Hz. Hüseyin (r.a.) Mekke’den çıkıp Kûfe’ye doğru yola çıktığında yolda meşhur şair Ferezdak’a rastlar. Ferezdak Hz. Hüseyin’in Kûfe’ye gittiğini öğrenince der ki:
-Nâsın kulübü (kalpleri) seninledir. Amma süyûfu (kılıçları) Beni Umeyye iledir. Kazâ ise gökten iner ve Allah Teâlâ dilediğini işler. Hazreti Hüseyin: “Dediğin doğrudur. Emir Allah’ındır. Dilediğini yapar. Kazâ eğer matluba (istenilen şeye) muvafık düşerse Allah’a hamdeylerim ve hilaf-ı me’mul (umulanın aksi) zuhur ederse niyeti hak ve kalbi takvâ üzere olan kimse onu kayd etmez (yadırgamaz).”dedi.
Ferezdak, Abdullah İbn-i Ömer ve daha niceleri Hz. Hüseyin’e Kûfe’ye gitmemesi konusunda ne kadar nasihatta, hatırlatmada bulunursa bulunsun Hz. Hüseyin kendisine yakışanı yaptı ve amcazadesi Abdullah İbn-i Abbas’ın önemli hatırlatmalarına rağmen ona dedi ki: “Ey amcazadem! Vallahi bilirim ki sen şefkatli bir öğütçüsün, lâkin ne çâre ki niyet ve karar vermiş durumdayım. Kararım doğrultusunda hareket edeceğim” der.
Hz. Hüseyin Kûfe’ye niçin gidiyordu? Çünkü, Muaviye bin Ebû Sufyan vefat etmişti ve vefatından önce de üç oğlundan biri olan Yezid’e sağlığında biat almıştı. Yezid’in makbul birisi olmadığını biliyordu. Hastalandığında Yezid’e hitaben: “Oğulcağızım! Ben seni seferlerde dolaşmaktan müstağni ve her işi sana âsan kıldım. Düşmanları yumuşattım. Arabı sana boyun eğdirttim. Kimsenin cem’etmediği esbâb (vasıtalar) ve emvâli (mal, mülk, para) cem’ettim. Şimdi ehl-i Hicaz’ı gözet ki onlar senin aslındır ve sana geleceklerin en muhteremidirler. Ehl-i Irak’ı da gözet. Her gün senden bir memurun azlini isterlerse azlet. Bir memuru azletmek, kendi üzerine yüz bin kılıcı teşhir ettirmekten ehvendir. Ehl-i Şam’ı da gözet ki onlar sana sırdaş olurlar. Eğer düşmandan şüphen olursa onlardan istiâne (yardım istemek) ve iş bittiği gibi onları yerlerine iade et. Zira başka diyarlarda eğlenirlerse onların da ahlâkı bozulur. Ben senin için kimseden korkmam, illâ Hüseyin İbn-i Ali, Abdullah İbn-i Zübeyr’den korkarım….”(Kısas-ı Enbiyâ, Ahmet Cevdet Paşa, Cilt: 1, sh: 629)
Muaviye öldü. Yezid’e birçokları biat etti. Lâkin bu yapılan biatların hiç birisi öncekilere benzemiyordu. Artık İslam Devleti’nde hilâfetten ya da imametten saltanata geçiliyordu. Hz. Hüseyin, dedesi Hz. Muhammed (a.s.)’den sonra işbaşına gelen halifelerin hepsinin nasıl seçildiğini biliyordu. Zira O, evlad-ı Rasul olduğu gibi, dedesinden sonraki tüm icraatları da görmüş birisi idi. Meselâ Hz. Ebû Bekir’in, Hz. Ömer’in, Hz. Osman’ın ve babası Hz. Ali’nin gerçek mânâda BİAT usulü ile seçildiğini görmüştü. Cemel ve Sıffın’a şahit olmuştu. Ağabeyi Hasan’ın, babaları Hz. Ali’nin şehadetinden sonra altı aylık halifeliğini keza Hz. Hasan’ın Muaviye’nin lehine ümmetin maslâhatı için halifelikten ayrıldığını ve ayrılırken de Muaviye ile aralarındaki anlaşmayı da biliyordu.
