Vahiy kaynaklı kavramlar sıradan sözler gibi konuşulmamalı/yıpratılmamalı. İşten, aştan, eşten bahsedilir gibi her ortamın “lafı” olmamalı. Özellikle/özellikli nazil olmuş ayetler ve kavramlar, Müslüman insanların özeli olmalı. Özel bir muhabbetin konusu olmalı ayetler. Müminin ibadeti özel kılması, niyetindedir. Allah için ilme, tebliğe vb. gittiği yerlerde kalbi ile konuşmalı. Sözün tesiri orada. Hasan Basri (r.a.): “Müminin dili kalbinin arkasındadır, münafığın dili kalbinin önündedir” buyurmuş. Şu dünyada yapıp ettiklerimizin en hayırlısı hakkı konuşmak değil midir? Rabbimiz, dünyanın imtihan olduğunu bize hatırlatır. İmtihan dünyasının en önemli organı, kalp ve dildir, iman etmek için de öncesinde kulak ve akıl. Kitabımız Kur’an azim-u şan, her daim imtihanı anlatır. Hayat, kısa ve hızlı akan bir süre ile sınırlı. İçinde olduğumuz yaşam öyle çok değişkenlik göstermektedir ki, bir sürü bedel ödeyerek elde ettiğimiz dünyalıklar bir anda kaybedilebilmektedir. Sahibi olduğumuzu iddia ettiğimiz mülkler, makamlar, konumlar, şehirler defalarca el değiştirmekte. İnsanların çoğu vefat edince pişmanlığı yaşamakta, o zaman zaten geride bıraktıklarının hiçbir anlamı kalmamakta. Yeni sahipleri sahiplemekte ve öncekilerin ismi cismi kaybolmakta. Hatırlamak ve hatırlatmak lazım. İşin acı tarafı, bizi dünyaya bağlayan, dilimizi korkak, elimizi cimri kılan, bizi birbirimizden uzaklaştıran maalesef bunları bilip sindirememektir. Âlim de olsa talebe de olsa imtihanın şuurunu sindirdiğinde, kalbine dert ve hedef edindiğinde hidayet yolunu bulmuştur.
Korkular ile yaşamak her hal-u kârda insanın kalbine tesir eder. Korku vardır, havf u Allah olur, ihlâsa yani Rabbine döner; korku vardır, dünyaya hasredilir, kör olur, dünyaya boyun eğer. Kendi ile yüzleşmekten korkan, dünyasını savunan körlük ile meşguldür. İmtihanın zorluğu işte buradadır. İnsanın aklı öyle bir hal ile yaratılmıştı ki bu insan, Müslüman da olsa yanlışa da doğruya da kendini ikna edebilme gücüne sahiptir. İslam tarihinde 73 fırka bile bile hatada ısrar mı etti de var oldu yoksa kendini fikirlere/fikirlerine ikna edip mi var oldu? Var olduğunu dava etti, uğruna can aldı can verdi. Hepsi de İslam üzere cennete gitmek içen cehdetti. Ama bir fırka necat buldu Allahu e’lem. Bugünün fırkaları ile necat bulmak daha zor. İşler, ilimden filime tebdil eyledi. Her insan yaşadığı zamanın mesulüdür, onun bilgisini vahyin ölçeğine uygulamak zorundadır. İmtihanı geçmiş dönemin imkânlarına benzetmek, tutarsızlık meydana getireceği gibi, takvası da içsel, dışsal çatışmalara sebeb olabilecektir. Mesela bu zamanın en büyük fitnesi veya toplumları etkileyen unsuru, medyadır. Onun hilelerini çözebilmek, faydasının sınırlarını anlayabilmek gerekecektir. Geçmiş dönemdeki peygamberin zamanındaki mucizelere sebep olan olaylar, o dönemin revaç bulmuş, yönetici ve tebaanın hayatına tesir eden bazı işlerdir. Her ne kadar zamanın icabı öne çıksa da elimizde, kıyamete kadar tek hidayete davet edecek olan mucize Kur’an’dır. O mucize ile, fitneye dönüşen her şey ile mücadele etmek lazımdır. Dün firavunî sistemin yaşam tarzı, inanışları, yine nemrudi, şeddadi itikatlar vardı. Bugün özelde kemali, lenini, maoyi ve dünyada bu asırdaki ilahlık projesi küresel