Arşiv Genel Yazarlar

İşgalci İsrail ve Golan Tepeleri

Suriye’de, demir yumruklu Esad rejiminin yıkılması, başlı başına önemli tarihi bir olaydır. 1963’lerde Baas Darbesi ile 1970’lerden itibaren de Esad ailesi tarafından tahkim edilen, halkın kılcal damarlarına kadar Muhaberatla ve Şebbihalarla korku salınan bu rejim, 8 Aralık 2024 tarihi itibariyle tarihin çöplüğüne gömülmüştür. Bu, ne kadar koyu ve karanlık olursa olsun, zulüm ilânihaye devam etmeyeceğini bize bir daha göstermiştir. Umulur ki benzerleri de kısa sürede bu şekilde kendi halkı tarafından yıkılır ve tarihteki yerini alır. Irak’ta da Suriye’deki Baas rejiminin ikizi yıkılmıştı. Sonuç itibariyle aynı kaderi yaşasalar da Irak’taki rejim, kendisi gibi zalim olan ve kendi ülkesinin dışına kan ve gözyaşı götüren ABD tarafından yıkılmıştı. Yani bir zalim gitmiş, yerine daha zalim bir başka rejim gelmiştir. Gönül isterdi ki Irak’taki Baas rejimi de kendi halkı eliyle yıkılmış olmasıydı. Çünkü bir zalimin bir başka zalimin yardımıyla ortadan kaldırılması, Irak halkına huzur ve güven getirmemişti. Tam tersine Irak’ta Saddam sonrasında kaotik bir ortam oluşmuş ve Saddam’a karşı olanlar da yaptıklarından pişmanlık duymaya başlamışlardı. Nitekim Saddam’ın heykelini yıkanların arasında bulunan bir Iraklı, ellerim kırılsaydı da heykeli yıkanlardan olmasaydım, demesi boşuna değildi. Çünkü ABD güdümünde oluşturulan yeni rejim, gerçekleştirdiği zulmüyle Saddam rejimini aratır olmuştu. Nur Bacı’nın mektubu ile ortaya saçılan gerçeklerle Ebu Gureyb ve benzeri diğer cezaevlerindeki işkenceler, ABD’nin çirkin ve kanlı yüzünü bir daha göstermiştir. ABD’nin bu karanlık ve çirkin yüzü, daha önce de Türkiye’de gerçekleştirilen her darbe ve iç karışıklıkta, Filistin’de, Mısır’da Muhammed Mursi’ye karşı yapılan darbede, Libya’da, Vietnam’da, Kamboçya’da ve daha birçok ülkede görmüştük. Kısacası yakın tarih göstermiştir ki ABD yönetimi, sadece Ortadoğu halklarına kan ve gözyaşı getirmemiş, çeşitli kıtalardaki birçok ülkeye de huzur ve güvenlik yerine kan ve gözyaşı götürmüştür. 20 yıldan fazla bir zamandır insanlık dışı hukukun hatta hukuksuzluğun uygulandığı tarihin yüz karası Guantanamo’da ABD uygulamaları, Saddam’ı da Esad’ı da geçen insanlık dışı uygulamalar değil midir? Kimden, hangi ülkeden hatta bu amaçla kurulmuş hangi uluslararası kurum/kuruluştan bu insanlık dışı uygulamaya karşı duruş, bir itiraz duyulmuştur. İşte uygar denilen Batı ve değerleri!
Tam anlamıyla ABD eliyle orman kanunu uygulanmaktadır. Bu orman hayvanına ne yazık ki dur diyebilecek bir güç, en azından şimdilik gözükmüyor. Çünkü ABD küresel işgalci güçtür; dünyanın birçok ülkesini askeri üsleri ve istihbarat örgütüyle pıtrak gibi sarmış ve sarmalamıştır. Üstelik bu işgallerini sadece kanlı istihbarat örgütü CIA kanalıyla da gerçekleştirmemiştir. Birçok terör örgütünün kurucusu, destekçisi ve finansörü bir ülke olan ABD, emperyal amaçlarını bu terör örgütleri kanalıyla da elde etmeye çalışmaktadır. ABD açısında bu terör örgütlerinin sağcı solcu hatta dini görünümlü olması fark etmiyor. Nitekim dünün solcu/sosyalist/ırkçı KCK/PKK/PYD’den tutun İtalya’daki Kızıl Tugaylara ve Almanya’daki Baader-Meinhof örgütüne kadar daha nice sayısız sol/sağ ya da dini görünümlü birçok örgütün arkasında CIA, Mossad, IM6 gibi batılı istihbarat örgütleri bulunmaktadır. İstenmeyen ülke yönetimleri, bu istihbarat ve terör örgütleri kanalıyla gerçekleştirilen darbeler, iç savaşlar ve iç kargaşalıklar sonucunda kolaylıkla değiştirebilmektedirler.
