tarafından gündeme getirilmiştir. Bu iki ülke, FKÖ kuvvetlerinin geçici olarak Kuzey Lübnan’a nakledilmesini teklif etmişler ancak bunu Siyonist İsrail kabul etmemiştir. Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek de FKÖ’yü kabul etmeyi teklif etmiş, bu teklifi de Arafat kabul etmemiştir.
BMGK, 12 Ağustos 1982 tarihinde aldığı 518 sayılı kararda, İsrail dâhil bütün taraflardan Beyrut’un “içi ve etrafı dâhil” bütün Lübnan topraklarındaki harekatı durdurmalarını ve sivil halkın ihtiyaçlarını karşılamak için kuşatmanın kaldırılmasını istemiştir. İsrail, bu kararı şartlı olarak kabul etmiştir.
Bu ateşkesin gereği olarak Arafat, 30 Ağustos 1982 tarihinde Beyrut’tan ayrılıp 1 Eylül günü Atina’ya varmıştır. Arafat Beyrut’tan ayrılırken “Filistin mücadelesi devam edecek ve biz bu savaşı kazanacağız.” demiştir. Arafat, Beyrut’tan sonra karargâhını Tunus’ta kurmuştur.[18]
Böylece hem İsrail hem de Suriye, ezeli düşmanından belirli bir süre kurtulmuş oldular.
Sabra ve Şatilla Katliamı
Beyrut Kasabı Ariel Şaron, kendi denetimi altındaki Sabra, Şatilla kamplarına[19] Falanjistlerin girerek kadın, çocuk, yaşlı demeden binlerce masum insanı hunharca katletmesine göz yumar. Ayrıca FKÖ’ye karşı yürütülen askerî operasyon yüzünden binlerce sivil hayatını kaybeder.
Siyonist İsrail, bu mayın tarlasında daha fazla kalmanın anlamsız olduğunu görerek Lübnan’dan kademeli bir şekilde çekilme kararı almıştır. Yeni cumhurbaşkanı Emin Cemayel ile 1983’te imzalanan anlaşmanın akabinde, ilk önce Sayda’ya kadar, daha sonra da ülkenin tamamından çekilirler (1985). Tabii ki Litani’ye kadar olan bölgede Lübnanlı Hristiyan milis Saad Haddad’ın komutanlığında güvenlik şeridi adı altında kurdukları işgal düzeni, 2000’li yıllara kadar devam eder.[20]
Musa Sadr Kimdir?
Lübnan’da Emel Hareketinin kurucusu İmam Musa Es-Sadr’dır. Musa Es-Sadr, kökenleri Lübnan’a dayanmasına rağmen, 1928’de İran’ın Kum kentinde doğmuştur. Babası İran vatandaşı, annesi aslen Lübnanlıdır. Tahran Üniversitesinde hukuk okumuş, bir İranlı olmasına rağmen, Fuad Şihab’ın[21] vermiş olduğu başkanlık kararnamesi gereğince Lübnan vatandaşı olmuştur.[22] Fıkıh ve usul alanında eğitimini, Kum kentinde aldıktan sonra Necef’te de dinî eğitim görmüş, daha sonra da 1958 yılında Lübnan’a gelerek Tire kentine yerleşmiş, Lübnanlı bir kadınla evlenmiştir. Tire’de başlattığı sosyal projelerle Şii toplumu içinde adını duyurmaya başlamış, bu projeleri için özellikle yükselen Şii burjuvazisinin mali desteğini almayı da başarmıştır.[23]
Musa Sadr, Lübnan’a giderken “Hakk’ın hizmeti için” yabancı bir ülkeye gittiğini söylemiştir. Neden Lübnan? Çünkü Lübnan, Şii nüfusun en yoğun olduğu, üç Arap ülkesinden biriydi. Ayrıca, Musa Sadr’ın ataları, 1500’lü yıllarda Lübnan’ın Şiileştirilmesi için yapılan seferlerle birlikte giderek Lübnan dağlarına yerleşmişlerdi.[24]
Musa Es-Sadr, Humeyni’nin öğrencisidir. Aralarında güçlü bağlar bulunmaktadır. Çünkü Humeyni’nin oğlu Ahmet, Musa Es-Sadr’ın kız kardeşinin kızıyla evlidir. Es-Sadr’ın kız kardeşinin oğlu Murtaza Et-Tabatabai de Humeyni’nin torunuyla evlidir.[25]
