Gündem Son Sayımız Yazarlar

EL KAİDE’den IŞİD’e Irak Ve Suriye’deki Direniş

IŞİD (Irak ve Şam İslam Devleti) Suriye’de halk ayaklanmasıyla ortaya çıkmış bir hareket değildir. Bu örgütün temeli, ABD öncülüğünde oluşturulan işgalci Uluslararası Güvenlik ve Destek Gücü (ISAF)’nün Afganistan’ı işgal ettiği yıllara dayanır. Afganistan’ın, önce 24 Aralık 1979’da Sovyetler Birliği, sonrasında da 7 Ekim 2001’de ABD tarafından işgal edilmesi, dünyanın birçok ülkesinde bu işgallere karşı mücadele etmek için gençlerin akın ettiği bir yere dönmüştür. Bugün dünyanın dört bir yanına dağılmış, otoriter ve diktatoryal rejimler ile destekçisi emperyal işgalci güçlere karşı ölümüne mücadele eden gençler, ya Afganistan’da cihad ortamında yetişmişler ya da bu ortamda yetişenler tarafından yetiştirilmişlerdir. Afganistan’da ve sonrasında da Irak’da işgal olmasaydı, bir el-Kaide, dolayısıyla IŞİD ve benzeri diğer örgütler de ortaya çıkmamış olurdu. Dolayısıyla bu örgütler neden değil, sonuçtur. Yani ABD’nin, Rusya’nın (geçmişte Sovyetler Birliği’nin), İngiltere’nin, Fransa’nın ve Siyonist İsrail’in dünyanın birçok yerinde ve özellikle de İslam coğrafyasında vahşice gerçekleştirdikleri işgaller ve katliamlar neticesinde bu örgütler, kendilerini/kendi ülkelerini savunmak amacıyla ortaya çıkmışlardır. Asıl kuruluş amaçları ise, bu küresel emperyal ve Siyonist güçlerin işgallerini ve insanlık dışı katliamlarını durdurmaktır.

İşte bugün, hemen hemen herkes tarafından eleştirilen IŞİD, ABD’den, İngiltere’den, Siyonist İsrail’den, Fransa’dan Rusya’dan kısacası bütün emperyal güçlerden daha mı kötü, daha mı canidir? Sadece Ebu Gureyb’de, Guatanamo’da Şibirgan’da, Cenin’de, Gazze’de, Orta Afrika’da ve daha sayılamayacak kadar birçok yerde işlenen zulümler, diri diri yakılan insanlar, tecavüze uğrayan kadınlar, bombalanan hastaneler, ambulanslar, köyler, kentler değil IŞİD’i, terör örgütü olarak itham edilen bütün örgütlerin işledikleri ile mukayese edilmeyecek kadar çok daha insanlık dışıdır. Emperyal işgalci güçler, bu insanlık dışı katliamları, petrol için, doğal gaz için yaparlarken, El Kaide ve benzeri örgütler ise kendilerini, topraklarını, namuslarını savunmak için direniyorlar. Bu bile, hangi tarafın insani, hangi tarafın ise zalim ve eli kanlı katil olduğunu göstermeye yeter. İşte bugün insafsızca eleştirilen bu örgütler, emperyal ülkeler tarafından oluşturulan böylesine gayri insani bir ortamın ortaya çıkardığı, beslediği ve geliştirdiği bir örgütlerdir. Bunları söylerken, bu direniş örgütlerinin yaptığı ama İslam’ın asla tasvip etmediği saldırıları kabul edilsin demiyoruz. Özellikle de Pazar yerlerini ve sivillerin çokça bulunduğu yerleri bombalamalar, camilere, türbelere yapılan saldırılar, kafa kesmeler, sadece Şii olmaları dolayısıyla öldürmeler vb. gibi olayları kabul etmek, benimsemek asla mümkün değildir. Dolayısıyla IŞİD olarak bilinen örgütün Suriye’de Müslüman direniş örgütlerine karşı yaptıklarını da doğru bulmak, kabul etmek hatta mazur görmek mümkün değildir. Çünkü IŞİD’in Suriye’de yaptıklarının sadece Suriye Esad rejimine ve dolayısıyla Siyonist İsrail’e, bilumum emperyal güçlere, İran’ın işine yaradığına inanıyoruz.

