“Rabbişrahli sadri ve yessirli emri. vahlul ukdeten min lisani yefkahu kavli”
Manası: Ey rabbim. Göğsümü aç,genişlet. İşimi kolaylaştır. Dilimde bulunan düğümü çöz de, anlasınlar beni” (Taha:25-28)
İlk olarak samimiyet kelimesinin islami manasını açıklayarak bir giriş yapmak istiyorum.
Samimiyet: İçtenlik, ihlaslı olmak, saflık, temizlik, duruluk, sadakat, bir işi sırf Allah için yapmak gibi anlamlara gelir. İhlasla iç içe bir kavramdır. Samimiyet “İhlas” kavramının açılımı hükmündedir.
Samimiyet: İçtenlik ve ihlasla, saf ve duru bir hal ile Allah’a yönelmektir…
Samimiyet dinde temel değerlendirme ölçüsüdür. Kişinin bütün yapıp ettikleri, samimiyetine göre karşılık görecektir. Müslüman, iman, ibadet ve muamelat alanında yani hayatının her alanında samimi olması gerekir. Dinin özü ihlas ve samimiyete dayanır. Bunun için Müslüman da her işinde samimi olması gerekir. Kur’an’da samimiyetle Allah’a boyun eğenlere mükâfat vaat edilmiştir.
“Kitap Ehli denilen Yahudiler, özellikle de Hıristiyanlar arasında öyle temiz yürekli insanlar vardır ki, Allah’ın varlığına ve birliğine yürekten iman ederler; kendilerine indirilmiş olan kitapların yanı sıra, size indirilen Kurân-ı Kerime de inanırlar. Allah’a karşı derin bir saygı samimiyet ve ürperti duyarlar. Bu yüzden de, O’nun gerek Tevrat, gerek İncil, gerekse Kurân’daki âyetlerini, servet, makam, şan, şöhret gibi basit menfaatlerle değiştirmezler. İşte bunlara, Rab’leri katında muhteşem ödüller verilecektir. Gerçek şu ki, Allah, yeri ve zamanı geldiğinde hesap görmede çok hızlıdır! (Al-i İmran, 3/199). O halde Rabbimize samimiyetle yönelip Kur’an’ı anlayarak okumalı, Kur’an’daki bütün emir ve yasaklara samimiyetle uyulmalıdır.
Temîm bin Evs ed–Dârî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
— Din, esas olarak ihlâs ve samimiyetten ibarettir. Dinin özü, her işinde, her sözünde dürüst ve samimi olabilmektir, buyurdu. Biz kendisine:
— Kime karşı, ya Rasulallah? dedik. Peygamber Efendimiz:
— Allah’a, Kitabına, Peygamber’ine, müminlerin yöneticilerine ve tüm Müslümanlara karşı dürüst ve samimi olmak, yöneticiler başta olmak üzere, bütün müminlere iyiliği, güzelliği tavsiye etmek ve bunları yalnızca Allah rızası için, O’nun kitabına ve Peygamberi’nin sünnetine uygun olarak yapmaktır, buyurdu.”(Müslim, İman 95; Buhârî, İman 42; Ebu Davud, Edeb 59; Tirmizî, Birr 17; Nesâî, Bey’at 31, 41)
Dinin özü samimiyettir. Bunun içindir ki Hz. Peygamber dini samimiyet olarak tanımlamıştır. Samimi olmayan iman, ibadet ve amellerin Allah yanında hiçbir değeri olmaz.
Samimiyetin tarifini verdikten sonra şu an Kur’an-ı Kerime karşı samimiyetimiz ne derecede, Kur’an-ı Kerim tasavvurumuz nasıl? Bu noktada yaşadığımız coğrafyada ne tür hatalar içindeyiz birlikte müşahede edelim. Kur’anı Kerime karşı samimi olmayışımızın belirtileri nelerdir ilk bölümde bunlardan bahsedelim inşaallah…Öncelikle keni iç muhasebemizi yapmak için Kur’an’ın gönderiliş amacını bilmeli ve bu noktada eksiklerimiz nelerdir incelemeliyiz.