Ne yazık ki, içinde yaşadığımız bölgede var olan bütün ülkeler, bir şekilde küresel emperyal ülkelerin verdikleri dış destekle yönetimlerini ayakta tutabilmektedirler. Nitekim kimi ülke yönetimi Rusya (eskiden SSCB) kimisi de ABD desteğiyle yönetimlerini sürdürebilmektedir. ABD Başkanı Trump, 2018’de “Suudi Arabistan’ı biz koruyoruz. (Kral’a), Sizi biz koruyoruz, eğer biz olmazsak orada (iktidarda) iki hafta oturamazsınız, bizim ordumuz için ödeme yapmalısınız” açıklaması, bunu teyid etmektedir. Bu da gösteriyor ki, emir eri konumunda olan bu ülke yöneticileri, sadece mideleriyle değil her yönüyle bu emperyal güçlere bağımlıdırlar. Trump’ın, Suud yönetimine söylediği gerçek, tek tek diğer ülke yönetimleri için de geçerlidir.
Baas Rejimine Karşı İlk Ayaklanma Tarihi: 1964
Suriye’deki Baas rejimi, 1990’lı yıllara kadar SSCB daha sonrasında ise Rusya Federasyonu ile İran ve İran’ın güdümündeki Haşdi Şabi, Hizbullah gibi milis güçler tarafından desteklenmiştir. Baas rejiminin, kendisini destekleyen bunca güce rağmen direniş göstermeden 8 Aralık’ta yıkılmış olması, muhaliflerin küresel güçler tarafından desteklendiği şeklinde iddiaları gündeme getirmiştir. Elbette bu, doğru değildir. Çünkü Suriye’deki İslami mücadele, ne 27 Kasım’da ne de Mart 2011’de başlamıştır. Suriye’de Baas rejiminin kanlı tarihine bakıldığı zaman rejime karşı başlatılan mücadelenin tarihi, 1964’lere dayanmaktadır. Baas yönetimine ilk karşı çıkış, Hama’da gerçekleşmiş; bu nedenle de bu olay, 1. Hama olayı olarak adlandırılmıştır. Baas rejimi, halkın bu karşı çıkışına çok sert davranmış ve eylemciler, Sultan Camiine sığınmak zorunda kalmışlardır. Rejim, Müslümanların sığındığı bu camiyi acımadan bombalamış ve onlarca Müslümanın katledilmesine neden olmuştur. Üstelik bu katliam, Baas rejiminin başında Sünni olarak bilinen Emin el-Hafız döneminde gerçekleşmiştir. Ancak bu katliam, Suriye’de İhvanü’l-Müslimin öncülüğünde başlayan İslami mücadeleyi durdur(a)mamıştır. Rejime karşı verilen bu mücadelede, Beşşar Esad’ın kaçıp ülkeyi terk edinceye kadar yüz binlerce Müslüman şehid edilmiş ve bir o kadarı da – Sednaya’da, Tadmur/Palmira gibi- cezaevlerinde preslerden geçirilmiş ya da geri kalan ömürlerini bu zindanlarda geçirmek zorunda bırakılmıştır.