Sadr, Şii toplumunun eşitlik ve adalet talebini açıkça dile getiren bir söylemi benimsemiştir. Bir yandan Lübnan genelinde ülkedeki sosyal ve siyasal yapıyı eleştirerek Şii toplumunun isteklerini kabul ettirmek için sosyo-politik bir mücadele yürütür, diğer yandan da Şii toplum içinde zuamanın geleneksel politik ve sosyal etkinliğini kırmaya dönük bir savaşıma girer ve başta Kamil El-Esad olmak üzere zaimler ile açıkça çatışmaktan kaçınmaz. 1970’lerin ortalarına kadar artarak devam eden bu güç mücadelesinde, meclis başkanlığı görevini yürüten Esad, Şii milletvekillerinin çoğunun desteğini kaybetmiştir. Meclisteki 19 milletvekilinin sadece 6 tanesi Esad’ı desteklemeye devam etmiştir. Artık, Şii toplumundaki geleneksel seçkinler ve onların hâkimiyeti, bir daha geri gelmemesine yıkılmaktaydı.[26]
Musa Sadr, geleneksel feodal ilişkileri koruyarak hâkimiyetlerini sürdürmek isteyen zuamaya savaş açmış ve sonunda onların toplumdaki etkinliklerini kırmayı başarmıştır, bunun maddi zemini kuşkusuz vardı ve Şiiler zaten geleneksel ilişkilerden kopmaya başlamıştı. Sadr, doğru zamanda, doğru müdahaleyi yapmıştı. Zuamaya karşı köylülerin, yoksulların, ezilenlerin yanında olma şeklinde net bir tercih yapmıştı.
Musa Sadr, Şii kitleler arasında propaganda ve örgütlenmeye girişirken “mustazaf” ve “müstakber” gibi dinî kavramlara, Lübnan’a ve koşullara uygun yeni anlamlar vermiş. Ona göre Lübnanlı Şiiler, hakları ellerinden alınmış muztazafı [zayıflar, ezilenler] oluşturuyordu. Lübnan’ın yönetici kesimi ise “kurallarını zorbalıkla kabul ettiren” müstakberdi [ezenler, zalimler]”.
Musa Sadr, “eylemci bir ıslahatçı” olarak belirmişti. Cemaat için ve onun aracılığıyla toplumsal-ekonomik adalet ile siyasal eşitlik sağlamak amacıyla faaliyete başlamıştır. Sadr’ın “seferberlik stratejisi” arasında, Şii cemaatini, geleneksel zuama (ağa-bey) tahakkümü ile sosyalistlerin düşünsel etkilerinden kurtarmak taktiği, önemli bir yer tutmuştu.[27] “İmam” ünvanını alan Musa Sadr, 1969’da, Şiilerin resmi temsiliyetini sağlamak için, kimi dinî önderler, siyasi liderler ve zuamadan kişilerle birlikte, Yüksek İslami Şii Meclisinin (YİŞM) kurulmasını ve resmen tanınmasını sağlamıştır. Hemen ardından YİŞM’in başkanlığına seçilmiştir. Meclisin açılış töreninde, aşağıda özetlenen siyasi programını sunmuştur:
(1) Şii cemaatini örgütlemek ve sosyoekonomik koşullarını düzeltmek.
(2) Düşünce, uygulama ve cihat açısından bütünsel bir İslam görüşü uygulamak.
(3) Hiçbir ayrım yapmaksızın bütün Müslümanlar arasında birlik oluşmasına çalışmak.
(4) İnfitah (görüşmeye başlamak, açılmak): Lübnan’daki bütün mezheplerle ve cemaatlerle iş birliği yapmak ve ulusal birliği korumak.
(5) Ulusal görevleri yerine getirmek, Lübnan’ın bağımsızlığını, egemenliğini ve toprak bütünlüğünü korumak.
(6) Cehalet, yoksulluk, geri kalmışlık, toplumsal adaletsizlik ve manevi yozlaşmayla savaşmak.
(7) Filistin direnişini desteklemek ve kardeş Arap ülkeleriyle birlikte Filistin’in “zorla alınmış” topraklarının kurtarılmasına katılmak.[28]
Musa Sadr, Lübnan’da bulunan her kesim ile ilişki kurmaya özen göstermiştir; Komünistlerle, Baasçı yöneticilerle, Kaddafi ile Nasırcı hareketlerle ve Filistin davasıyla.