Kur’an-ı Kerim Niçin İndirildi?
Bu soruya verilecek en doğru cevap, bizzat Kur’an tarafından şöyle açıklanmaktadır:
“O Ramazan ayı ki Kur’an o ayda indirilmiştir. (O Kur’an) insanları hidayete erdirmek, doğru yolu ve hak ile batılı ayırdeden hükümleri açıklamak üzere indirilmiştir…” (Bakara 2/ 185)
“Gerçekten size Allah’dan bir nur ve apaçık bir kitap geldi. Rızasını arayanı Allah o kitapla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkartır, dosdoğru yola iletir.” (Maide 5/ 15-16)
“Allah tarafından gönderildiğinde şüphe bulunmayen bu kitap, müttakîler için bir yol göstericidir.” (Bakara 2/ 2)
Hz. Peygamber de vefatına yakın bir zamanda yaptığı veda konuşmasında; “Ben size iki şey bırakıyorum. Onlara sıkıca sarıldığınız müddetçe doğruluktan ayrılmazsınız. Onlar Allah’ın Kelamı ve benim sünnetimdir” buyurarak, Müslümanların dikkatlerini Kur’an’ı ve sünneti anlayarak yaşamaya yöneltmiştir.
Kur’an, inanma ihtiyacımızı doğru olarak karşılamak, ahlâkımızı güzelleştirmek, bizleri Yüce Yaratıcının nezdinde değerli kılan ibadetlerimizi usulüne uygun ve bilinçli olarak nasıl yerine getireceğimizi açıklamak ve sosyal ilişkilerimizi sağlıklı olarak yürütebilmemizin kurallarını öğretmek üzere indirilmiş bir kitaptır.
Baş ucumuzdan eksik etmediğimiz, onunla oturup, onunla kalkmış olduğumuz aziz kitabımız Kur’ân’ı Kerim; mesajlarına, emirlerine, içeriğine göre fiil ve eylemde bulunduğumuz zaman, bizleri bam başka bir fert, değişik bir toplum yapmaktadır ve yapmıştır.
Onu, yüzeysel, gırtlaktan aşağıya inmemek üzere okumalardan şiddetle uzaklaşıp, hatim üzerine hatim, yasin üzerine yasin devirmeler değil de, okuduğumuz her ayete odaklanarak, bizleri değişik alemlere, ufuklara, dünyalara götürmelidir
Günümüzde Kur’an kurslarımız hafız yetiştirmektedir. Ama, hafız olan gençlerimiz, niçin hafızlık yaptıklarını, ne için ezber ettiklerini bilmemektedirler. Akranlarını gözleyip, onlar gibi, bir camide müezzin olmak, olduktan sonra da, cenazeleri takip ederek, kabirlerde ölülere Yasin tilavet etmek için hafız olduklarını zannetmektedirler.