İşte 27 Kasım-8 Aralık arasında Baas rejimini tarihin çöplüğüne gömenler, on yıllardır cezaevlerinde işkencelerden geçirilen ya da toplu katliamlara uğrayan Suriyeli Müslümanların çocukları ya da torunlarıdır. Ayrıca Baas rejiminin tarihin karanlıklarına gömülmesinde; Mustafa Sibai’nin, İsam el Attar’ın, Mervan Hadid’in, Said Havva’nın, Abdülfettah Ebu Gudde’nin, Ali Sadreddin Beyanuni ve daha sayılmayacak kadar çok sayıda İhvan mensubunun küçümsenmeyecek katkıları olmuştur. Bu mücadeleyi diri tutan asıl önemli şey; katledilmiş, preslerden geçirilmiş ve on yıllardır Sednaya’da, Palmira’da ve diğer zindanlarda insanlık dışı işkencelere tabi tutulmuş insanların kanları ve gözyaşlarıdır.
Baas Rejimi, Siyonist İsrail’e Emniyet Sibobu Olmuştur
Baas Örgütü, Suriye’de yönetimi bir darbeyle ele geçirdiği günden bu yana ne halkı ne de Suriye’yi temsil etmiştir. Çünkü bu rejim, Ortadoğu’da var olan diğer rejimlerle aynı kaderi paylaşmıştır. Yani darbelerini de, darbeden sonra varlıklarını da küresel güçlerin destek ve yardımına borçludurlar. Dolayısıyla Esad rejimi, direniş güçlerini destekliyor ya da Siyonist İsrail’e karşıdır, türündeki iddialar, gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü Baas Partisi zaten 1940’lı yıllarda ‘birlik, özgürlük ve sosyalizm’ sloganıyla ve sekülerizm, Arap milliyetçiliği, panarabizm ve Arap sosyalizmi ilkelerini gerçekleştirmek amacıyla kurulmuş laik ve seküler bir partidir; İslam’a da, Müslümanlığa da karşıdır. Dolayısıyla inançları gereği Siyonist İsrail’e ve destekçisi küresel güçlere karşı olan muhaliflerin Baas Partisi’ni desteklemeleri asla mümkün değildir. Bu durum, Baas rejiminin Suriye’deki tarihi incelendiğinde açıkça görülecektir. Nitekim Suriye’de Hafız Esad’ın, 1970’lerde Kara Eylül, 1976’da Tel Za’tar olayı ve 1982’de Sabra-Şatilla katliamı, Lübnan’da Emel Hareketinin kurucusu Musa Sadr’ın 1978’de Kaddafi tarafından öldürülmesindeki katkısı, İslam’a olan düşmanlığından kaynaklanmaktadır. Sadece İmad Mugniye’nin katledilişi bile İran yanlılarının Baas iktidarının direniş örgütlerinden yana olduğu iddiasını boşa çıkarmaktadır. Hacı Rıdvan adıyla da anılan İmad Mugniye, Hizbullah’ın beyni ve efsanevi stratejisti olarak bilinen ve tanınan önemli komutanlarından biriydi. İmad Muğniye’nin başına ABD tarafından 25 milyon dolar ödül konmuştu. Bu, ödül mü yoksa daha başka stratejik menfaatler mi etkili oldu bilinmez ama neticede İmad Mugniye, Şam’ın göbeğinde 12 Şubat 2008 yılında Mossad/CIA işbirliğiyle katledilmiştir. Bu olayda, Suriye Baas rejiminin ve istihbarat örgütü Muhaberat’ın haberinin olmaması mümkün değildir. Baas rejimi, bu olayla eskilerin deyimiyle hem nalına mıhına vurmuştur.
Kelim Sıddıki’nin deyimiyle Baas rejimi, Siyonist İsrail’in emniyet sibobuydu. Ama ne yazık ki hala kimileri, Baas rejimi, direniş cephesini destekliyor, şeklindeki iddialarını devam ettirmektedirler! Oysa İran’ın C. Başkanı Reisi’nin helikopter kazası, Tahran’ın en korunaklı yerinde şehid edilen İsmail Heniyye’nin ve Lübnan’da öldürülen onlarca Hizbullah komutanının istihbari bilgileri, –kim ne derse desin- Beşşar Esad yönetimi tarafından verilmiştir. Beşşar Esad, yönetime geldiğinden beri ikili (çok yönlü) oynamaktaydı. İran’dan edindiği en gizli bilgileri Siyonist İsrail ile paylaştığı, basın tarafından hatta Siyonist katiller tarafından da defalarca açıklanmıştır. Çünkü zaten işgalci İsrail’in, bu kadar önemli ve gizli bilgileri sadece kendi istihbarat örgütü kanalıyla elde etmesi ve gerçekleştirmesi mümkün değildir. Şam’daki bu olayın, ülke içinden destek olmadan gerçekleştirilmesi mümkün değildir.
