İbrahim Olmak: Kurban ve İnfak
Arşiv Genel Yazarlar

İbrahim Olmak: Kurban ve İnfak

İnsanlık tarihi boyunca insanlar, yaşamı anlamlandırmaya çalışmışlardır. Bu sebeple de insanlar, çevrelerinde olup biteni inanç üzerinden açıklamışlardır. Tanrı, insan ve dünya arasındaki ilişki yalnızca yaşamı anlamlandırmakla kalmayıp beraberinde bazı ritüelleri de doğurmuştur. Kendisine verdikleri için, tanrıya şükretmek veya ondan bir istekte bulunabilmek için çeşitli yollara başvurmuşlardır. Bunlardan biri de kurban ritüelidir. Dolayısıyla da tarım ürünlerinden hayvana kadar hatta insanın kendisinin tanrıya sunulması fikri, oldukça eskiye dayanır. Bunlar yaşamın bir bedeli, arınma, savaşa hazırlık, kozmik yenilenme ve ilahi lütufa erişme gibi maksatlarla sunulan adaklardır. Bu maksatlar, insanın evrene bir müdahalesi ya da tanrı ile bir tür pazarlık gibi görünür. Nitekim kişi, kudret sahibine sözde veya hakiki manada temellük ettiklerini, bir karşılık bekleyerek sunar. Böylece kudret sahibi, o kişi için yapar ve insan, dünyada güç sahibi olur, egemenliğini genişleterek temellük nesnelerini artırır. Oysaki kurbanın, samimiyet ve teslimiyetin bir göstergesi olarak kişinin tam manasıyla kendinden vermesi anlamına gelmesi gerekmez mi? Bu noktada infak kavramını incelemekte fayda vardır.
Sözlükte “tükenmek, tamamlanmak, son bulmak” manasındaki “nefk” kökünden türetilen infak “bitirmek, yok etmek, yoksul düşmek” gibi anlamlara gelirse de daha çok “para veya malı elden çıkarmak” manasında kullanılmaktadır. Dinî, ahlaki bir terim olarak genellikle “Allah’ın hoşnutluğunu elde etme amacıyla kişinin, kendi servetinden harcama yapması, muhtaçlara ayni ve nakdi yardımda bulunması” demektir. Diğer kurban fikirlerine nazaran İslam medeniyetinde maksadın, Allah’ın hoşnutluğunun elde edilmek olduğu görülür. Ancak bu hoşnutluk, yukarıda ifade edildiği gibi fırsatçı ve faydacı bir hoşnutluk değildir. Peygamber hayatlarının bir hakikat medeniyeti olduğu düşünüldüğünde “kurban” ve “infak” kavramlarını bizlere hatırlatan Hz. İbrahim’e bakmak, meseleyi zihinlerde apaçık ortaya koyacaktır.
Hz. İbrahim’in ateş imtihanı, onun kurbanla alakalı kıssasının diğer yüzüdür. Nitekim Kur’an’da bu imtihanı, Hz. İbrahim’in teslimiyeti ve Allah’ın yardımı çerçevesinde okumak mümkündür. Kavminin putlarını kıran İbrahim, ateşe atılarak cezalandırıldığında onun muvahhitliğine ve teslimiyetine karşılık Allah: “Ey ateş, İbrahim’e serin ve selamet ol!” buyurdu. Ateşin yakmadığı bu mucizevi olay, esasında aklın almadığı bir örnektir. Bu zamana kadar yakan ateşin amel etmeyişi, akla durgunluk verir ve elbette bu sebeple bir mucize olarak kabul edilir. Fakat insan, yaşamı anlamlandırırken bu zamana dek gözlemlediğini bir zorunluluk olarak benimser. Oysaki tümevarımdan ileri gelen zorunluluk, Avustralya’da rastlanan siyah bir kuğu örneğiyle yanlışlanmıştır.
Gazali, bilim camiasının hâlâ bir cevap bulamadığı bir sorunsal ortaya atmıştır. Gazali’nin ifadeleriyle “Tabiatta süregelen düzende alışkanlık sonucu olarak sebep ile sebepli arasında var olduğuna inanılan ilişki (iktiran), bize göre zorunlu değildir.” Yani “bir şeyin yanında var olmak” zorunlu olarak onunla olmayı gerektirmez. Bu demektir ki peş peşe gelen ve hep böyle olduğu için zorunluluk atfedilen olayların kaynağı, o olaylar arasındaki ilişki değil, zihnimizde kurduğumuz ilişkisel alışkanlıktır. Gazali buna, pamuk ve ateş örneğini verir. Pamuğun ateşte yanması, yanmanın ateşle birlikte olduğu fikrini verir. Fakat Gazali, bu durumda yanmanın tek sebebinin ateş olamayacağını belirtir. Dolayısıyla her bir sebep ve sebepli arasında da bir mucizenin varlığına kapı aralanacaktır.
Gazali’nin ateş ve pamuk izahında olduğu gibi, yakan ateş Hz. İbrahim’e serinlik oluvermiştir. Mucizelerin üstünü örten nedensellik perdesi, artık bu olayda söz konusu değildir. O perdeyi ateş yakmıştır. Hakikati gizleyen perdeler kalkmış ve Hz. İbrahim o hakikati haykıran yeni bir dili duyurmuştur. İbrahim’i değil, perdeleri yakan bir dil…
Gerçek inanış ve samimiyetin göstergesi, yakmayan ateş demiştik, kesmeyen bıçağa gelince Sezai Karakoç, Yitik Cennet adlı eserinde olayı şu şekilde değerlendirir: “Hz. İbrahim, İsmail, bıçak ve kurban. Bunlar bir tragedyanın kahramanları değildir. Bu öykü bir alın yazısı öyküsü değil; bir irade, gönül imtihanının hikâyesidir.” Diğer yandan yaşamın her döneminde, samimiyetin ve teslimiyetin sınandığı bıçak ve kurban modeliyle karşılaşılır. Hatta hakikat ehlinin dünya hayatında infak yaklaşımı da böyledir. Yalnızca onun hoşnutluğunu vurgulayan her türlü teslim ediştir.
Sonuç olarak nedenselliğe bakıp mucizeyi, dünyaya bakıp Allah’ı unutmamak gerekir. İnsanın temellük ettiği şeylerin, onun mülkü olmadığının şuurunda olunması gerekir. Nitekim infak ve teslimiyet arasındaki bağı doğru kavramak ve kendinden vermenin, kendini vermekle ilgili olduğunu görmek oldukça mühimdir. Bilhassa İbrahim olmak gerekir. Sezai Karakoç’un deyimiyle ateşin sende yakacak bir şey bulamaması gerekir. Bu yüzden insana öz yurdunu anımsatan İbrahim dilini konuşmalı ve hakikatin nurunu açığa çıkaran ateşle ruhlar eğitilmelidir.
Zeynep Koç

GRUBA KATIL