Arapça “hecr, hicrân” kökünden türemiş bir isim olan hicret kelimesi, sözlükte; “Bir şeyi terk etmek, onunla ilgiyi kesmek, o şeyden bedenen, lisânen veya kalben ayrılıp uzaklaşmak, bir yeri terk ederek başka bir yere göç etmek…” gibi anlamlara gelmektedir.
Dini bir kavram olarak hicret; genel anlamıyla, Müslümanların inançlarından dolayı kendilerine uygulanan baskılardan nedeniyle İslam’ın hâkim olmadığı ülkelerden Müslümanların yaşadığı beldelere göç etmeyi, özel manasıyla da, Hz. Peygamber (s.a.s)’in ve Müslümanların Mekke’den Medine’ye göçünü ifade eder ki, bu kimselere “muhacir” denilmektedir.
Hicret kavramının Türkçe karşılığı “göç etmektir.” Ancak hicretin, göçün manasından çok geniş bir anlamı vardır. Çünkü göç; herhangi bir nedenle bir mekândan başka mekâna yerleşmek maksadıyla gitmektir/ayrılmaktır. Oysa İslami açıdan hicret ise, “hiçbir zaman basit, sıradan bir göç” olayı değildir. Hicret, tevhidi mücadelenin engellendiği, İslam’ı yaşamanın yasaklandığı bir yerden, alnın rahatlıkla secdeye konabileceği, İslami yaşamanın engellenmediği bir yere sadece İslam’ı rahat yaşayabilmek için gitmektir. Dolayısıyla hicrette bıkmak, usanmak, vazgeçmek yok, geri dönüş için hazırlık yapmak yani güçlenip geri dönmek üzere Allah’ın dinini ikame etmek için geçici/ belirli bir süre içinde yaşadığı ülkeyi terk etmektir. Kısacası hicret “Allah için Allah’a kaçıştır.”
Hicret etmek yerine göre farzdır, yerine göre ise haramdır. Bir Müslüman için yaşadığı yer, namaz, oruç, ezan, Hacc gibi temel İslami amelleri yerine getirmeye imkân vermiyorsa, bu amelleri işlemesinden dolayı baskıya uğruyorsa oradan hicret etmek farz olur. Şayet bir Müslüman’ın ülkesini terk etmesi, İslami farzlardan birinin ihmalini gerektiriyor ve o farzı yerine getirecek bir başkası da bulunmuyorsa, o zaman hicret etmek haram olur.” Örneğin bugün Filistin halkı, Siyonist İsrail’in zulmü altında inlemekle beraber uzun yıllardan beri büyük bir direniş ve kahramanlık örneği de sergilemektedir. Şayet Filistin halkının bir kısmı zulümden kurtulmak için hicret ederse, hem direniş zayıflamış olacak, hem de Yahudiler gelip onların boşalttığı yerleri de işgal edip yerleşeceklerdir. Böyle bir durumda hicret etmek asla kabul edilemez. Filistin örneği başka coğrafyalarda, değişik şekillerde tezahür edebilir. O halde zamana, mekâna ve koşullara göre İslam’ın öngördüğü şekilde hicret yapılır. Hicret en küçük bir sıkıntı karşısında yerini yurdunu terk etmek değildir. Hicret, temel inanç meselelerinin üzerindeki baskılara, uygulanan bütün engellemelere karşı direnilmesine, mücadele edilmesine rağmen bireysel ameller bile pratiğe aktarılamıyorsa ve bu konuda yapılacak hiçbir şey de kalmamışsa, işte o zaman söz konusu olabilir.
