Toptan ve sımsıkı sarılabilseydik şayet Allah’ın ipine, hiçbir baltaya sap olamayan bir kuşak yetiştirmezdik elbette. Nasıl bir birey olduğumuzun, hayata nasıl baktığımızın, nasıl yaşadığımızın bir göstergesidir aslında çocuklarımız. Evet, âlimden zalim de doğar ama nadiren… Çocuklar ekseriyetle ebeveynlerinin, kendilerine sundukları yaşam tarzını, dünya görüşünü sürdürme eğilimindedir. İstisnalar olur, olacaktır da ama genel kaideyi bozmayacaktır bu durum. Bugün çocuklarımızın genel durumundan şikâyetçi isek şayet durup da kendimize bir bakmalıyız önce. Bizler ne yaptık da bu çocuklar, memnun olmadığımız davranışlar sergiliyor, tutumlar takınıyor. Yahut neyi yapmadık da bu durumla karşı karşıya kaldık. Öyle ya, bu çocuklar, gençler bu hâlleriyle gelmediler bu dünyaya. Birilerinin etkisi altında kaldılar da öğrendiler. Ebeveynler bu durumun sorumlusu olarak hep kendi dışındaki etkenleri suçlama yoluna gidiyor. Zira en kolay yol bu. Kendi hatalarını görmek ya da kendinde hata olduğunu kabul etmek, kolay değil. Kimsenin kendi yoğurduğunu kötülemediği, cümlenin malumudur. Hep başkalarıdır suçlu olan. Mesela okul, ne öğreniyorlarsa okuldan öğreniyorlar onlara göre. Çocuklar okulda, anne babalarıyla geçirdiklerinden daha fazla vakit geçiriyorlar. Dolayısıyla çocuklarındaki pek çok olumsuzluğun müsebbibi okul ya da arkadaş çevresi, o da olmadı internet… Zaten telefonlar hiç düşmüyor ellerinden. İnternet ise kontrolsüz bir güç, bir canavar. Gençler o mecrada zaman geçirdikçe tamamen kontrolden çıkıyorlar.
Yani ebeveynlerin, sorumluluklarını kabul etme, varsa suçlarını üstlenme iştahları pek yok. İşin kolayına kaçmaktır bu, en masum ifadeyle. Hâlbuki ailenin yeni bir ferdi olarak haneleri şenlendiren çocuk, ailenin bereketi, neşesi olduğu kadar sorumluluk nişanesidir de. Yoksa sadece sevmek, eğlenmek için çocuk sahibi olunmaz. Evvela sağlığıyla, rahatlığıyla ilgilenir anne baba. Bunları temin etme zorunluluğu vardır. Akabinde eğitimine mesai harcanır, çocukta henüz şuurun oturmadığı evrede. Nihayetinde Allah’a kul olması için gayret başlar ki ailenin en güzel meyvesi olgunlaşsın, kemale ersin. Bu meyvenin bakımı, muhafazası yapılmazsa vakitlice; don vurur, kırağı çalar, çürür gider meyve yahut tadı bozulur, şekli kayar. Çocuk da öyle… Anne baba sahip çıkmazsa evladına; deist de olur, ateist de… Piercing de yapar, küpe de takar. Zinayı meşru görür, adına flört der. Cinsi sapkınlığa tercih, der; çıkar işin içinden. Oje de sürer, manikür de yapar erkekler, cinsiyet eşitliği kılıfı altında. Oğlan çocukları, Barbie bebek ister, kızlar kavgalarda külhanbeyi kesilir, saç baş kavgaya tutuşurlar. Sahip çıkılmayan çocuğa saldırmak, onu yutmak için bekleyen nice aç kurt durur kapıda. İşin belası, bu kurtlar asıl amaçlarını da açıkça belli etmezler. Dünyevi süslerle, eğlencelerle örterler gayelerini. Gençler, bu aldatıcı süslere çok çabuk aldırırlar, nefsin etkisi altına girerler hemen. Bu etkiler görülmeye başlandı mı onları oradan çekip almak da hiç kolay olmuyor. Kapılıp gidiyorlar dünya hayatına, sel sularına kapılmış çer çöp misali. Akıntıya kapılan gençliğin; kendine müdahale eden, sınırlar koyan bir otoriteye de tahammülü yoktur. Sırf bu yüzden devleti, aileyi önemsemezler hatta onlara karşı asi bir duruş sergilerler. Sorgulama adı altında her türlü kontrol mekanizmasına karşı bir duruş sergilerler, onu benimsemezler. Oto kontrolün, denetimin daha ulvi ve köklü olduğu din olgusunu da hiç sevmezler. Tanrının varlığı, onlar için sadece varoluşsal bir durumdur; evreni, doğayı, hayvanı, insanı vb. yaratıp gerisine karışmamıştır onlara göre tanrı, daha doğrusu karışmaması gerektiğine inanırlar.
Her istediklerine hemen ulaşmaya, hiçbir sorumluluk üstlenmemeye alışan Z kuşağı için de otorite ağır bir yüktür, sorumluluk gerektirir. Hâlbuki onlar otoriteden de sorumluluktan da hoşlanmazlar. Baş edemedikleri bu olguları reddetmek, onları yok saymak daha kolay geliyor gençlere. Gençler arasında bu kadar popülerleşmesi, kabul görmesi hep bu sebeplerden dolayıdır. Özgür bireyler olarak özgür(!) bir yaşam sürmek istiyorlar ve buna o kadar inanmışlardır ki her ortamda bu yeni dünya görüşünün ateşli birer savunucusu olurlar.
Çocuk merkezli aile anlayışıyla kurulan ailelerde, bireylerin neredeyse hepsi kayıptır. Her istediğini alan çocuk, hayatın her anında bunu yapabileceğine, dahası bunun kendi hakkı olduğuna inanır. Bu mantıkla büyüyen çocuk, kendisine her istediğini vermeyen, önüne yasaklar koyan bir tanrıyı kabullenememektedir. İşte bu genç, bencilliği yüzünden ne topluma ne ailesine ne de kendisine bir fayda sağlar. Koca bir kayıptır aslında bu gençlik.
Kendilerini çocuklarının her istediğini yapmaya adayan ebeveynler ise bir koşturmacanın içinde kaybolup giderler. İşte o zaman, mutsuz bireylerin, ailelerin sayısında muazzam artışlar gözlenir. İstediği her şeye kolayca ve çabucak ulaşabilen bireyin, her şeyi çabuk tükettiğini, elindeki ile mutlu olmayı bilemediğini, tatmin olamadığını, hep daha fazlasını istediğini görürüz. Yine de huzurlu değildir bu birey. Kavgacı, sorunlu, hastalıklı bir kişi olup çıkar. Toplumda sorun çıkarmaktan başka bildiği bir şey olmayan bu kuşak; canına kıymakta, kurduğu aileyi yıkmakta, ailesinden ayrılmakta, arkadaşlarıyla bile anlaşamamakta. Aslında deizm de ateizm de nihilizm de bir kurtuluş, çare olamamakta. Gittikçe huysuzlaşan, saldırganlığı sorun çözme yöntemi olarak benimseyen bir kuşak tarafından kuşatılıyor toplum. İşte nereye gidiyor, dediğimiz bir nesil tarafından oluşturulan yeni toplum; düzensiz, güvensiz ve huzursuz bir toplum… Her an her kötülüğün yaşanabilme ihtimalini bünyesinde barındıran bir toplum. Allah korkusu bilmeyen, bencil ve tüketici bir toplum…
Taşkın Önel
Eylül 2023
Akhisar