Oysa, onlara, “hafız olacaksınız, hafızlığınıza sahip çıkacak, Lise tahsilinden sonra, Üniversite bitirecek, okumuş olduğunuz ayetlerin de Arapça meallerini anlatacak kadar, yaşayacak kadar bilgin olacaksınız” tembihini yapmış olsaydık, sanırım, ülkemizde büyük bir Kur’ânî gelişme, atılım olacak, camilerdeki cemaatlerimiz de, üç günde bir hatim yapmak için, ha bire koşuşturmayacaklardı. Mevdudi Hitabeler adlı kitabında Müslümanların Kur’an’ı indiriliş gayelerine uygun bir şekilde kullanmadığını belirterek bazı tespitler yapmıştır. Şimdi, Mevdudi’nin yapmış olduğu tespitleri aktaralım. Müslümanlar bu kitabı, evin bir rafına, bir köşesinde yüksekçe bir yere yerleştirirler, yahut da cüz içine koyup da bir tarafa asarlar ki cinler periler, kötü ruhlar gelip de evi basmasınlar, ev halkına kötülük etmesinler. Yani Kur’an, cinler ve bunun gibi nesnelerden korunmak için kullanılır. Yahut ta Kur’an-ı Kerim’in ayetlerini bir kağıda yazıp boyunlarına asarlar veya safranla yahut da benzeri kaselere yazıp yıkayıp içerler. Veya ne dendiğini ne söylendiğini hiç de bilmeden, hiç anlamadan, birkaç ayet, birkaç cüz ezberlerler, papağan gibi anlamadan, tekrar tekrar okurlarda geçerler ve bundan da sevap kazandıklarını anlarlar. Bunları ve bu gibi şeylerin hepsini de yaparlar, hepsine de inanırlar; ancak şuna inanmak istemezler ki Kur’an-ı Kerim hayatta ve yaşayışta bir örnek, bir hidayet rehberi olsun diye gönderilmiştir! Ne yazık ki şimdi bu kitabı bırakmışlar ve kendi keyiflerine tabi olmuşlardır. Bu kadarda değil, kafir ve müşrik, sapıkların yolunu tutmuşlar, şaşırmışların, garazkar kimselerin peşine takılmışlardır.
Malesef ki bizler günümüzde Kur’anı Kerimin indiriliş amacını unutmuş bulunuyoruz. Bu noktada Kur’anı Kerime olan samimiyetimizde amacını aşmış farklı mecralara çekilmiş bulunuyor.
Kur’an Günümüzde Hangi Amaçla Okunmaktadır?
Yaptığımız gözlem ve tespitler, günümüzde Kur’an-ı Kerim’in Müslümanlar tarafından genellikle şu amaç ve niyetlerle okunduğu sonucuna götürmektedir:
- Büyü ya da fal bakmak veya nazardan korunmak:
Kur’an’ın bu niyetlerle okunması, toplumumuzda maalesef yaygındır. Büyü ya da fal bakmak için Kur’an okumak ya da bazı âyetler yazmak, onun gönderiliş amacıyla asla bağdaşmamaktadır. Büyü ya da fal bakanlar, bir anlamda Kur’an’ı bilgisiz insanları sömürmede bir araç olarak görmektedirler. Bu durum, Kur’an’a yapılacak en büyük bir haksızlıktır.
- Şifa niyetiyle hastaya okumak:
İslâm’ın hasta olanlar için önerisi, doktora gitmek, ilaç kullanmak ve ancak tıbbın imkânlarının yetersiz kaldığı hastalıklar karşısında ise şifa vermesi için Allah’a duâ etmektir. Kur’an’dan bazı âyetlerin tıbbın çaresiz kaldığı hastalıklar için okunması, kişiye psikolojik bir rahatlama sağlayabilir. Ama aşırıya gidilerek Kur’an ayetlerinin muska şeklinde farklı biçimlerde yazılması ve Kur’an’ın gönderiliş amacının dışına çıkılarak yanlış niyetlere âlet edilmesi asla uygun değildir.
- Ölülerin ruhlarını şad etmek:
Çocuklarının Kur’an öğrenmelerini isteyen veliler, genellikle kendileri öldükten sonra arkalarından ruhlarına Kur’an okuyacak birilerinin bulunmasını amaçlamaktadırlar. ‘Öldükten sonra çocuğumuz hiç olmazsa ruhumuza en azından bir Fatiha okur’ düşüncesi toplumumuzda yaygındır. Oysa bizim yetiştireceğimiz çocuğumuzdan önce ölüp ölmeyeceğimizi kimse bilemez. Bu anlayış, Kur’an-ı Kerim’in gönderiliş amacı açısından uygun değildir. Bunun yerine; ‘Çocuğum okusun, dinini öğrensin, Allah’ın kullarına gönderdiği Yüce Kitab’ı anlasın, onun gereklerini yerine getirerek dünya ve âhiret mutluluğuna erişsin ve bize de duâda bulunsun’ düşüncesi daha doğru ve mantıklıdır.