Hicret, sadece mekânsal anlamda bir yerden başka bir yere göç etme anlamına gelen bir ibadet değildir. Hicret, öncelikle lisanen, kalben, küfürden, şirkten, tuğyandan ve her türlü günah ve münkerden ayrılmayı gerektiren bir ibadettir. Bu olmadan, yani kalben, lisanen bu sayılan küçük ve büyük günahlardan uzaklaşmadan, onlardan ayrılmadan, yerinizi, yurdunuzu terk etseniz de gerçek hicret gerçekleşmiş olmaz. Çünkü Rabbimiz, henüz baskıların, işkencelerin başlamadığı ve bir elin parmakları kadar dahi ayetlerin henüz nazil olmadığı Mekke’nin o ilk dönemlerinde inen ayetlerden Müslümanların kalben ve lisanen müşriklerden ve onların yaşam tarzlarından, Dar’un-Nedve’lerinden ayrılmayı emretmektedir. Nitekim Mekke döneminin ilk yıllarında nazil olan Müzemmil süresinin onuncu ayeti, Hicret’in lisanen ve kalben ayrılmayı belirtmektedir. Ayette şöyle buyrulmaktadır:
“Onların demelerine karşı sen sabret ve onlardan güzel bir ayrılma tarzıyla kopup-ayrıl.” (Müzemmil, 73/10)
Ayeti kerimede “Vehcurhum hicren cemila” olarak belirtilen hicret, mekânsal bir yer değiştirme yani göç anlamına gelmemektedir. Çünkü Müslümanların mekânsal anlamda yer değiştirmelerini zorunlu kılacak baskı ve işkenceler henüz söz konusu değildir. Kur’an’ın yeni nazil olmaya başladığı Mekke’nin ilk dönemlerinde bu ayette gündeme getirilen hicretin anlamı; onların hayat anlayışlarından, fikri yapılarından, ahlak anlayışlarından, ticari ve siyasi anlayışlarından, kılık kıyafetlerinden, eğitim ve öğretim anlayışlarından, dünya malı algılarından kısacası beşeri ideolojinin ortaya koyduğu, küfür, şirk sisteminin tortularından ayrılmadır. Yani haramlardan helâllere, küfür ve şirkten Allah’ın gönderdiği Hak Din İslam’a, isyandan itaate, batıldan hakka, münkerden marufa, cehennemden cennete, düzenin önlerine çıkardığı sahte dinlerden ve sistemlerden Allah’ın Müslümanlar için öngördüğü yaşam tarzına gitmektir, ayetin kast ettiği hicret!.. Bir başka deyimle hicret, safını Allah’tan yana belirlemenin, Allah’a koşmanın; her türlü günahtan Allah’a sığınmanın adıdır!..
“Vehcurhum hicren cemila” ayetinde, her halükarda İslam’dan yana tavır almak ve Allah’ın razı olduğu tavrı ortaya koymak vardır. Müzemmil suresinin bu ayeti, biz Müslümanların mekansal hicretten önce Kur’an’a uymayan yaşam tarzından, cahili bakış açısından, cahili kültür, sanat ve edebiyat anlayışından kısacası bize dayatılan çağımızın putu haline getirilen demokratik sistemler başta olmak üzere modernist, seküler, laik bütün beşeri sistemlerden her konuda hicret edip, Kur’an’a hicret etmemizi istemektedir.
Bu konuda ikinci bir ayet ise, yine ilk inen surelerden olan Müddessir suresinde geçmektedir. “Verrucze fehcur” “Murdar/pis olan şeyleri de terke devam et.” (Müddessir, 74/5)
Rucz/Ricz, kalpleri kirleten manevi pislik anlamına gelmektedir. Ayet, bu tür bütün ‘Ricz veya Rucz’ olan her ne varsa, onlardan hicret etmeyi/uzaklaşmayı buyurmaktadır! Bunun; şehvetlerden, arzulardan, yerilen ahlaktan, sevilmeyen huylardan ve hatalardan hicret etmek/terk etmek olduğu söylenmiştir (Ragıp el-Isfehani, Müfredat). Bu ayet de, Müzemmil 10. Ayette olduğu gibi, mekansal hicretten/ayrılıştan önce, kalben, lisanen kalbi kirleten her türlü pislikten ayrılmanın zorunluluğunu belirtmektedir. Çünkü böyle bir ayrılış, safların net olması için ayrılığı zorunlu kılmaktadır. Nitekim Mekke’den Medine’ye hicret, kimliklerin, safların ve aidiyetlerin, toprakla, kan ve nesep bağıyla, ırkla, renkle belirlenmediğini, tek belirleyici olanın akide bağı olduğunu çok açık bir şekilde göstermiştir. Yani kimlikler, saflar ve aidiyetler, bu hicretle birlikte netleşmiş ve ayrışmıştır. Artık kıyamete kadar gelecek bütün Müslümanlar, cahiliye kalıntısı bütün bağlardan, asıl belirleyici olan akide bağına gitmenin gerçek hicret olduğunu bileceklerdir. Aksi halde cahiliye ile bağlantıları devam ediyor anlamına gelecektir ki, bu ise onların henüz iç/manevi hicretlerini gerçekleştirememiş olduklarını gösterecektir. Bu da o kimselerin Müslümanlığını tartışmalı hale getirecektir.
