Yaklaşık dört ay önce uzun süredir gitmediğim memleketime gitme fırsatım oldu. Ve bizzat şahit olduğum bir olayı kaleme almam gerektiğini düşündüm. Aslında konu tarihi gerçeklerle irdelenmesi gereken çok uzun bir konu ancak ben burada fazla uzatmadan bir hatırat ya da ibretlik bir anı olarak anlatmak istiyorum.
Bu arada reklamın iyisi kötüsü olmaz demişler memleketim Tokat ın bir kasabası…
Türk toplumu olarak şehir efsanelerine, menkıbelere, uçtu kaçtı hikâyelere çok fazla düşkünüzdür… Dünyanın değişik yerlerinde var mı bu tarz hikâyeler bilmiyorum ama özellikle Anadolu topraklarında sonsuzluğa uzanan ‘’pi sayısı’’ gibi, sürekli dönüp dolaşan, uzadıkça uzayan bir hale gelmiştir…
‘’ Bu duruma nasıl gelindi’’ sorusu, elbette sorulması gereken sorulardan bir tanesi… Her şeyde bir sebep-sonuç ilişkisi aramak gerekiyorsa bunun cevabını bulmakta zor olmasa gerek. Türklerin eski inanışlarını ve Anadolu ya göç ettikten sonra onların ne ile karşılaştıklarına cevap verdiğimizde kısa ve öz bir şekilde cevaplar elimizde olacaktır…
Hiç bir toplumun İslamiyet i kabul edince eski kadim kültürlerinden gelen inanışlarından bir anda sıyrılması gibi bir durum söz konusu olamaz ve sosyolojik olarak ta bu mümkün değildir… Bu sebeptendir ki bilerek ve ya bilmeyerek anlatılan şehir menkıbeleri, efsaneler, masallar, uçtu, kaçtı hikâyeler ‘’Din’’ diye günümüze kadar gelmiştir. Hâlbuki İslam dininin özünde bu tarz masallara yer yoktur.
Gelelim bizim memleketteki Evliya diye nitelendirilen şehir efsanesine;
Köyümüzün tam tepesinde yaylaya doğru çıkarken merkezi havadar( havadar diyorum çünkü orası 7/24, saatte seksen ile yüz km rüzgârın estiği alan) bir yerde mezar var…
Kimine göre şehit yatıyor, kimine göre evliya…Kimine göre ermiş yatıyor, kimine göre erecek, kimine göre Ermeni mezarı, kimine göre yatır, kimine göre katır…! Anlayacağımız kimse ne olduğunu bilmiyor. Köyümüzdeki yaşlı bir hoca ‘’bana keşif ve rüya yolu ile bildirildi! Orada yatanlar şehit,’’ dese de ufak bir araştırmaya girdiğinizde orada mezar olmama ihtimali bile çok yüksek…
Garibim eski köylülerimiz orada mezar vardır düşüncesi ile küçük bir taş ile orayı sabitlemişler; gelen üzerine basmasın vs diye… Şimdilerde yaklaşık iki yüz elli ya da üç yüz metre kareyi bulan devasa ve bir o kadar da janjanlı mezar haline gelmiş. Her gelen bir şey eklemiş. Memleketimin güzel insanları mezarı uzattıkça uzatmış… Mezarı bu hale getirenler şimdilerde ‘’ne babayiğit adammış’’ diye düzdükleri efsanevi hikâyelerle köye gelenlere rehberlik ediyor…
Bu mezar ya da kabir öyle kalsa iyi… Bizim toplumumuz ölüye gösterdiği tanzimi, hürmeti diriye gösterseydi, Allah bilir ihya olmuştuk…
Son gittiğimde gördüm; köyün emekli hocası kendisini oraya adamış, gece gündüz orada, daha ölmediği için karavanın içinde yatıyor. Tabi mezarını hazırlamış oraya, bir de vasiyet ‘’beni buraya gömün’’ diye, anlayacağımız yeni efsaneler yolda…
Efsaneye göre yatırdakiler geceleyin kalkar geyiklerine biner köyü turlar, gündüz gözükmezler! Ve bu duruma şahit olan da sadece birkaç kişi olur!
Kutsal görev olan! Askere giden gençler gitmeden birkaç gün evvel orayı tavaf eder, daha sonra oradan kendilerine bir taş alıp askerlik boyunca yanlarından ayırmazlar!… Bir nevi taş muska görevi görür! (Muskanın ne gibi bir görevi varsa orası da ayrı bir facia).
Emekli hoca ziyaret için gelenlerin isimlerini kabirdekilere bağıra bağıra zikreder, ‘’sen kabirdekilere işittiremezsin’’(fatır 22) ayetine inat… Güya orada yatanlarda duyar…
Kabri ziyaret edince arkanızı dönüp çıkamazsınız saygısızlık olacağından önünüz kabire dönük çıkmanız gerekir! Hatta abartısız bu yüzden küfür bile yiyebilirsiniz… Küfür etmek günah olmaz ama arkanızı dönüp çıkmak günah olur ! Kabirde yatana karşı o derece hassasızdır yani…
Kabirde yatanlar bir problemleri olduğunda hocanın rüyasına girerek haber verirler, örneğin bir gece ‘’ayaklarımız üşüyor’’ diye hocanın rüyasına girmişler, hoca bir bakmış ki mezarın ayak ucunda toprak azalmış! Hemen önlemini almış tabi ki…
Orada yatanlara sabahın ilk saatlerinde hoparlörlerle kasetten Kur an tilaveti başlar ve akşam geç saate kadar sürer… Yani hocamız vahyi dirilere değil de ölülere okuyacak kadar alim bir insandır!…
Anlayacağımız neresinden tutarsak elimizde kalıyor. Daha bunun gibi çok trajikomik hikâyeler varda dilim varmıyor anlatmaya. Bu yalanları uyduranlar kusura bakmasınlar artık. Ben bu duruma bizzat şahit olduğum için yazdım, ancak eminim ki Anadolu’da bunun gibi ya da işi daha ileriye götürmüş birçok durum mevcuttur.
Bu duruma ne kadar müdahale etmeye kalksak ta bir ‘’ Farkhunda Malikzada ’’ kadar olamadık… Konumuzun başında söylediğim gibi günümüze kadar din adı altında geldiği ve kutsal göründüğü için kimse laf söyletmiyor kutsalına… Bu tarz durumlar karşısında bir cesaret laf söyleyenler de ya küfür/hakaret yiyor, ya dayak yiyor, ya da bedelini canı ile ödüyor…
Hepimizin bildiği gibi, İslam’da kabir ziyaretinin ne amaçla, neden, nasıl yapılacağı, sınırı Allah rasulü (sav) nün hayatındaki örnekliği ile bize kadar gelmiştir. Konuyu fazla uzatmadan burada nokta koymak istiyorum… Rabbim bizlere vahiy ve peygamberimizin pratik örnekliği ile buluşmayı nasip etsin…Bizleri başıboş bırakmayan vahiy ve peygamber ile yollarımızı aydınlatan Allah’a şükürler olsun…