güçlerdir. Bu asrın en büyük putu, kürselciliktir. İmtihanı kaybettiren, yollara diken atan, hakikate karşı ıslık çalıp gürültü çıkaranlardır. Onları bilmek, onların kurmak istedikleri yeni dünya düzenini reddetmek, lailahe’nin yerine getirilmesidir. Bu fitneyi besleyecek yüzlerce birim kurulmuştur. Teknolojik icatlar, medya, siyaset, akademiler, tarım ve sağlık projeleri, askeri imkânlar, sözde illegal terör örgütleri, en büyüklerinden biri dini ifsat birimleri. Bunlar ile mücadele ciddi birikim, birliktelik, cesaret ve feraset ile mümkündür. Bu feraset, halis ibadet ve kardeşlik hukuku ile elde edilebilir. Bu dönemin ümmeti, ahir zaman fitneleri ile imtihan olmaktadır. Deccal, her yerde hâkimiyet kurmuş, öldürüp diyeceği müsaadeye doğru ilerlemekte. Mehdiyet, büyük bir korkunun batıla itaatin içinden çıkmaya başlamıştır. Onun ferdi olabilmek için imtihanın sırrını unutmamak, ilme, kardeşliğe ve insanları küresel deccalizme karşı uyarma davetini yapmak zorunlu hale gelmiştir.
İnsanlık, böyle dünya metaları ile oyalanırken, iman ile gelen İslami akide ve onun şuur membaı her şeyi aslına rüc’u ettirerek, gerçek değerini öğretir/gösterir. Yüzlerce ayet ile aldanış diyarı dünyayı hatırlatır: “Bilin ki dünya hayatı, bir oyun, bir eğlence, bir gösteriş, aranızda bir övünme, mal ve evlât da bir çokluk yarışından ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibi ki bitirdikleri çiftçileri imrendirir, sonra kurumaya yüz tutar, bir de bakarsın ki sararmıştır, ardından da çerçöp haline gelmiştir. Âhirette ise ya çetin bir azap yahut Allah’ın bağışlaması ve hoşnutluğu vardır. Dünya hayatı, sadece aldatıcı bir yararlanmadan başka bir şey değildir” (Hadid, 20).
“Hanginizin amelinin daha güzel olduğu konusunda sizi denemek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O yücedir, bağışlayandır” (Mülk, 2).
“İnsanlar, denenip sınavdan geçirilmeden, ‘İman ettik’ demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar? And olsun ki biz, onlardan öncekileri de sınamıştık. Allah, elbette doğru olanları ortaya çıkaracaktır; kezâ O, yalancıları da mutlaka ortaya çıkaracaktır” (Ankebut, 2-3).
“Şüphesiz Allah, sizi bir nehirle imtihan edecektir. Sizin bu talebinizden dolayı, Allah sizi imtihana tâbi tutacak. Kim ondan içerse benden değildir” (Bakara, 248).
“Ey mü’minler! Yoksa siz, sizden önce gelip geçen mü’minler gibi sıkıntı çekmeden cennete girebileceğinizi mi sandınız? Onların başına öyle ezici sıkıntılar ve kımıldatmaz darlıklar geldi ki ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda peygamber ve onunla birlikte inananlar: Allah ne zaman yardım edecek, diye feryad etmişlerdi. Gözünüzü açın, Allah’ın yardımı daima yakındır” (Bakara, 214).
İmtihan dünyasının kahramanları… Aldatıcı dünyanın aldanmayan gözleri. Mümin mücahitler… Rablerinin rızasına uymak için şehvetlerini, korkularını, hırs ve arzularını dizginlemeyi becerenler… Rableri ile aralarına girecek hiçbir engeli kabul etmeyenler. En zor mücadele, fitnenin, zulmün her kılığa girdiği bir zamanda Allah’ın kelimelerini her yerde anlatabilmektir. Zalim sultana canı pahasına hakkı haykırmak gibi. Bizi imtihandan halas edecek en önemli vazife, halisane niyet edilmiş hakkı anlatma, emri bil maruf nehiy anil munker’dir.