Ölülere Kur’an okuma konusunda Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: “Bil ki sen ölülere işittiremezsin, arkalarını dönüp giderlerken sağırlara da daveti duyuramazsın.” (Neml 27/ 80)
Kur’an-ı Kerim’in sırf ölülerin ruhlarını şad etmek amacıyla okunmasını eleştiren şair Mehmet Akif ERSOY bu düşüncesini şu dizeleriyle dile getirmiştir:
Ya açar Nazm-ı Celil’in, bakarız yaprağına
Yahud üfler geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için
- İbadetlerde gerekli olduğu için okumak:
Bildiğiniz gibi, Kur’an’ı okumak başlı başına bir ibadettir. Ayrıca namaz gibi diğer bazı ibadetlerin yerine getirilmesinde de Kur’an okumak şarttır. Onsuz namaz olmaz. Bu yüzden her Müslüman namazını kılacağı kadar Kur’an’dan âyet ve sure ezberlemesi farz kabul edilmiştir. Fakat sadece Kur’andan bir parça ezberledikten sonra Kur’anı eline almayanlar O’nun indiriliş amacına zıt bir tutum sergilemiş olmaktadırlar.
- Sevap kazanmak:
Kur’an’ın diğer ibadetler dışında okunması sevaplı bir iştir. Hem de okunan her /cümlesine, her kelimesine ve hatta her harfine sevap vardır. Sevabın miktarı, okuyanın okuduğunu anlamasıyla orantılı olarak artacaktır. Onun mesajını anlamaya çalışmadan sadece sevap kazanma niyetiyle Kur’an okumak, bir yönüyle faydacılıktır. Kur’an-ı Kerim sırf sevap defterimizi kabartalım diye inmemiştir. O bize sorumluluk yüklemektedir. Amacımızı sadece sevap kazanmaya yoğunlaştırmak, onun bize yüklediği sorumluluklarımızı gölgeleyebilir. Dolayısıyla Kur’an okuduğumuzda elde edeceğimiz sevabın onu anlama derecemize bağlı olduğu bilinmelidir.
- Okuyarak ya da dinleyerek zevk almak:
Kur’an, diğer kitaplardan farklı olarak, anlaşılmasa bile okuyana ve dinleyene manevi bir zevk ve mutluluk vermekte, onun çok yüce duygular yaşamasını sağlamaktadır. Bir anlamda gündelik hayatın sıkıntıları karşısında insanı rahatlatan psikolojik bir terapi etkisi göstermektedir. Öyleyse zaman zaman sesli olarak Kur’an-ı Kerim okumak ya da dinlemek hem bir ibâdet hem de Müslümana iç huzur sağlayan bir mutluluk vesilesidir.Bu mutluluk Kur’anın hükümleri uygulandığı zaman daha da artacaktır inşaallah.
Maddelediğimiz ve günümüzdeki Kur’anı Kerime karşı olan bu yaklaşım ve anlayışlar bizlerin Kur’ana karşı samimiyetsizliğimizin bir göstergesi hükmündedir. Kur’an-ı Kerime samimi olmayan bir şekilde, indiriliş gayesine zıt bir tutum sergilediğimiz aşikardır.
Kur’an-ı Kerim Allah kelamı olduğu için, saygı duyulması gereken bir kitaptır. Ancak ona duyduğumuz saygı, onu anlamamıza engel olmamalıdır. Kur’an’ı kutsamak, onu saygıyla yüceltmek, sanki onu dünya işlerine bulaştırmamak şeklinde algılanmaktadır. Oysa Kur’an dünyaya ait bir kitap olduğu ve insanların dünyalarını bir düzene koymak için gönderildiği bilinmelidir.
“Ve (o gün) Rasul: “Ey Rabbim!” diyecek, “Kavmimden (bazıları) bu Kur’an’ı gözden çıkarılacak bir şey olarak gördü!” (25/ Furkan 30)
Kur’anı mehcur (hükümlerinden uzaklaşılan kitap) bırakmak, Kur’anla araya mesafe koymak demektir.
Kur’anla yüzleşmemek demektir.