Musa Sadr, bir yandan da Şiiler arasındaki sosyalist fikirlerin etkisini silebilmek amacıyla 1974’ten itibaren yoksullar hareketini başlatmıştır: “Ağa ve bey takımına, öteki sömürücülere, emperyalizme, Siyonizm’e karşı çıkmış; Lübnan’daki siyasal sistemin dayanağı, dinî etkeni kaldırmayı önermiş; din ayrımı yapmaksızın kendini tüm yoksul ve ezilenlerin savunucusu olarak tanıtmıştır. Ayrıca Lübnan’ın birliği, bütünlüğü ve bağımsızlığından yana olduğunu açıkladı.”[29]
Sadr, sol modernist kesimlere yakın dursa ve söylemine bu kesimlere sıcak gelecek unsurlar katsa da hiçbir zaman Lübnan devletinin sekülerleştirilmesinden yana bir tutum takınmamıştır. Bir başka ifadeyle Sadr ve destekçileri, mezhepçiliğin tasfiye edilmesine değil, Şii unsurun devlet yönetiminde daha adil bir biçimde temsil edilmesi ile yerel politikada ve karar alma mekanizmasında daha etkin bir rol almalarını sağlamaya çalışmaktaydı. Sadr, zuamanın temsil ettiği geleneksel sistemle, solcu kesimlerin temsil ettiği modern sistem arasında bir orta yolu önermekteydi.
Şii toplumu içinde etkisini iyice arttıran Sadr, artık Lübnan yönetimini doğrudan hedef alan bir politika izlemeye başlamıştır. 6 Haziran 1973’te Yüksek Şii İslam Komitesi olarak Lübnan hükûmetine yönelik 16 talebi içeren ve bunların 4 ay içinde yapılmasını isteyen bir memorandum yayınlamıştır. İsteklerinin yerine getirilmemesi durumunda parlamentoda bulunan 13 Şii vekilin ve bakanın istifa edeceği ve hükûmete güvensizlik oyu vereceği ilan edilmiştir. Bu hamle, yeni bir politik girişimin ve kitlesel hareketliliğin başlangıcını oluşturmaktaydı.[30]
Mahrumlar Hareketinin Kurulması
İlk örgütlü başkaldırı da 1974’te kurulan Hareketü’l-Mahrumin (Yoksunlar Hareketi) şeklinde ortaya çıkmıştır. İlginçtir, hareketin liderliği başlangıçta, eğitim görmüş zengin aile çocuklarının elindeydi. Ama bu, Güney Lübnan’daki Bekaa Vadisi’nin en yoksulları olan köylülerle Batı Beyrut’un gecekondularındaki yoksulların Mahrumlar Hareketi bayrağı altında toplanmasına engel olmamıştır.[31]
Musa Sadr’ın bu yaklaşımı, sadece söylem düzeyinde kalmamıştır. “1974 yılında, İmam Musa Es-Sadr, Katolik Yunan Başpiskoposu Gregoire Haddad’la birlikte, mezhebine ya da etnik kökenine bakılmaksızın yoksun bırakılmış bütün insanların acılarını dindirmek için Harekât El-Mahrumin’i (Yoksunlar Hareketi) oluşturmuş, dolayısıyla hareket yalnızca Şiilerle sınırlı kalmamış ve bütün mezheplerden mazlum insanlara açılmıştı.”