Yazımı, alıntı ile bitirmek isterim. Alıntı alacağımız kişi hakkında; kimisi sapık demiş, kimisi ajan, kimi batınî, kimi hümanist propaganda aleti… Anladığım kadarı ile bunlar ihtilaflı durumlar. İki yüz yıldır, belki daha fazla zamandır bilgi ve onun imkânları oryantalist batının elinde. İftira onların işi, tahrif onların ve atalarının mahir olduğu konu. Yani alıntımız, meramımıza destek niteliğinde, Rabbim hayra vesile eylesin:
Müşteri gevşek ve soğuk olsa da dine davet et. Çünkü davet gereklidir.
Doğanı uçur, ruh güvercinini yakala, davet yolunda Nuh’un yolunu tut.
Allah için kulluk et, halkın kabul edip etmemesiyle ne işin olur?
“Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer etmesen (Rabbin sana verdiği) peygamberliği tebliğ etmemiş olursun” (Maide, 67) ve “Peygamberin üzerine düşen ancak tebliğdir” (Maide, 99) gibi ayetlere işâret eden Mevlânâ’ya göre, her ne kadar Allah’ı inkâr eden insanlar Kur’an’daki sırları ve ince manaları inkâr etseler de peygamberlerin varisleri olan âlimler halka dini tebliğ etmekle görevlendirilmiştir. Bu âlimler, o halkın kabul edip etmemesiyle ilgilenmezler. Sadece tebliğ vazifesini yerine getirirler. Mevlânâ, daha sonra; “And olsun, biz, Nuh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik. O da dokuz yüz elli yıl onların arasında kaldı” (Ankebut, 14) ayetine işâret edip Nuh’un (a.s) 950 sene boyunca kavminin insanlarına tebliğde bulunduğunu ama kavminin onu git gide daha fazla inkâr ettiğini belirtmiştir. Mevlânâ, Nuh’un (a.s) inkârcılar karşısında asla ümitsizliğe düşmediğini, susmak yerine daima onlara Allah’ı ve dini tebliğ ettiğini, Nuh’un (a.s) yaptığı tebliği kabul edenler olduğu gibi dünya zevklerine müptela, hak ve hakikati dinlemeyen kişilerin de olduğunu belirtmiştir. Ayrıca muhalif kişilerin inat ve ısrarlarının, hidayet yolunda giden kişilere tesir etmeyeceğini ve onları yollarından alıkoymayacağını vurgulamıştır. Allah’ın, herkesi bu imtihan dünyasında istidadına uygun bir hizmetle görevlendirdiğini belirten Mevlânâ, İsrâ sûresindeki; “De ki; Herkes kendi yapısına uygun işler görür…” (İsra, 84) ayetine işâret etmiştir. Ona göre müminlere iman, ibadet ve kâfirlere küfür, kolay ve hoş gelir. Mevlânâ, diğer bir beyitte şöyle der: “Mademki münkirler dalalet içinde olduklarından dolayı inat ve ısrarlarını bırakmıyorlar. Sen ise peygamberin varisisin ve Allah’ın esmasının tecelligahısın, nasıl hak yoldan döner ve tebliğ etmeyi bırakırsın?”
Söz arasında o buyurdu; Tay ve annesi su içiyordu.
Seyisler atlar gelip su içsinler diye ıslık çalıyordu.
Tay ıslık sesini duyunca, başını kaldırıyor, ürküp su içmiyordu.
Annesi taya sordu, niçin sürekli ürküp su içmiyorsun
Tay dedi; bu topluluk ıslık çalıyor seslerinin birleşmesinden korkuyorum.
Bu yüzden kalbim titriyor, ödüm kopuyor seslerin birleşmesi yüzünden korkuyorum.
Annesi dedi dünya var olalı yeryüzünde bu tür boş iş yapanlar olmuştur[1]
[1] Çetin Kaska, Mesnevi’de Tebliğ, Siirt Üni., İlahiyat Fak. Dergisi, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/649719