İşte bu örgütün yani IŞİD’in temeli Afganistan’da ABD’nin gerçekleştirdiği işgale ve bu işgalde gerçekleştirdiği insanlık dışı katliamlara ve tecavüzlere dayanmaktadır. Bu örgütün temeli, 2000’li yılların başlarında, 2006’da işgalci ABD tarafından şehid edilen Musab ez-Zerkavi tarafından atılmıştır. IŞİD’in bugünkü durumunu anlayabilmek için, Musab ez-Zerkavi’nin kim olduğunu, Irak’ta verdiği mücadeleyi bilmek gerekmektedir.

Ebu Musab ez-Zerkavi’nin gerçek adı, Ahmed Fadil Nezzal El-Haleylah, lakabı ise Ebu Musab’dır. Zerkavi lakabı ise doğduğu yer Zerka Kenti olması dolayısıyla verilmiştir. Zerkavi, 30 Ekim 1966’da adı geçen bu kentte, fakir ve muhafazakâr bir ailede dünyaya gelmiştir. Delikanlı çağına gelinceye kadar İslami bir yaşamla ilgisi bulunmamakta idi; bu dönemde birkaç kez cezaevine girmiş ve çıkmışlığı vardı. Delikanlı çağına geldiği zaman evine yakın olan Abdullah Bin Abbas Camisi’ni adeta ikinci evi gibi kullanmaya ve ilk cihad fikrini de burada almaya başlamıştır. Bu düşüncenin etkisiyle cihad etmek üzere 1989’da Afganistan’a gitmiştir. Zerkavi’nin Afganistan’a gitmesinden kısa bir süre sonra Sovyetler’in Afganistan’dan çekilmesi, kendisi için üzücü olmuştur. Çünkü cihad edecek fazla bir zamanı olmamıştır. Ancak Zerkavi, Afganistan’da bulunduğu bu süre içerisinde ailesi Kuveyt’te yaşayan Filistin doğumlu Ebu Muhammed el-Makdisi ile tanışmıştır. Zerkavi’nin İslami kişiliğinin oluşmasında Makdisi’nin çok büyük etkisi olmuştur.

Sovyetler’in Afganistan işgali bittiğinden dolayı Zerkavi de birçok Arap mücahidi gibi memleketi Ürdün’e dönmüştür. Ürdün’de bulunduğu süre içerisinde, Makdisi ile birlikte Tevhid Cemaati adını verdikleri bir örgüt kurmuşlardır. Camilerde ve gençlerin toplandığı mekânlarda, onlara ders ve konferanslar vermeye başlamışlardır. Ancak bu, çok uzun sürmemiş ve Ürdün Emniyet Güçleri’nce tutuklanarak 29 Mart 1994’de hapse atılmışlardır. Zerkavi, yasadışı Bey’atü’l-İmam örgütü üyesi olmak suçundan 15 yıla mahkûm edilmiş ve mahkûmiyeti süresince çok ağır işkencelere maruz kalmıştır.[1] Zerkavi’ye bu ceza, 3 yıl gibi uzun süren bir yargılama sonucunda verilebilmiştir.

Zerkavi’nin 1996’da başlayan mahkûmiyeti, Kral Hüseyin’in ölmesi üzerine yerine geçen oğlu İkinci Abdullah’ın 1999 yılında çıkardığı genel bir af ile sona ermiştir. Cezaevinden çıktıktan 6 ay sonra Ürdün’den, Ahmed el-Mecali adına düzenlenen sahte bir pasaportla, Çeçenistan’a geçmek için Pakistan’a hareket etmiştir. Ancak vize problemi sebebiyle Pakistan’da tutuklanmıştır. 8 gün tutuklu kaldıktan sonra sınır dışı edilmiştir. O da, Ürdün yerine Afganistan’a geçmiştir. Bu geçiş, Zerkavi için bir dönüm noktası olmuş, çünkü 2000 yılında Kandahar şehrinde Usama bin Ladin ile tanışmıştır. Ancak Zerkavi’nin, bu görüşmede bazı konularda Bin Ladin’le aynı fikirde olmadığı ortaya çıkmıştır.[2] Bu da yeniden el-Kaideye katılmasını geciktirmiştir. Seyfü’l Adl ismi ile bilinen, Bin Ladin ve Zevahiri’den sonra El-Kaide’nin üçüncü adamı olan Muhammed Mekavi, Zerkavi’ye, yeni bir işe başlama kararı aldığı takdirde ihtiyaç duyacağı her şeyde kendisine yardım teklifi sunmuştur.[3]  Zerkavi de, İran sınırındaki Herat kentinde bir eğitim kampı kurarak eğitim faaliyetlerine burada başlamıştır. Bu kampın kuruluş amacı, Ürdün’deki Monarşi yönetimini yıkacak militanların eğitilmesiydi.