Kur’anla yan yana, belki de iç içe olmasına rağmen Kur’andan ayrı kalmaktır.
Koltuğunun altında Kur’an olmasına rağmen, Kur’andan uzak yaşamaktır.
Burada MEHCUUUR kelimesinin tercih edilmesi son derece manidardır.
Kur’anla da olmuyor, Kur’ansız da olmuyor diyen mü’minler içindir.
İşte böyle bir insana
Kur’an, hayatına ışık vermiyor.
Kur’anda bir konu açıklanmasına rağmen Kur’anı değil, başka görüşleri, uydurma rivayetleri esas alıyor.
Böyle olunca da Kur’an, MEHCUUUR bırakılmış oluyor.
Kur’ansız olmuyor ama Kur’andan da beslenmiyor hale geliyor insan.
İbn-i Teymiyye diyor ki:
Kur’an okumamak ondan mehcurluktur.
Okuyup anlamamak onu MEHCUUUR bırakmaktır.
Anlamadığı Kur’anı defalarca okumak da onu MEHCUUUR bırakmaktır.
Anlayıp yaşamamak da onu MEHCUUUR bırakmaktır.
Davamız, Kur’anı MEHCUUUR bırakmamak olmalıdır.
Allahın nurunu yani Kur’anı arkamıza değil, önümüze almaktır.
Allah (c.c) bize Kur’an-ı Kerim gibi bir değer göndermiş ama biz onu ne yazık ki yeterince tanımıyor ve ondan gerektiği gibi istifade edemiyoruz.
İkinci bölümde ise Kur’an-ı Kerime karşı samimiyetle yaklaşmamızı sağlayacak O na karşı kalbimizde derin bir sevgi ardından kopmaz bir samimiyet bağı hasıl edecek noktalara değinmeye çalışalım.
Kur’an Nasıl Okunmalı?
- Allah Kelamı olduğu bilinciyle: Kur’an okuyan kişi bir anlamda Allah’la konuşuyor demektir. Bu bilince ulaşmak, mesajın kişide uyandıracağı etki açısından çok önemlidir.
- Anlama niyetiyle: Kur’an’ı anlamamız gerektiğine ve gayret gösterdiğimiz taktirde onun mesajını rahatlıkla anlayabileceğimize mutlaka inanmalıyız. Kadın erkek herkesin Kur’an’ı öğrenip onun mesajını anlaması bir sorumluluktur.
- Kur’an okurken, dil, kalp ve akıl işbirliği halinde olmalıdır. Kur’an okurken dilin söylediği mesaj gönülde yankılanmalı ve akıl ile yoğrularak düşünce ve davranışlara yansımalıdır. Ancak bu şekilde okunduğu zaman Kur’an’ın hedeflediği bireysel ve sosyal değişim gerçekleşebilir.
- Ağır ağır okunmalı: Allah (c.c), Kur’an’ın okunuş tarzıyla ilgili olara Hz. Peygamber’e hitaben şöyle buyurmaktadır: “Biz onu insanlara ağır ağır okuyasın diye bölümlere ayırdığımız bir Kur’an olarak indirdik.” (İsrâ 17/ 106)
Kur’an’ı gerçek anlamda okumak, âyetlerin lafızlarını söyleyip geçmek değil, âyetler üzerinde düşünerek mesajı anlamaya çalışmaktır. Nitekim bir âyettte; “Kur’an’ı tertil ile oku” (Müzzemmil 73/ 4) buyurulmuştur. Tertil, acele etmeden, dura dura, usulüne uygun ve anlayarak okumak demektir. Hızlı okunması durumunda, vurgulanan mesajı anlamak mümkün değildir. Bu yüzden Peygamber (s.a.v.), Kur’an’ın baştan sona çok kısa bir sürede hatmedilmesini uygun görmemiştir.
- Öğrenilen bilgiler başkalarıyla paylaşılmalı: Bilgiler paylaşıldıkça kalıcılığı artmaktadır. Kaldı ki, Müslüman bir kişinin öğrendiği doğruları başkalarıyla paylaşması bir sorumluluktur.