Hizbullah’ın üst düzey yöneticilerinden Naim Kasım, Yoksunlar Hareketi ve Musa Sadr’a ilişkin şu bilgileri veriyor: Hareket, ezilen bölgelerde, özellikle güneyde ve Bekaa’da, kırsal kesimden yaşanan düzensiz göç sebebiyle Beyrut’un etrafında oluşan banliyölerdeki ‘mahrumiyetler’in giderilmesini sağlamaya yönelik talepkâr bir karaktere sahipti. Hareketin saflarında hem dindarlar hem de toplumun diğer kesimlerinden insanlar vardı. Ortak noktaları, İmam Musa Sadr’ın ıslahatçı şahsiyeti etrafında toplanmış olmalarıydı. İmam Sadr, mensupları ne kadar farklı mezhep ve meşreplere sahip olsalar da hareketi, çizilen hedeflerine doğru yürütme gücüne sahip bir insandı. İmam, devletin ihmal ve eksikleri karşısında siyasal hareketini insanlara duyurmak için çok büyük gösteriler düzenleme yoluna gitmiştir.[32]
Sadr ve temsil ettiği hareket, bazı Hristiyan politikacılar tarafından da desteklenecekti. Bu destekte hiç kuşkusuz Hristiyanların 1960’larda Lübnan’da hızla güçlenen ve Müslüman kitleleri etkileyen Nasırcı Pan-Arabist fikirlerden ve sayıları hızla artan Filistinli göçmenlerden duydukları derin endişenin büyük payı vardı. Hristiyanlar; Sadr’ı hem Pan-Arabizm’in en büyük destekçisi Sünnilere karşı bir denge unsuru olarak görüyorlardı hem de Şii kitlelerin radikalleşmesini engelleyeceğini düşünüyorlardı.
Sadr’ın çağrısıyla Şiiler, on binlerce kişinin katıldığı büyük gösteriler ve grevler örgütlediler. Lübnan içindeki sosyalist devrimci gruplar, yarısı Şiilerden oluşan ancak 20-30 bin kişilik gösteriler yapabilirken Sadr 70 ila 100 bin kişinin katıldığı çok büyük mitingler örgütleyebiliyordu. (…) Mahrumlar Hareketi’nin söyleminde iç düşmanlar, sömürücüler, ayrıcalıklı tiranlar, despotlar, devleti ve halkı sömüren hükûmetler yer alırken dış düşman ise “Yezid”le özdeşleştirilen İsrail idi.[33] (Devam edecek…)
Ali KAÇAR
[1] Tayyar Arı, Geçmişten Günümüze Orta Doğu, MKM Yayıncılık, 4.bsk. Ekim 2008, Bursa, s.168; https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/2247612
[2] Gökhan Erdem’in “Lübnan’da Şii Siyasi Hareketin Evrimi: EMEL’den Hizbullah’a” başlıklı yazısı için bkz; https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/735555
[3] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/735555
[4] Siyonist İsrail, küresel Batı güçlerinin de desteğiyle Batı Şeria, Doğu Kudüs, Gazze Şeridi, Sina Yarımadası ve Golan Tepeleri’ni işgal etmiştir.
[5] Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)’nün 1964-1967 arasında liderliğini yapan Ahmed Şükeyri’nin 1967’de istifası üzerine yerine Yahya Hamuda geçmiştir. Şubat 1969 ayı itibariyle ise Yaser Arafat FKÖ’nün lideri olmuştur. Yaser Arafat’ın liderliği ise ölünceye (Ölüm Tarihi: 11 Kasım 2004) kadar devam etmiştir. Yaser Arafat’tan sonra ve halen FKÖ’nün başında Mahmud Abbas bulunmaktadır.
[6] https://www.mepanews.com/hizbullahin-otesinde-lubnan-ile-israil-arasindaki-gerilimin-tarihi-63128h.htm
[7] Tayyar Arı, age. s.413
[8] https://dspace.ankara.edu.tr/server/api/core/bitstreams/797161a7-239b-405f-9fd0-5ab5bd200c35/content
[9] Camille Chamoun (d. 3 Nisan 1900, – ö. 7 Ağustos 1987) , 1952-58 yılları arasında Lübnan cumhurbaşkanlığı görevini yürüten siyasi bir lider.
[10] Tayyar Arı, age. s.417
[11] Lübnan’da 1943 yılında üzerinde mutabakata varılan Ulusal Pakt çerçevesinde, siyasi görevlerin mezhepler arasında nüfuslarıyla orantılı olarak paylaştırılması esasına göre oluşturulmuştur. Ulusal Pakt ile Cumhurbaşkanının Maruni, Meclis Başkanının Şii, Başbakanın Sünni olması kabul edilmiştir.