Zerkavi, El-Kaide ve Taliban’ın çalışma tarzından çok memnun değildi. İkisini de düşmanlarını vurmada yeterince sert olmamakla suçluyor, operasyonların daha kanlı ve acı verici olması gerektiğini düşünüyordu.[4] Ayrıca Zerkavi, ABD ile değil, kendi ülkesi Ürdün başta olmak üzere, gayrimeşru gördüğü Arap rejimleriyle savaşmak gerektiğine inanıyordu. Bu nedenle de Bin Ladin’le anlaşamamaktaydı. ABD’nin 7 Ekim 2001’de Afganistan’a saldırması üzerine Zerkavi, Kasım 2001’de Herat’tan ayrılmak zorunda kalmıştır. 3 gün süren yolculuktan sonra Kandahar’a gelmiş, El-Kaide’nin yanında Kandahar ve Tora Bora’da savaşa katılmıştır. Ancak Kandahar’ın da düşmesi üzerine, Herat’ta bulunduğu sıralarda iyi ilişki geçirdiği İranlı Sünnilerin yardımıyla İran’ın Pakistan sınırına yakın Zahedan şehrinde lojistik bir üs düzenlemesi yapmıştır.

Zerkavi’nin, İran’dan sonra asıl gitmek istediği ülke Irak’tı. Çünkü ABD’nin Irak’a yakın zamanda saldıracağına ilişkin hazırlık yaptığını bilmekteydi. Bu nedenle önceden gidip yerleşmesi ve hazırlık yapması gerekmekteydi. Irak’a geçişi ise, Irak Kürdistan’ında faaliyet gösteren Ensaru’l-İslam örgütü yardımıyla gerçekleşmiştir. Zerkavi, Kuzey Irak’taki Kürt Bölgesine ulaştığında tarihler, 2002 yılının başlarını göstermekte idi.

Ürdün’ün krallık yönetimi, Zerkavi’yi üç kez idama mahkûm etmiştir. Bu idamlardan birincisi, Ürdün’de Amerikalı ve İsrailli turistlere yönelik saldırılar düzenlemek suçuyla gıyabında yargılanan Zerkavi, 2002’de idama mahkûm edilmiştir. İkinci idam kararı, 2002 yılı Ekim ayının 28’inde, Ürdün’ün başkenti Amman’da, Amerikan diplomat Laurence Foley suikastının ardındaki isim olması dolayısıyla Nisan 2004’te verilmiştir. Üçüncü idam kararı ise, Aralık 2005’te Irak sınırındaki bir intihar girişimi nedeniyle gerçekleşmiştir.[5] ABD tarafından Zerkavi’nin yakalanması için başına 25 milyon dolar ödül konmuştur.[6]

Irak’ta, ABD güçlerine karşı başlatılan saldırılar bir anda yayılmış ve özellikle ülkenin Sünni bölgelerinde ciddi bir direniş başlamıştır. Bu direnişin sahada en organize ve başarılı yapılarından birisi Ebu Mus’ab ez-Zerkavi komutasındaki “Cemaat et-Tevhid ve’l Cihad” adlı grup olmuştur. Afganistan’dan gelmiş olması itibariyle uluslararası cihadi networkle bağlantısı olan Zerkavi, kısa sürede ülkeye yabancı savaşçıların girişini sağlamıştır. Afganistan’da iken Usame bin Ladin’in kurduğu yapı Zerkavi’yle irtibata geçmiş ve birlikte hareket edilmeye başlanmıştır. Birlikte hareketle, El Kaide, ‘Tevhid ve Cihat Cemaati’nin operasyonel gücünü, ‘Tevhid ve Cihat Cemaati’ ise, El Kaide’nin karizmasını veya marka değerini kullanmak istemişti. Zerkavi’nin çağrısıyla ABD güçlerine karşı savaşmak için gelen savaşçıların bir kısmı Afganistan, Çeçenistan, Bosna, Keşmir gibi cephelerde daha önce savaşmış olan tecrübeli savaşçılar iken, diğer bir kısmı ise Arap ve İslam dünyasının dört bir tarafından ilk “cihadi” deneyimini yaşayacak olan gençlerden oluşmaktaydı. Kısa sürede Irak’a yüzlerce savaşçı girerek Zerkavi’nin grubuna katılmaya başlamıştır. Zerkavi’nin ismi, ABD askeri güçleri ile Nisan 2004’te yapılan Felluce savaşıyla (Nisan 2004’de I. Felluce, Kasım 2004’de de II. Felluce savaşı) birlikte daha çok duyulmaya başlamıştır. I. Felluce Savaşı’nda ABD tam anlamıyla bir hezimet yaşamış ve Mayıs ayında ABD ordusu tek taraflı ateşkes ilan ederek Felluce’den çekilmek zorunda kalmıştır. ABD’nin bu hezimeti, Zerkavi’yi liderliğe taşımış ve “Felluce İslami Halifeliği”nin emiri olarak biat almaya başlamıştır.