Kime ve nereye hicret edileceğini ise Rabbimiz bir ayetinde şöyle belirtmektedir;
“İbrahim “Doğrusu ben Rabbimin dilediği yere hicret ediyorum, O şüphesiz güçlüdür, Hâkimdir” dedi.”(Ankebut, 29/26)
İslâm tarihinde ve Peygamberimizin hayatında kuşkusuz en önemli olay Hicret’tir. Çünkü bu olay İslâmî tebliğde bir dönüm noktası, bir milat olmuştur. Bu, İslam’ın din olarak tamamlanmasına açılan bir kapı ve gerçek dirilişin gerçekleştirilmesini sağlayan en önemli ve en belirleyici bir olay olarak insanlık tarihindeki yerini almış ve bu konumunu kıyamete kadar da korumasını sağlayacak bir olaydır.
Kur’ân-ı Kerim’de Hicret Kavramı
Kur’ân-ı Kerim’de “hicret” kelimesi geçmez. Ama hicret kelimesinin türediği kök olan “hecr” kökünden gelen çeşitli türevler -ki bunların tümü hicret/göç, ayrılmak, terk etmek anlamındadır- Kur’ân-ı Kerim’de toplam 31 yerde geçer. Kur’an’ın hicretle kastettiği göç, sadece bedensel olmayıp, kalbi Allah dışındaki şeylerden uzaklaşıp Allah’a yönelmek anlamına geldiği yukarıda da belirtilmişti. Kur’an buna Allah’a hicret veya Allah yolunda hicret demektedir (Ankebût, 29/26).
Aynı surenin bir başka ayetinde, “Ey iman eden kullarım, şüphesiz benim arzım geniştir; artık yalnızca bana ibadet edin. Ey iman eden kullarım! Şüphesiz Benim yarattığım yeryüzü geniştir (Ankebût, 29/56). Bu ayette Yüce Allah, mü’min kullarına yeryüzünün geniş olduğunu, özgürce yaşayabilecekleri bir yere gidip Kendisine kulluk etmelerini öğütlemektedir.
Bulundukları yerde baskı altında olup da kendileri için geçersiz mazeret öne sürenler ise şöyle azarlanmaktadır; Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: ‘Ne işte idiniz?’ dediler. Bunlar: ‘Biz yeryüzünde müstaz’af/çaresiz idik’ diye cevap verdiler. Melekler de: ‘Allah’ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!’ dediler. İşte onların barınağı cehennemdir. Orası ne kötü bir gidiş (yeri)dir. Erkekler, kadınlar ve çocuklardan (gerçekten) aciz olup hiçbir çareye gücü yetmeyenler, hiçbir yol bulamayanlar müstesnadır. İşte bunları, umulur ki Allah affeder. Allah affedicidir, bağışlayıcıdır. Allah yolunda hicret eden kimse, gidecek çok yer ve bolluk/genişlik bulur. Kim Allah ve Resûlü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükâfatı Allah’a aittir. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir (Nisâ, 4/97-100).