- Başkalarının okudukları Kur’an dinlenmeli: Allah (c.c.), “Kur’an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun. Umulur ki esirgenmiş olursunuz (Araf 204)” buyurmaktadır. Peygamber (s.a.v.) bazen sahabelerden Kur’an okumalarını ister ve onları zevkle dinlerdi. O’nun en çok İbn Mes’ud’dan Kur’an dinlediği rivayet edilmektedir.
- Öğrenilen mesajlar pratik hayata yansıtılmaya çalışılmalıdır: Kur’an, kendisiyle hayatımıza yön vermek için gönderilmiş bir kitaptır. Pratiği olmayan bilgilerin bir önemi yoktur. Pratik hayatta yaşanmayan bilgiler, bir süre sonra unutulmaya mahkûmdur.
- Kur’an ve mealini okumada sürekliliğe önem verilmeli: Her Müslüman mutlaka her gün az ya da çok Kur’an’dan birşeyler okumayı alışkanlık haline getirmeli, Arapça bilmiyorsa mealden okumaya çalışmalıdır. Dolayısıyla, evlerde bir ya da birkaç Kur’an meali bulundurulmalıdır.
Yaşam kaynağımız olan Kur’an’ı, Allah ve Rasulü’nün emrettiği şekilde okumalı, anlamalı ve yaşamalıyız. Hatta, Kur’an okuyuşlarımız, hayatın her alanında mütemadiyen devam etmeli, iş yerimiz bile, evimiz, sokağımız, meydanlarımız, camilerimiz birer Kur’an öğrenme talim merkezleri olmalıdır. Çünkü İslam’da “Din Sınıfı” diye bir ayrıcalıklı sınıf bulunmamaktadır. Her Müslüman kendine göre bir din insanı ve din adamıdır. Yani, öyle bir toplum meydana getirmeliyiz ki Zerkeşi merhumun da dediği gibi, Kur’an insanı, okuyan, anlayan, yaşayan, soluklayan, soluklamış olduğu aziz Kur’ân’ı, nefes nefes kirli dünyanın üzerine üzerine üfleyen insan olmalıdır.
Yani, üfleme demekteki kastım, Kur’an’sızlıktan mahvolmuş, can çekişen dünyaya, yep yeni bir hayat iksiri, kurtuluş namesi okumaktır..
Kur’an-ı Kerime samimi bir şekilde yaklaşmak demek Ona karşı olan vazifelerimizi hakkıyla yerine getirmektir. Zira bir şeyde samimi olmanın göstergesi riya ve çıkardan uzak bir şekilde ona olan sevginin günyüzüne çıkmasıdır. Bu noktada Kur’an-ı Kerimi seviyoruz diyorsak bu söylemimizde samimi isek şayet O’na karşı olan görevlerimizi bilmeli ve her daim uygulayanlardan olmalıyız.
Allah’ın Kitabına karşı birinci görevimiz, onu candan sevmektir… Kur’ana gönülden muhabbet duymaktır… Çocuklarımıza, yeni yetişen nesle ve gençliğe Kur’anı sevdirmek, Kur’anı sevmeleri için gerekli alt yapıyı hazırlamak, neslimizi küçük yaştan itibaren Kur’an Sevgisi ve Kur’an Saygısıyla yetiştirmektir.
Yine Kur’ana karşı samimiyetimizi artırmak için Kur’an İdrakimizi yeniden gözden geçirmeliyiz.
Kur’anı “mânâsı anlaşılamaz” ya da anlaşılması çok güç, ya da sadece ilim adamlarına hitap eden bir Kitab olarak telakki etmek, Kur’anın özüne ve ruhuna aykırı bir anlayıştır. Kur’anda müteşabih (anlamı sadece Allah tarafından bilinen ya da anlaşılması güç) bazı âyetler bir yana, Kur’an anlaşılsın, bilinsin, yaşansın, uygulansın diye indirilmiştir. Bizzat Kur’an kendisini “apaçık ayetler” olarak tavsif etmektedir. Her mü’min kul, bilgisine, sevgisine, ilgisine ve takvasına göre Kur’andan yararlanacaktır, yararlanmalıdır.