[12] 31 Mayıs 1976 tarihli Suriye müdahalesi, aslında, FKÖ’nün üstünlüğünü frenlemeyi ve Sedir Ülkesini (Lübnan) gözetim altında tutmayı hedefliyordu. Daha geniş bilgi için bkz; Ortadoğu Tarihi, Çeviri: Ayşe Meral, Doğu batı Yayınları, Mart 2022, Ankara, s.393
[13] Tayyar Arı, age. s.419-420
[14] Zahide Tuba Kor, Lübnan İç Savaşın Gölgesinde, İlke Yayınları, 1.bsk. Mart 2006, İstanbul, s.33-34; Ömer Turan, Medeniyetlerin Çatıştığı Nokta Ortadoğu, Yeni Şafak, s.378 vd.; Ayrıca bkz; prof. Dr. Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, T. İş Bank. Yayınları, 1991, Ankara, s.731
[15] Zahide Tuba Kor, age. s.34-35
[16] Menahem Begin, 1943-1948 yılları arasında Filistin topraklarında kanlı terör eylemlerini gerçekleştiren aşırı milliyetçi terör örgütü Irgun’un liderliğini yapmıştır.
[17] Tayyar Arı, age. s.429
[18] Prof. Dr. Fahir Armaoğlu, Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları (1948-1988), T. İş. Bank. Yayınları, 2. Bsk. 1991, Ankara, s.550 vd.
[19] 16 Eylül 1982’de İsrail’in desteklediği aşırı sağcı Hıristiyan Falanjist milisler Lübnan’ın başkenti Beyrut’un güneyinde bulunan Sabra ve Şatilla Filistin mülteci kamplarına İsrail ordusunun onayıyla ve gözetimi altında saldırarak çoğu kadın ve çocuk savunmasız 2.000 Filistinliyi cesetleri tanınmaz hale gelecek şekilde vahşice katletmişti. Katliamın ertesi sabahı, cesetler, Sabra ve Şatilla sokaklarında üst üste yığılmışlardı. Ariel Şaron komutasındaki İsrail ordusu “uluslararası sözleşme ile koruma altına alınmış” Sabra ve Şatilla kamplarını kuşatma altına alarak kamplardaki Filistinlilerin kaçmalarına engel oldu. Lübnanlı Falanjistler ise kendi denetimleri altındaki Sabra-Şatilla’da bulunan çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşan kampın önce İsrail askerleri tarafından kuşatma altına alınmasına, daha sonra ise Falanjist milisler tarafından kamp sakinlerinin katledilmesine göz yumdu. İsrail ordusu, herhangi bir sorumluluk almadı. Sabra ve Şatila Katliamı mağdurları, 2001 yılında Belçika’da Şaron aleyhine insanlık suçu işlediği gerekçesiyle dava açmış fakat ABD ve İsrail’in engellemeleri ve tehditleri sonucu Belçika, bu davanın açılmasına olanak veren yasayı değiştirmek zorunda kalmış ve 2002’de dava düşmüştür. Dava düşmeden önce katliamın başrolündeki Falanjist Lübnan Güçleri’nin önde gelen isimlerinden Eli Hubeyka, Şaron aleyhinde şahitlik yapacağını ilan etmesinden birkaç gün sonra Beyrut’ta aracına konulan bombanın patlamasıyla öldürülmüştür.
[20] Ömer Turan, age. s.381-382
[21] Fuad Şihab, 1958’den 1964’e kadar Lübnan Cumhurbaşkanı olarak görev yapmış Lübnanlı bir generaldir.
[22] 1963 yılında, Şah’ın İran halkının ayaklanmasını bastırmasını eleştirdiği için İran vatandaşlığından çıkarılmıştır. Böylece 1963 yılında da Lübnan vatandaşlığına kabul edilmiştir.
[23] Gökhan Erdem’in “Lübnan’da Şii Siyasi Hareketin Evrimi: EMEL’den Hizbullah’a” başlıklı yazısı için bkz; https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/735555
[24] Faik Bulut,İslamcı Örgütler-2, Doruk Yayınları, 3.bsk. Ağustos 1997, Ankara, s.12
[25] Ali es-Sadık, Hizbullah, Sadakat Kitabevi, 1.bsk. 2011, s.10-11
[26] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/735555, s.43-44
[27] Bulut, age. s.14
[28] İ. Halit Elçi’nin “Lübnan Hizbullah’ının Dönüşüm Süreci” Yüksek Lisans Tezi için bkz; http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/47120.pdf, s.49-50
[29] Bulut, age. s.15
[30] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/735555
[31] Bulut, age. s.15
[32] http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/47120.pdf
[33] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/735555