Yerküre, insanlık uzan zamanlardır Modern ve Post-modern bir kuşatma altında bulunmaktadır. Batı merkezli, seküler ideolojiler, zihniyet, kavram ve kurumlar insanlığın gündemini etkilemeye devam etmektedir. Batı’ da 16. yy’da başlayan zihinsel, fikri değişim ve dönüşüm Modernite, Modernizm, Modernleşme kavramları üzerinden vücut bulmuştur. Bu zihniyet, kavram ve kurumlar Batı devletlerinin, medyasının, akademisinin, aydın ve sanatçılarının gayretleriyle insanlığın gündemine girmeyi başarıyor. Bu kavramlar, Batı dünyasını ve Batı Dışı Dünya’yı farklı şekillerde etkilemiştir ve halen de etkilemeye devam ediyor.
Modernite varlığa, bilgiye, hayata, tarihe, kurumlara farklı bakmanın, bunları farklı algılamanın ve tanımlamanın adıdır. Modernite; nötr bir durum değildir, kendince geleneksel ve eski kabul ettiği bütün zihni, sosyal, kültürel, siyasal yapıları yine kendinin tanımladığı “yeni” kavramı üzerinden dönüşüme tabi tutmaktır. Düşünsel referanslarını Aydınlanma Felsefesi’nden alan Modernite, 19. yy’da Modernizm kavramsallaşmasıyla toplumların bütün alanlarına sirayet etti. Modernizmi temel alan süreçler, dünyanın farklı bölgelerinde aynı değerlere dayanmakla birlikte farklı bir Modernleşme macerası yaşadı. Batı dünyası bu sürecin sonunda 1. Dünya Savaşı’na maruz kaldı. Savaştan sonra Batı dünyası, Aydınlanma Felsefesi’nin değerlerini ve bu değerlerden neşet eden zihniyet, toplumsal, siyasal, kültürel yapıları ve kurumları sorgulamaya tabi tuttu. 1929 da yaşanan Büyük Ekonomik Buhran, Batı’nın kendi iç sorgulamasını, çelişkilerini derinleştirdi ve bunun sonucunda 2. Dünya Savaşı patlak verdi. Savaşın sonucunda da devam eden Modernlik, Modernizm tartışması, eleştirisi Postmodernizm’i üretti.
Postmodernizm; temelde Aydınlanma Felsefesi’nin ana paradigmasına bağlı kalmak kaydıyla yapılan Modernizm eleştirisi, bir nevi Batı zihniyetinin iç eleştirisidir. Modernite Liberalizm, Sosyalizm, Faşizm, Komünizm gibi büyük anlatılar/ideolojiler ihdas ederken Postmodernizm 1. Dünya Savaşı’na sebebiyet veren bu yapıları sorguladı. Hakikatın ideolojiler adına inhisarına karşı çıkarak Hakikat’in bilinemezciliğine, göreceliğine vurgu yaparak yeni bir dünya tasavvuruna yol verdi. Batı dünyası Seküler temelli Postmodernizm’in sonuçlarıyla yüzleşirken, Batı dışı dünya ve özellikle İslam toplumları hem Modern hem de Postmodern olanın sonuçlarına maruz kalmaya devam ediyor. Modernite ile birlikte gündeme gelen Ulusçuluk, İslam İmparatorluğu’nu tasfiye sürecine soktu ve sonunda parçalanmış bir İslam dünyası ve yapay Ulus devletlerle karşılaştık. Hala bu yaşananların sonuçlarını ağırlaşarak yaşamaya devam ediyoruz. Postmodernizm’in sonuçlarını ise; İslam’ın bütünlükçü yapısından koparak, İslam’ı, Vahyi temel referanslarımız olmaktan çıkararak, ahlaktan uzaklaşarak, bunun sonucunda Hedonizm ve Nihilizm tehlikesiyle karşı karşıya kalarak yaşamaya devam ediyoruz.
Müslüman zihinler, İslam toplumları maruz kaldığımız, bize dayatılan bu tarihle, zihniyetle, kavram ve kurumlarla, Batılı gündemlerle yüzleşmek zorundadır.
İlahi Vahiy; Şirki, Küfri, Pagan, Muharref değer ve gündemlerle nasıl yüzleşeceğimizi, onları nasıl tasfiye ederek kendi değer ve gündemlerimizle yaşayacağımızı, nasıl bir insan, toplum, otorite inşa edeceğimizi 23 yıllık inzal sürecinde bize öğretiyor.
İlahi Vahyin Mekke’de Hira’da inzal olmaya başladığı dönemde, Mekke bölgesinde Şirk, batıda Roma/ Bizans, doğuda Pagan Pers hâkimiyeti hüküm sürüyordu. Muharref dinler ve diğer devlet, kavim ve aşiretler bunların çevresinde kümeleniyorlardı. Hz. Peygamber işte bu şartlarda Nübüvvetle/Risaletle görevlendirildi.
Her insanda olduğu gibi her mücadele de kendi çağının çocuğudur. Ayaklarını kendi çağına basmalıdır. Sahici olmak varlığın, hayatın nabzını tutmakla başlar.
