İdris KERİMOĞLU
Her şey bir ağaçla başlamıştı.” Çapulist Atasözü
Ümmet suni sorunların girdabıyla sürekli boğuşurken ve parçalanmış topraklarla birlikte yüreklerde tefrika tohumları gittikçe kökleşiyorken, ülkemde birden nur topu gibi bir gündem daha doğdu: “ Taksim Gezi Parkı”. Ama bu nur topu gündem sağlıksız bir şekilde büyüdü ve biraz baş ağrıttı.
“Her şey bir ağaçla başlamıştı” diyecek kadar hızlı devrim hülyalarına dalanların ülkesinde yaşıyoruz. Gündemi değiştirmekle övünen başbakanımız bile gelişen olaylara ayak uydurmakta zorlanıyor sanki. İki haftayı aşkın bir süredir batılı emperyal devletlerin bile bir numaralı gündemlerinin Gezi Parkı olayları olması da hayra yorulacak bir mesele olmasa gerek.
Son iki yüz yıllık batıl(ı)laşma serüveninin sembol yerlerinden biriydi Taksim Gezi Parkı. Hareket ordusu adlı çapulcular sürüsü 31 Mart isyanını bastırırken, şimdi ismi çokça telaffuz edilen “Topçu Kışlasında” birçok müslümanı katletmişlerdi. Daha sonra 1940 yılında bu toprakların kısmetsizliğinin sembol isimlerinden biri İsmet İnönü tarafından bu kışla, “Gezi Parkına” dönüştürülmüştür. O yıldan beri ayyaşının eksik olmadığı söylenir Gezi Parkı’nın.
Olaylara ironik yaklaşmak pek adetim değildir. Yalnız ülkede Gezi Parkı etrafında iki haftadan beri koparılan fırtınaya ve dönen dolaplara bakınca “pes doğrusu” demekten kendimi alamıyorum. Allah’ım! Ülkede ne kadar zibidi, çakal, çapulcu, İslam düşmanı, ayyaş, uluSolcu, faşist güruh varsa hepsi birleşmiş. Ne muazzam tablo! Bir eylemcinin elinde Apo’nun posteri, diğerinin elinde Mustafa Kemal posteri ve ikisi el ele tutuşmuş, gaz havliyle uçarken; önlerinde bozkurt işaretiyle onlara selam çakan faşist. Bu kardeşlik(!) manzarasını gör de gözlerinden yaş gelmesin.
Ama ben olaya çapulcuların dar penceresinden değil, daha geniş perspektiften bakma taraftarıyım. Yiğit Bulutvari analizler yapacak değilim. Ekonomi ve faizle mücadele elbette önemli meseleler. Lakin beni ilgilendiren evvela ülkemin ve ümmetimin selameti.
Ben, vicdanımı ve gündemimi Misak-ı Milli sınırlarına hapsetmeyecek kadar ümmetçiyim. Suriye’de binlerce can fidan yere düşerken, Taksimdeki birkaç ağaç önceliğim olamaz. Kudüs işgal altındayken, Arakan’daki kardeşlerim Mekke işkence dönemini yaşar ve hicrete zorlanırken ben yerimde rahat duramam.
Bu söylediklerim Gezi Parkı olaylarını önemsemediğim anlamına gelmesin. Yoksa böyle bir yazıyı kaleme almazdım. Lakin biz bu ülkede zaten şu an eylemde olan çömezlerin masum çevre muhabbetleriyle sokaklarda olmadığını bilecek kadar basiretliyiz hamd olsun. Kemalizmin ve Türk solunun ve dahi Kürt solunun bu topraklarda İslam’ı azaltma projesinin farklı versiyonları olduklarını çok iyi biliyoruz. Meydanda toplananların da mevcut hükümetin ve Başbakan Erdoğan’ın şahsında (İslam’ı temsil etmemelerine rağmen) İslam’a düşmanlık yaptıklarını çok iyi biliyoruz. Yani mesele hükümet ve Erdoğan meselesi değil.
Artık sayın Başbakanın şunu anlaması gerekir diye düşünüyorum. Meşum ve mağlum güruha sempatik ve sevecen davranmak çözüm değildir. Müslüman bacılarımızın hala başörtülerinin kamuda ve okullarda yasak olması utanılacak bir durumdur. İslami talepler hala laiklik adına farklı müeyyidelerle baskı altına alınabilmektedir.
Bundan sonra hükümetin Taksim olaylarına vereceği en anlamlı cevap başörtüsünü her alanda serbest bırakmak ve kendisini şu zor gününde destekleyen İslami kesimin taleplerini karşılamaktır.
Bu sistem değişmelidir. Çünkü Şeyh Sadi, “kurumuş bir ağaca su vermekle o ağaç meyve vermez” demektedir.
Hülasa; ümmet olarak ayağa kalkmak, ihtilafları bir tarafa bırakarak medeniyet sahnesine yeniden çıkmak zorunda olduğumuzu bir kere daha müşahede etmiş olduk. Bizleri yeniden ihya edecek imamlara ve önderlere ihtiyacımız var. Gezi Parkındaki Maocuların imamına değil… Taksimin yeni yetme sahtekâr imamlarına da şunu söylemekte fayda var… Gölge etmeyin başka “ihsan” istemez…
Şu anda ümmetin ulusçuluk fitnesiyle paramparça olduğu topraklarda Allah’ın hükmü rafa kaldırılmıştır. Bizler bunun yeniden tesisi için mücadele etmeli ve direnmeliyiz. Bunun yolu ilahi vahyi referans almak ve bunu eğilip bükülmeden talep edebilmektir. Bunu yolu İslami bilinçten geçer. Bunun yolu ümmet bilincinden geçer. Sen yeter ki ‘DİRENEN üMMET’ OL…