Dolayısıyla Esad rejimi, direniş örgütlerini de Hamas’ı da koruyor ve kolluyor iddiaları, tamamen yalan ve gerçek dışıdır. Çünkü eğer bu iddialar doğru olsaydı, Sednaya Askeri Hapishanesinde katledilenler ve serbest bırakılanlar arasında İzzeddin el-Kassam Tugaylarının mücahidleri de bulunmazdı.
Golan Tepelerinin Önemi
Golan Tepeleri, işgalci İsrail ile Suriye sınırında bulunan jeopolitik ve jeostratejik açıdan oldukça önemli ve stratejik bir bölgedir. Suriye’nin Kuneytra ili sınırları içinde yer alan bu tepeler, Şam’a 60 km mesafede bulunmaktadır. Kuzeyinde Hermon Dağı, güneyinde Yermük Nehri, doğusunda Rukkad Vadisi ve batısında Ürdün Nehri ve Celile (Kinneret-Taberiye) Gölü bulunmaktadır. Suriye, Lübnan ve Ürdün’ün yüksekliklerinden kaynaklanan büyük akarsu yataklarına sahip olan bölge, bu özellikleri sebebiyle son derece önemlidir.
Golan Tepeleri, İsrail’e, sadece Suriye’ye karşı değil aynı zamanda Irak ve Türkiye’ye karşı izlenecek politikalarda stratejik üstünlük sağlamaktadır. Golan Tepeleri’nde kurulan askeri gözetleme ve radar üslerinin sahip olduğu teknolojik imkânlar, binlerce kilometrelik derinliği kontrol edebilmektedir. Bu durum, İsrail’in bir anlamda Türkiye ile komşu olması anlamına da gelmektedir.
Siyonist Netanyahu, Bakanlar Kurulunun 17 Nisan 2016’da Golan Tepeleri’nde gerçekleştirilen toplantı sonrasında “İsrail, Golan Tepelerini sonsuza dek elinde tutacak” açıklamasını yapmıştır. Çünkü Golan Tepeleri, Siyonist İsrail açısından hem askeri hem ekonomik olarak stratejik önemi olan bir yerdir. Golan Tepeleri’nin yüksekliği işgalci İsrail’e, komşu ülkelerin özellikle de Suriye ordusunun hareketlerini izlemek için mükemmel bir bakış açısı sağlamaktadır. Bölge güvenlik açısından göz ardı edilemeyecek kadar jeostratejik bir konumda ve zengin su yataklarına sahiptir. Su sıkıntısı çekilen bir coğrafyada Golan Tepeleri, önemli bir su kaynağıdır. Golan’da toplanan yağmur suları, Ürdün nehrini besliyor ve İsrail’in toplam su ihtiyacının üçte birini Şeria Nehri ve Golan Tepeleri’ndeki su kaynakları karşılamaktadır. Verimli tarım arazilerine sahip Golan Tepeleri’nin volkanik toprakları ise üzüm bağları, meyve bahçeleri ve büyükbaş hayvancılık için kullanılmaktadır. Golan Tepeleri ayrıca İsrail’in tek kayak tatil merkezine de ev sahipliği yapmaktadır.
Ayrıca Golan Tepeleri’ne bu iki (Suriye ve Siyonist İsrail) ülke dışında Lübnan ve Ürdün’ün de sınırları bulunmaktadır. Bu tepelere hâkim olmak İsrail’e, yaklaşık 50 kilometre uzaklıkta bulunan Suriye’nin başkenti Şam başta olmak üzere Ürdün’ün başkenti Amman, Lübnan’nın başkenti Beyrut ve Filistin toprakları üzerinde doğal bir kale gibi stratejik hâkimiyete imkân vermektedir. Golan Tepeleri’nin en yüksek noktası olan Şeyh (Hermon) Dağı’ndan Suriye’nin güneyi ve başkent Şam, çok rahat gözlemlenebilmektedir. Golan Tepeleri’ni kontrol eden ülkenin Taberiye Gölü’nü de kontrol etmesi, stratejik açıdan ayrıca önemlidir.