Ancak Kur’andan yararlanmanın ilk adımı, Kur’andan yararlanma arzu ve isteğinin bulunmasıdır. Kur’anı anlamaya ve Kur’andan yararlanmaya istekli mü’min kul, önce “Kur’an Talebesi” olmaya niyetlenmelidir.
Aklı kullanmayı, düşünmeyi, incelemeyi ve araştırmayı emreden Kur’an, bir çırpıda okunup bitirilecek bilgi yığını, derleme bir kitap değildir. O cemal, kemal, ilim ve hikmet sahibi Alemlerin Rabbinin kelâmıdır. O halde O’na layık bir ciddiyetle okunmalı ve incelenmelidir.Bu noktada Peygamber Efendimizin (s.a.v) bizlere müjde olarak beyan buyurduğu şu hadis-i şerifi hakkıyla anlayıp uygulayanlardan olmamız gerekiyor.
“Bir topluluk, Allahın evlerinden bir evde –bir camide- biraraya gelir, Allahın Kitabı’nı okurlar ve manasını aralarında müzakere ederlerse; onların üzerine huzur iner, onları rahmet kaplar, melekler onları çepeçevre kuşatır, Allah onları yüce melekleri katında- övgüyle- anar.”(Ebu Davud, Tirmizi)
Şu soruları kendimize bir soralım inşaallah…
Kur’an İlimlerinin müzakere edildiği, Kur’anın ana konularının ilmî olarak tartışıldığı her hangi bir Kur’an halkasına üye miyiz?
Planlı, programlı, sürekli bir şekilde Kur’an Tefsiri veya Kur’an Meâli okuyor muyuz? (Hayır!..) Hadis, Fıkıh, Akaid Dersi alıyor muyuz?
Bugün, Kur’anın dün bilmediğimiz bir âyetinin mânâsını öğrendik mi?
O halde biz, bu müjdelere layık olmak için bir adım atmış değiliz.
Kur’an Uygulaması
Kur’anı en iyi şekilde anlayan Allah Rasûlü, gerek mübarek sözleriyle, gerekse müstesna hayatındaki pratik uygulamalarıyla Allahın Kitabını en açık tarzda yorumlamıştır. Nebevî uygulama Kur’anın en güzel şekilde anlaşılmasını temin etmiştir. Bizler de mü’minler olarak Kur’an uygulaması noktasında yaşayan Kur’an olan Allah Rasulünü model almalıyız.
Sadece okunan, ama günlük hayatta emredildiği gibi uygulanmayan, hayattan uzak tutulan, hükümlerine boykot uygulanan Kur’an, kıyamet günü bizim için “şefaatçi” olmak şöyle dursun; bizim aleyhimize şahit olacak, gereği gibi yaşanmayan Kur’an bizden “dâvâcı ve şikâyetçi” olacaktır.
Peygamberimiz’in ifadesiyle; “Kur’an, ya senin lehinde ya da aleyhinde hüccettir.”
Kur’an ve Sünnet Bütünlüğü
Kur’anın açıklayan, tamamlayan Sünneti Kur’andan koparmak, ondan ayrı düşünmek mümkün değildir. Sünneti gözardı ederek insanlığı sadece Kur’ana davet edenler, ilmî gerçekleri çarpıtmaktadırlar. Böyleleri Kur’anın mutlaka itaat edilmesini emrettiği Allah Rasûlü’nün huzurunda mahcup ve mahrum olacaklardır.
Gönlünde Allah sevgisi taşıyanlar, Allahın kendilerini sevmesi ve O’nun mağfiretine erişebilmeleri için, O Şanlı Peygamber’in hayat çizgisine uymalıdırlar:
“De ki: Siz eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Al-i İmran 31)
Allah Rasûlü’nün ümmetine son vasıyeti, Kur’an ve Sünnete sımsıkı sarılmalarıdır. Kur’an ve Sünnete sarılmak, her çeşit sapıklıktan, siyasî ve ekonomik buhranlardan, psikolojik ve sosyal krizlerden kurtulma, iki cihanda mutluluğa kavuşma vesilesidir.