Bu ayette hicret imkânı bulunan kimsenin, müstaz’aflığını/zayıflığını bahane ederek müşrikler arasında zelil bir şekilde yaşamaya razı olması, işlenen münkerlere karşı çıkmaması kınanmaktadır. Hicret etme imkânına sahip iken zayıflığını bahane ederek müşriklerin baskılarına, hakaretlerine razı olmak, onların düşüncelerini benimsemek bu ayetten de anlaşılacağı üzere asla kabul edilmemektedir. Bu konuda üzerine düşeni yapmayanların, Müslümanların düşmanlarını isteyerek/istemeyerek destekleyenlerin yeri de – ayette açıkça belirtildiği gibi- elbette cehennem olacaktır. Çünkü dinin gereklerini yapamayan kişinin, imkân bulduğu takdirde başka bir yere, Müslümanların arasına hicret etmesi farzdır. Bunların istisnası ise kimlerin zayıf/müstaz’af oldukları açıkça belirtilmiştir; bir yol bulamayan, bir çıkışa güç yetiremeyen güçsüz kadınlar, çocuklar ve erkeklerdir. Umulur ki Allah onları affeder’ buyurulmaktadır.
Diğer bazı ayetlerde de hicret kelimesi şu şekilde geçmektedir;
“İman edenler ve hicret edip Allah yolunda cihad edenler var ya, işte bunlar, Allah’ın rahmetini umabilirler. Allah Ğafûr ve Rahîm’dir” (Bakara, 2/218).
“Rableri, onların dualarını kabul etti (Dedi ki:) ‘Ben, erkek olsun kadın olsun -ki hep birbirinizdensiniz- içinizden, çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım. Onlar ki, hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, Benim yolumda eziyete uğradılar, çarpıştılar ve öldürüldüler; andolsun, Ben de onların kötülüklerini örteceğim ve onları içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Bu mükâfat, Allah tarafındandır. Allah, mükâfatın en güzeli kendi nezdinde olandır.”(Âl-i İmran, 3/195).
“(Münafıklar) Sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki, onlarla eşit olasınız. O halde Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan hiçbirini veli/dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün ve hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin.” (Nisâ, 4/89).
Hicret etmeleri gerekirken, hicret etmeyenler ikaz edilmekte, yardım istekleri ise şu şekilde şarta bağlanmaktadır:
İman edip hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve (mücâhidleri) barındırıp yardım edenler var ya, işte onların bir kısmı diğer bir kısmının velileridirler. İman edip de hicret etmeyenler ise, onlar hicret edinceye kadar size onların velâyetinden/dostluğundan hiçbir şey yoktur.(Bununla beraber) Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında sözleşme/anlaşma bulunan bir kavim aleyhine olmaksızın (o Müslümanlara) yardım etmek üzerinize borçtur. Allah, yapacaklarınızı hakkıyla görmektedir (8/Enfâl, 72).
Hem hicret edenler, hem de hicret edenlere yardım edenler övülmekte, gerçek mü’minler olduğu belirtilmektedir:
İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler; (muhacirleri) barındıran ve yardım edenler var ya, işte gerçek mü’minler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır. Sonradan iman eden ve cihad edip de sizinle beraber cihad edenler de sizdendir. Allah’ın kitabına göre rahim sahipleri (akrabalar) birbirlerine (vâris olmaya) daha uygundurlar. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla bilendir (8/Enfâl, 74-75).
“İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler derece/rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de işte onlardır. Rableri, onlara kendinden bir rahmet ve rıza ile onlar için içinde ebedî tükenmez bir nimet bulunan cennetleri müjdeler. Onlar orada ebedî kalacaklardır. Şüphesiz ki Allah katında büyük mükâfât vardır.” (9/Tevbe, 20-22).
Allah için, Allah yolunda hicret edenlere, Allah görünmez melekleri ile yardım edeceğini vaad etmektedir. Allah hem hicret edenlerden, hem de onlara yardım edenlerden razı olduğunu söylemektedir:
“Eğer siz ona (Muhammed’e) yardım etmezseniz, (iyi bilin ki) iki kişiden biri olduğu halde (Resulullah ve Ebubekir) kâfirler onu (Mekke’den) çıkardıkları zaman Allah ona yardım etmişti. Hani onlar mağarada (Sevr mağarasında) idiler, (Ebubekir korkunca Resulullah) o zaman arkadaşına, ‘üzülme, Allah bizimle beraberdir’ diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu (melekler) ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah’ın kelimesi/sözü ise (zaten) yücedir. Çünkü Allah daima üstündür, hikmet sahibidir.” (9/Tevbe, 40).