1974 Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması
6 Ekim 1973’teki Yom Kippur savaşından sonra Suriye ve İsrail arasında “Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması” imzalanmıştır. Bu anlaşma, savaş bittikten sonra Suriye ile işgalci İsrail arasında 31 Mayıs 1974’te İsviçre’nin Cenevre kentinde Birleşmiş Milletler, Sovyetler Birliği ve ABD temsilcilerinin huzurunda imzalanmıştır. Anlaşma kapsamında İsrail (mavi) ve Suriye (kırmızı) olmak üzere iki ayrım çizgisi konularak aralarında bir tampon bölge oluşturulmuştur. Tampon bölgede, bölgenin Suriye egemenliği altında olması şartıyla, anlaşmanın uygulanmasının izlenmesinden Suriye Golan Tepeleri’nde görev yapan BM Ateşkes Gözlem Gücü (UNDOF) sorumlu kılınmıştır.
Bu anlaşma ile İsrail, Golan bölgesini elinde tutarken, iki taraf arasında Hermon Dağı’nın doğu eteklerini ve Kuneytra bölgesinin bazı kırsal bölgelerini de içine alan 75 kilometre uzunluğunda ve yerine göre 200 metreden 10 kilometreye kadar derinliği olan bir tampon bölge oluşturulmuştur. Bu bölgedeki ateşkesin korunması ise BM tarafından oluşturulan çok uluslu bir barış gücüne emanet edilmiştir (United Nations Disengagement Observer Force, UNDOF). Bu tampon bölge içerisinde bir miktar Suriye köyü kalmış olsa da Suriye askerleri bu tampon bölgenin gerisine çekilmiştir. İsrail ise bölgede yaşayan Dürzilerin yanı sıra buraya Yahudi yerleşimcileri transfer ederek, bölgede kendine müzahir bir nüfus oluşturmayı hedeflemiştir.
İşgalci İsrail, her anlaşma ya da saldırıdan sonra uluslararası kuralları hiçe sayarak işgal alanını sürekli ve adım adım genişletmiştir. BMGK kararlarına rağmen Siyonist İsrail, 1967’de işgal ettiği Golan Tepeleri’ni 14 Aralık 1981’de ilhak etmiş, 21 Mart 2019’da da ABD Başkanı Trump, sanki babasının çiftliğinden bağışlıyormuş gibi buranın İsrail’e ait olduğunu söylemiştir. Katil İsrail, zaman zaman –daha doğrusu istediği zaman- Suriye’de İran milislerine ya da Hizbullah’a ait olduğunu iddia ettiği yerleri bombalasa da 8 Aralık’a kadar topyekûn bir saldırı gerçekleştirmemişti. 8 Aralık 2024’te, Suriye’de Baas rejimi çökünce, işbirlikçi hain Beşşar Esad’ın verdiği koordinatlar çerçevesinde işgalci İsrail, Suriye’de (8-14 Aralık tarihleri arasında) 500 civarında hava saldırısı gerçekleştirmiştir. Bu yerler arasında Lazkiye limanında bulunan Suriye donanmasına ait gemiler, Suriye ordusuna ait silah depoları, cephanelikler, havaalanı ve korunaklar hedef alınmış ve bu kapsamda Suriye ordusunun envanterinde bulunan; hava savunma sistemi bataryaları, savaş uçağı, helikopter ve diğer hava araçlarıyla, tank ve zırhlı personel taşıyıcı gibi araçlar imha edilmiştir.
İsrail’in Suriye İşgali
İşgalci İsrail, hava saldırıları ile Suriye’nin askeri alt yapısını, hava alanlarını, donanmaya ait gemilerini kullanılamaz hale getirmiştir. İşgalci İsrail, gerçekleştirdiği hava saldırıları ile yetinmemiş, kara saldırılarıyla Suriye’nin güneyinde bulunan birçok yerleşim yerini işgal etmeye ve Golan Tepeleri’ndeki işgal alanlarını da daha genişletmeye başlamıştır. İşgal ettiği yeni yerlerle ilgili işgalin geçici olduğunu söylemişse de sonradan kalıcı olduklarını ve askeri üsler inşa ederek burada halkı da zorla tehcir etmeye başlamışlardır.