Son olarak Kur’an-ı Kerime karşı samimiyet içinde bulunan müminlerin bu hallerinin dışa tezahürlerinden örnekler sunalım.
“Rablerinden korkanların bu kitabın tesirinden tüyleri ürperir. Derken hem bedenleri hem de kalpleri Allah’ın zikrine ısınıp yumuşar.” (Zümer, 23)
Allah Rasûlü (s.a.v.) bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurdular:
“Ümmetimin ibâdetinin en fazîletlisi; Kur’ân okumaktır.” (Feyd’ul-Kadir 2/44)
Ve bir diğerinde beyân ettiler ki: “Çocuklarınıza şu üç şeyi öğretiniz:
Peygamber sevgisi, Ehl-i Beyt’in sevgisi ve Kur’ân kırâati.” (a.g.e1/225)
Yine hadîs-i şerîfte vardır:
— Gözlerinize ibâdetten nasîbini veriniz!..
(Sahâbeler) dediler ki:
— Gözlerin nasîbi nedir ey Allah’ın Resûlü?
Resûlullah:
— Mushaf’a bakmak Ondakileri düşünmek ve inceliklerinden ibret almaktır. dedi.
Bir başka rivâyet ise şöyledir: “Devâmlı olarak Mushaf’a bakınız!” (Umdet’ül-Kâri 9/336)
Mesela Hz. Ebubekir r.a, Kur’an okunduğu zaman gözyaşlarını tutamazdı. Kur’an okunduğunu işitince kalbi yumuşayıp İslama giren Hz. Ömer r.a. keza ilk Müslümanlardan Abdullah bin Mesud, aynı heyecanı ve sevgiyi duyan kimselerdir.
Abdullah b. Mesud şöyle diyordu: “İnsan kalbi bir kap gibidir, onu Kur’an ile tutuşturun.” Ömer bin Abdülaziz ise Kur’an kıraati sonrası okuduğu ayetlerin haşyetinden baygınlık geçirecek derecede Kur’ana karşı samimiyet beslemekteydi. Yine Abdullah İbn Mesud Kur’anı Kerime karşı samimiyetle yaklaşan müminleri şöylece tasvir ediyor: “Kur’anı ezberleyen kimse, halk uyurken, geceleri ibadet etmesiyle, halk yerken oruç tutmasıyla, halk sevinçliyken üzüntüsüyle, halk gülerken ağlamasıyla, halk böbürlenirken tevazusuyla tanınmalıdır. Kur’anı göğsünde taşıyan kimsenin gözleri yaşlı, üzgün, aklı başında, yumuşak huylu, bilgili ve ağır başlı olması gerekir. Kur’anı göğsünde taşıyan kimseye hırçınlık, şımarıklık, bağırıp çağırmak, feryad etmek ve sert tabiyatlı olmak yakışmaz.”
Hz. Ebu Bekir’in kızı Esma’ya bir gün torunu Abdullah sordu:
– Nineciğim, Hz. Peygamber’in arkadaşları Kur’an dinledikleri zaman ne yaparlardı?
Esma (Allah onlardan razı olsun):
– Aynen Kur’an-ı Kerim’in bahsettiği gibi; gözlerinden yaşlar dökülür, vücutları ürperirdi, dedi.
Son olarak peygamberimizin bir duasıyla konumuzu nihayetlendirelim inşaallah.
“…Rabbim! Kullarından herhangi birine öğrettiğin, kitabında indirdiğin, ya da bilgisini katında gizlediğin her bir güzel ismin hürmetine, senden niyâzım şudur ki: Kur’ân’ı gönlümün baharı, sadrımın nûru, hüzün ve kederimin çâresi eyle!” (AMİN)
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 391)