İlahi Vahiy, insana, Mümin’e dünya ve ahireti birlikte gören bir hidayet, kurtuluş hedefi teklif eder. Her inen ayet-i kerime ve sure-i celile bu hedefe götüren bir yol işareti ve anın gündemidir. Mümine düşen hedefe götüren bu gündemi ete kemiğe büründürmek olmalıdır. Vahiy, İlahi hidayetin değerlerini, usulünü öğretiyor, Hz. Peygamber de bunları misale/örneğe dönüştürüyordu. Her inen Ayet-i Kerime Mekke sokaklarında yankılanıyor ve Mekke’yi zihinsel, ruhsal, toplumsal, siyasal olarak sarsıyor, gündemi belirliyordu. Vahiy diliyle Müminler soru soruyor, Müşrikler ne cevap vereceğiz kaygısına düşüyorlardı. Yani Müminler tezlerini sunuyor, Müşrikler ant-i tez durumuna düşüyorlardı. Hz. Peygamber bu hedefi güncelleyen ve ona vücut veren rehber ve şahitti. Hz. Peygamber, sahabeler üzerinden “İlahi vahyin rehberliğinde bir insan nasıl inşa edilir” sorusunun cevabını veriyor, ailesinden başlayarak kavmini, Hac panayırlarında farklı bölgelerden gelen insanları, Taif halkını İslam’ a davet etmesiyle, nasıl tebliğ ve davet yapılacağını öğretiyordu insanlara. Dar-ül Erkam’la nasıl kurumsallaşacağını, Habeşiştan ilişkileriyle bir İslami Hareket’in nasıl dış diplomasi yürüteceğini, Şib-i Ebi Talip’te iç kuşatmanın nasıl yarılacağının örneklerini, stratejilerini gösteriyordu bütün zamanların Müminlerine. Mekke’de söylenecek söz kalmadığında, Nebevi Sünnet olan Hicret imkânının nasıl devreye sokulduğuna, nasıl yönetildiğine, Mümin insan, Cemaat, Hareket süreçlerinden sonra yeryüzünün bir parçasının nasıl Dar-ul İslam’ a dönüştürüldüğüne ve İslam’ın en doğal haliyle nasıl siyasi otorite inşa ettiğine şahit oluyoruz, inen ayetlerle, surelerle.
Hedefine sadık kalanların, Usulüne uygun gündemlerini takip eden Müminlerin, İslami Cemaatin, Hareketin nasıl menzil-i selamete ulaştığını görüyoruz, Vahy’in rehberliğinde yaşanan Siyer- Nebi’de.
Müslümanlar uzun zamandır İlahi Vahyin gösterdiği hedeflerin ve gündemlerin dışında bir hayat yaşıyorlar. Müslüman halklar ve onların önderleri Ulus devletlerinin, Ulusal politik partilerin, kavimlerinin, mezheplerinin, cemaatlerinin örgütlerinin son zamanlarda yaşandığı üzere aşiretlerinin hedeflerini, çıkarlarını, gündemlerini takip ediyorlar. Bu hedef ve gündemler için İslami değerleri, imkânları, birikimleri kullanıyorlar, istismar ediyorlar. İslami anlamda zihinsel, ameli hiçbir değişim yaşamadan, bedel ödemeden şekli Müslümanlık üzerinden Müslüman halklar istismar, Müslüman halkın beşeri, sosyal, ekonomik imkânları çarçur ediliyor.
Türkiye örneğinde yaşandığı gibi, her on yılda bir Müslüman görünümlü insanlar yeni hidayet süreçleri yaşıyorlar ve kendi çevresini, derneğini, cemaatini bu yeni hidayet için harekete geçmeye davet ediyorlar. Sistem dışardan, bu yeni muhtediler içeriden darbelerle Müslüman halklar tedibe ve dizayna tabi tutuluyor. Bu yeni muhtediler, bizleri, yeni keşfettikleri “Demokrasi dini”ne, onun insanlığa bahşettiği nizama davet ediyorlar. Yeni devletlular eliyle erdikleri hidayetin bizim ve ülkemiz için ne kadar önemli olduğundan dem vuruyorlar. Bu yeni mühtediler hem tuzu kuru hem de megalomandır. Savundukları Yeni Türkiye’nin kendi elleriyle kurulduğu zaman yeni olacağını söylüyorlar. Asıl olan kendileridir. Her şey onlarla değerlidir. Onlar kabul ediyorsa kabul edilen şey değerlidir. Radikal oldukları zamanda doğru yapıyorlardı, redd-i miras yaptıklarında da doğru yapıyorlar. İşte Demokrasi bu tiplerin rejimidir. Zor zamanlarda işine bakan, ganimet zamanlarında öne atılan kifayetsiz, muhteris, menfaatçi tiplerin.
Moda hayatlar yaşayanlar, bizleri de “yeni moda” ya uymaya davet ediyorlar. Müslüman insanlar, Müslüman halk olarak ilk önce kendimizin sonra da aziz dinimizin aşağılanmasına ve karikatürize edilmesine bir son vermek durumundayız. Bu insanlık dışılıkla, onursuzlukla devam edemeyiz. İnsanlaşmak, Müslümanlaşmak ilk önce bu aşağılanmaya, bayağılaşmaya başkaldırmakla başlayacaktır. İslami değerlerin, İslami ilkelerin istismarına sessiz kalmak bizi dünyada zillete, ahirette azaba muhatap eder.
Aziz olan Allah(c.c)’ ın dini de azizdir. Aziz olan bu din ciddiyetsizliği, şaklabanlığı kaldırmaz.
Dünya ve ahiret felahımız için İlahi Vahyi referans almayan hiçbir mücadele İslami olamaz. İkili ilişkilerde İslam kardeşliği dışında kavim, ulus, mezhep, bölge hassasiyetleri dikkate alınmamalıdır. İslam’ı, şahsi hayatımızda olduğu gibi sosyal, ekonomik, siyasal hayatımızda da temel değer olarak kabul edenlerle ve bunu sahici ve sürekli bir şekilde temsil edenlerle yola çıkmalıyız. Bu yolun sonu Medine’ye ve Ümmet’e çıkmalıdır.
Sahte insanlarla, sahte gündemlerle bir gelecek inşa edilemez.