Siyonist İsrail, 8-30 Aralık 2024 tarihleri arasında Suriye’nin güneyinde birçok yerleşim alanını işgal etmiştir. Bu yerler arasında;
* Kuneytre ilini ve Şam kırsalında bazı bölgeleri,
* Suriye-Ürdün sınırındaki Dera kırsalında dokuz kilometre ilerleyerek bölgedeki Kuya köyü ve tarihi El-Wehdah barajı bölgesi,
* Kuneytra bölgesi ile Dera arasındaki sınırda yer alan Sayda köyü yakınlarındaki askeri bir bölge bulunmaktadır.
Ayrıca Kuneytra’da devlet binalarına el koyarak Suriyeli memurları zorla dışarı çıkarmış, diğer bir ifade ile sivil yönetime de el koymuş ve bölgedeki Sünni Arapların Kuneytra ve çevresini terk ederek Şam’a tehcire zorlamıştır.
İşgalci Netanyahu, 23 Şubat 2025 Pazar günü yaptığı açıklamada: “HTŞ ya da yeni Suriye ordusu güçlerinin Şam’ın güneyindeki bölgeye girmesine izin vermeyeceğiz. Güney Suriye’nin, Kuneytra, Dera ve Suveyda vilayetlerinin tamamen askerden arındırılmasını talep ediyoruz” şeklinde konuşmuştur. Siyonist katiller, her zaman olduğu bu sefer de fırsatı kaçırmamışlardır. Biliyorlar ki Suriye’de Baas rejimi yıkılmış yerine yeni bir rejim kurulmaktadır. Bu yeni rejimin ordusu da henüz toparlanmamış, askeri alt yapı tamamen yok edilmiştir. Ayrıca Baas rejimi döneminde ülke parçalanmış, bir taraftan ABD güdümünde PKK/PYD, bir taraftan da kışkırtılan Dürziler ve Nusayriler imkânları ve güçleri oranında yeni rejimi henüz sindirmiş değillerdir. En ufak bir güç zaafında bu güçlerin ayaklanma ve bulundukları yerlerde özerkliklerini ilan etmeleri kolaylaşmış olacaktır.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen Suriye’deki yeni rejim, gerek İsrail’in saldırı ve işgallerini ve gerekse PKK/PYD ve Dürzileri engelleyici bir güç gösterisinde bulunmazsa Suriye’nin parçalanması, an meselesidir. Çünkü hiçbir açıklamanın hatta hiçbir uluslararası kuralın bu ülkeler açısından önemi yoktur. Eli kanlı bu katilleri; sözlü uyarılar, açıklamalar durdurabilir mi? Zaten şimdiye kadar yeterince gerek bölgenin bazı ülkeleri ve gerekse uluslararası kurumlar tarafından yapılan hangi açıklama bunları durdurmuş ki, yeni açıklamalar durdursun! Dolayısıyla Suriye’nin yeni rejimi tarafından yapılan açıklamaların, Siyonist İsrail nezdinde hiçbir anlamanın olmadığı bilinmelidir. Siyonist katiller; sözden, uyarıdan, insanlıktan anlamazlar!
Eğer bu işgaller durdurulmazsa Suriye’nin 3-4 parçaya bölünme ihtimali vardır. Bu nedenle yeni rejim, işgalcilere karşı güçle karşı koymayı bir an önce gündemine almalı ve cihad ilan etmelidir. Sonuç ne olur bilinmez ama zaten şimdi de sonucun ne olacağı bilinmiyor. Bu cihad ilanının savaş alanı, sadece Suriye olmamalı, aynı zamanda Siyonistlerin ve diğer işgalcilerin yaşadığı bütün topraklar, savaş alanına dönüştürülmelidir. Nerede imkân bulunursa orada Siyonistlere ve arkasındaki güçlere gerekli dersler verilmelidir. Bu başarılabilir mi, çok zor hatta imkânsız gibi görünüyor. Ama bunun bir yolu mutlaka bulunmalıdır. Aksi halde Siyonist İsrail, yavaş yavaş, adım adım işgal alanını genişletecektir.
Ali KAÇAR

Exit mobile version