Bilhassa Hz. Ömer’in yaralandıktan sonra seçmiş olduğu altı halife adayından Hz. Osman’ın da nasıl halife olduğuna vakıf idi. Nitekim o büyük halife Hz. Ömer, ağır yaralı halde iken Hz. Osman’a hitaben: “Ey Osman! Sen hilm sahibi birisin. Ancak senin akrabalarına olan düşkünlüğün beni korkutuyor. Şayet hilâfet makamına gelirsen/seçilirsen akrabalarını devlet işlerinden uzak tut” der. Hz. Hüseyin, Hz. Osman’ın hilâfeti zamanında anne bir baba ayrı kardeşi Velid’in Kûfe Valiliği ve orada işlediği herzeleri de biliyordu. Şam ve Mısır valileri olan Muaviye ile Amr İbn-i As’ı da biliyordu! Hâsılı dedesinden sonraki tüm icraatlara şahid olmuş; ilmen, siyaseten, asaleten donanımlı bir kişiliğe sahipti. Elbette böyle bir kimseye Yezid’e biat yakışmazdı. Zira O’nun Yezid’e biatı hilâfetin saltanata dönüşüne cevaz vermek olurdu. O, İslâm’ın, onun uygulayıcılarının ve tarihin kendisine yüklediği sorumluluklara sahip çıkarak saltanata dönüştürülmek istenen uygulamaya ‘evet’ demedi. Onun İslâm için yaptığı en büyük hizmet herhalde Yezid’e ‘evet’ dememesi, ona biat etmemesidir. Ve bu yüzdendir ki Yezid öldü, Hüseyin aramızda yaşıyor.
Ancak, Hz. Hüseyin’i geçmişine yakışır bir şekilde yaşatıyor muyuz, yaşatmıyor muyuz bunu gözden geçirmemiz gerekir. Bilhassa her yıl Muharrem ayında Aşûra-Kerbela, Hz. Hüseyin, Yezid, Muaviye vb. birçok kelimeler ve isimler sık sık telâfuz edilir. Kimileri Türkiye’de olduğu gibi Hz. Nuh başta olmak üzere birçok Peygambere atıfla bir takım mucizeleri dillendirir. Kimileri aşûra dağıtarak ibadet ettiğini ya da Hz. Hüseyin’i, Kerbela şehidlerini andıklarını zanneder. Ya da Şia’da olduğu gibi 10 Muharrem gününü matem günü ilân ederek sırtını, başını, göğsünü döver, yaralar. İşte bunların hiçbirisi Hz. Hüseyin’i, Kerbela’yı anmak değildir. Hz. Hüseyin’i anmak, O’nun ortaya koyduğu duruşa sahip olmaktır. Zulme, saltanata, haksızlığa, İslâm dışılığa karşı olmaktır. Sisi, Esed, Maliki vb. Firavunlara karşı olmaktır. Esed rejimine ve zulmüne karşı birlik olmak, IŞİD zulmüne meydan okumaktır. Yezid’in babası Muaviye’nin Hz. Ali’ye karşı isyanı ve bu isyan nedeniyle toplam 70 bin kişinin (Hz. Ali taraftarı 25 bin, Muaviye taraftarı 45 bin) ölümüne neden olan ve meşru halifeye (Hz. Ali) meydan okuyan zihniyeti kutsamak değil, onu tahlil ederek ders almaktır.
Bugün Kerbela’yı, Hz. Hüseyin’i, kardeşi Zeyneb’i hatırlamak istiyorsak yapmamız gereken şey zulme, saltanata, haksızlığa karşı dik duruş sergileyen Hz. Hüseyin ve O’nun kardeşi Hz. Zeyneb’in bu duruşlarını örnek almaktır. Yine ehl-i beytin önemli siması İmam Cafer’i Sadık’ın: “Her yer Kerbela, her gün Aşura” sözünü idrak ederek günümüzde sıkça tekrarlanan Kerbela felaketlerine karşı tavır sahibi olmamız gerekiyor. Şia, Kerbela’ya ağlamayı ve Aşura günü ağlamayı, dövünmeyi meslek haline getirmiştir. Tıpkı Türkiye’de 23 Nisan’a çocuklarının hazırlandığı gibi İran’da matem ve ağlama provaları yapılmakta. Keza Sünnî dünyada Aşura gününü asıl boyutu ile ne idrak ne de anma var.
Yakın Doğu’da, İslâm Coğrafyasında zulüm doruk yapmışken, her gün oluk oluk kanlar akarken yapılacak şey ağlamak, dövünmek, tiyatral gösteriler sergilemek değil, Hz. Hüseyin’i anmak, O’nun zulme karşı dik duruşunu örnek almak ve gereğini yapmaktır.
Allah (c.c.) Hz. Hüseyin’i de Hüseynî duruş sahibi olanları da; mezheplerini, adetlerini, geleneklerini, din edinenlerin elinden kurtarsın… Ve bilhassa da Şia’nın elinden kurtarsın…