“(İslâm dinine girme hususunda) Öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle uyanlar; Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O’ndan razı olmuşlardır ve (Allah) onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.”(9/Tevbe, 100).
“Andolsun ki Allah, Müslümanlardan bir grubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, Peygamber’i ve güçlük zamanında ona uyan muhacirlerle ensarı affetti. Sonra da onların tövbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir.” (9/117).
“Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Eğer bilirlerse ahretin mükafatı elbette daha büyüktür. (Onlar,) Rablerine tevekkül ederek sabredenlerdir.” (16/Nahl, 41-42).
“Sonra şüphesiz Rabbin, eziyet edildikten sonra hicret edip, ardından da sabrederek cihad edenlerin (yardımcısıdır). Çünkü Rabbin, onların bu amellerinden sonra, elbette çok bağışlayan, pek merhamet edendir.” (16/Nahl, 110).
Müslümanlara kendi yurtlarında eziyet eden, zulmederek hicrete zorlayanları Rabbim ikaz ediyor ve sonlarının iyi olmayacağını şöyle belirtiyor:
“Onlar, seni yurdundan çıkarmak için neredeyse dünyayı başına dar getirecekler. O takdirde, senin ardından kendileri de fazla kalamazlar. Senden önce gönderdiğimiz peygamberler hakkındaki sünnet/kanun (da budur). Bizim kanunumuzda hiçbir değişiklik bulamazsın.” (17/İsra, 76-77).
“Ve şöyle niyaz et: ‘Rabbim! Gireceğim yere sıdk ile/dürüstlükle girmemi sağla; çıkacağım yerden de dürüstlükle çıkmamı sağla. Bana, tarafından, hakkıyla yardım edici bir kuvvet ver.” (17/İsra, 80).
Hicret etmek zorunda bırakılan Müslümanların bir tek suçu var, o da sadece ve sadece ‘Rabbimiz Allah’tır’ demeleridir:
“Onlar, başka değil, sırf ‘Rabbimiz Allah’tır’ dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir…” (22/Hacc, 40).
“Allah yolunda hicret edip sonra öldürülen yahut ölenleri hiç şüphesiz Allah güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Şüphesiz Allah’ın bizzat kendisi, rızık verenlerin en hayırlısıdır. Allah onları, kesinlikle memnun kalacakları bir yere girdirecektir. Allah, kesinlikle tam bilgilidir, Halîmdir.” (22/Hacc, 58-59).
“İçinizden faziletli ve servet sahibi kimseler akrabaya, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere (mallarından) vermeyeceklerine yemin etmesinler, bağışlasınlar; feragat göstersinler. Allah’ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.” (Nûr, 24/22).
“(Resulüm! şu sözümü) Söyle: ‘Ey iman eden kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlara hasene/iyilik vardır. Allah’ın yarattığı yeryüzü geniştir (Kâfirler arasında Allah’a karşı hakkıyla ibadet ve itaatini yapamayan kimse, inancını yaşayacağı yere hicret edebilir). Yalnız sabredenlere, mükafatları hesapsız ödenecektir.”( Zümer, 39/10)
“Kafirlerin nikahı altında bulunan mü’min kadınların hicreti ise;Ey iman edenler! Mü’min kadınlar hicret ederek size geldiği zaman, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz de onların mü’min kadınlar olduklarını öğrenirseniz, onları kâfirlere geri döndürmeyin. Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar. Onların (kocalarının) sarf ettiklerini (mehirleri) geri verin. Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın, sarf ettiğinizi isteyin. Onlar da sarf ettiklerini istesinler. Allah’ın hükmü budur. Aranızda O hükmeder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Mümtehıne, 60/10)
Bir başka hicret şekli de eleştirilen, kabul edilmeyen hicrettir, o da Kur’an’dan hicrettir. Hz. Peygamber Kur’an’dan hicret edenleri şöyle şikâyet etmektedir;
“Peygamber dedi ki: ‘Ey Rabbim! Doğrusu kavmim bu Kur’an’ı mehcûr/terkedilmiş -hâzel kur’âne mehcûrâ (mehcûran)- (bir şey yerinde) tuttular.” (25/Furkan, 30). Burada şikayetçi olunan kimseler Kur’an’a inandığını söyleyen kimselerdir. Bunlar tarafından Kur’an, terk edilmiş yani ‘mehcur’ bırakılmış. Elbette “mehcur-terk etmek” sadece “onu reddetmek” anlamına gelmez. Ne demektir Kur’an’ı ‘mehcur’ bırakmak;
Kur’an hükümleri hayattan uzaklaştırılıp, O sadece raflarda muhafaza edilen bir süs eşyasına dönüştürülürse;
O hayattan kovulup, sadece hastalara ve ölülere okunan bir kitap haline getirilirse;
O apaçık ve anlaşılır olduğu halde, anlaşılmaz” veya ”O, sadece falan ya da filan tarafından anlaşılabilir” denilirse,
İşte o zaman, Kur’an, ‘mehcur’ bırakılmış olunur.
Gözyaşları içerisinde dinlenen Kur’an’ın, bizzat bireysel, ailevi ve toplumsal hayatı tanzim etme yönü görmezlikten gelinirse, Kur’an, ‘mehcur’ bırakılmış olur.
Hadis-i Şeriflerde Hicret Kavramı:
“(Allah’a) Şirk/ortak koşan bir müşrik Müslüman olduktan sonra, kâfirlerden ayrılıp Müslümanlar arasına katılmadıkça Allah, onun hiçbir amelini kabul etmez.” (İbn Mâce, Hudûd 2, hadis no: 2536; Nesâî, Zekât 73)
“Hicretten sonra hicret olacaktır. Yeryüzünün en hayırlıları, Hz. İbrahim’in hicretini kendisine örnek alanlardır.” (Ebû Davûd, Cihad)
“Memleketler, Allah’ın memleketleridir. Kullar da Allah’ın kullarıdır. Nerede hayır bulursan orada yerleş.” (İbn Kesîr, Tefsirü’l-Kur’âni’l Azim, II/14)
“Tevbe sona ermedikçe hicret sona ermez; güneş batıdan doğuncaya kadar da tevbe son bulmaz.” (Dârimî, Siyer 70).
“Ameller/eylemler, niyetlere göre değerlendirilir. Kim Allah ve Rasûlü için hicret ederse o, Allah ve Rasûlü için hicret sevabını alır. Kim de elde etmek istediği dünya malı, ya da evleneceği kadın için hicret ederse onun hicretinin karşılığı da hicret ettiği şeydir.” (Buhârî, Vahy 1; Müslim, İmâret 33).
“Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların selâmette kaldığı kimsedir. Muhacir de, Allah’ın nehyettiği şeyleri terk edendir.” (Buhârî, Rikak 71; Müslim, İman, 4, 64-66; Ebû Dâvud, Cihad 2, hadis no: 2481, Cihad 4, Vitr 11; Tirmizî, İman 2762-2763; Nesâî, İman, hds no: 4963; İbn Mâce, Fiten, hds. 2934; Dârimî, Rikak, hds. 2715).
“Muhacir, Allah’ın yasakladığı şeylerden uzaklaşan ve onları terk eden kimsedir.” (Buhârî, İman 4, Rikak 26; Ebû Dâvud, Cihad 2).
“Bir adam, Rasûlullah (s.a.s.)’a sordu: Yâ Rasûlullah, hangi hicret daha faziletlidir?
Allah’ın elçisi buyurdu ki: Allah’ın yasakladığı/haram kıldığı şeyleri terk etmendir.” (Nesâî, Biat 12, hadis no: 4148; Ebû Dâcvud, Vitr 12, hds. 1449, Dârimî, Salât 135, hads 1431).
“Fitne zamanında ibadet, bana hicret etmek gibidir…” (Müslim, Fiten 26, hadis no: 2650; Tirmizî, Fiten 28, hds. 2297; İbn Mâce, Fiten, 14, hds. 3985)
“Muhâcir, Allah’ın yasakladığı kötülük ve günahlardan uzaklaşan ve onları terk eden kimsedir.” (Buhârî, İman: 4, Rikak: 26; Ebu Davud, Cihad: 4, Vitr: 11)
*175. sayımızda yayımlanmıştır.