Zerkavi, Cemaat El Tevhid ve El Cihat (Arapça: Jama’at al-Tawhid wal-Jihad) adlı bu örgütün adını 2004’e kadar korumuştur. Irak’ta ABD’ye karşı yürüttüğü faaliyetlerle birlikte Tevhit ve Cihat Grubu’nun (TCG) adı daha da büyümüştür. TCG’nin genişleme ve etkinliğini artırma stratejisi 4 temel ayağa dayanıyordu: ABD’yle silahlı çatışmaya girmek; Iraklı güvenlik güçlerinin örgütlenmesini engellemek ve insanları bunlarla işbirliğinden alıkoymak; ülkede yürütülen ekonomik yeniden inşa sürecine darbe vurmak ve ülkede bir Sünni-Şii çatışması çıkartmak. Bu dört ayaklı strateji bir yandan TCG’nin büyümesini sağlarken bir yandan da Zerkavi’nin sonunu hazırlamıştır. Irak’ta 2003 Ağustos’undan itibaren büyük eylemlere imza atan TCG, diğer yandan da Ürdün’de kritik saldırılar gerçekleştiriyordu. Örgütün etkinliğinin bu şekilde artması sonucunda Iraklılar arasında daha fazla yayılması gerçekleşti.[7]

Zerkavi, El Kaide merkezi ile yaptığı görüşmelerin sonunda, 17 Ekim 2004’de El-Kaide merkezine biat ettiğini açıklayarak grubun adını Tanzim el-Kaide fi Bilad er-Rafideyn (İki Nehir Arası El Kaide/Irak-Mezopotamya El Kaidesi) olarak değiştirmiştir. Buna karşılık olarak Usame bin Ladin de, 27 Aralık 2004’te Iraklı mücahitlere Zerkavi’ye biat ederek onun örgütü bünyesine girmelerini tavsiye etmiştir. Böylece, “Irak El Kaidesi” (IEK) diye anılan grup, gücünün zirvesine ulaşmış ve ABD ile işgal güçlerine karşı çok büyük saldırılar gerçekleştirmeye başlamıştır. Sahada bulunan diğer Sünni direniş gruplarının aksine IEK’si kullandığı profesyonel savaş taktikleri ve disiplinli yapısıyla kısa sürede ülkedeki en büyük silahlı yapıya dönüşmüştür.[8]

Eymen ez-Zevahiri (El Kaidenin şimdiki lideri, mektubu yazdığı zaman ikinci adam konumundaydı) Zerkavi’nin Irak’ta özellikle Şii’lere ve esirlere karşı sert davranışının doğru bulmadığına ilişkin bir mektup yazmıştır. Mektubunda “Afganistan işgalinde Şiilerin Amerikalılarla işbirliği yaptığı, Rafsancani’nin (İran eski cumhurbaşkanı) bunu bizzat itiraf ettiği, Şiilerin Irak’ta iktidara getirilmesi karşılığında Saddam’ın devrilmesini ve Irak’taki Amerikan askeri varlığını görmezlikten geldikleri bilinmektedir. Ancak bunlara rağmen Ali bin Ebu Talib’in türbesine saldırı yapılması izahı mümkün olmayan bir saldırıdır.” Zevahiri mektubunda, ABD işgalinin acısını kendisinin de tattığını şöyle dile getirmektedir; “Sana tüm samimiyetimle söylüyorum ki bu satırların yazarı Amerikan vahşetinin acısını bizzat tatmıştır. Eşimin göğsü beton tavanın altında ezilmiştir ve son nefesine kadar bu taş yığınını göğsünün üzerinden kaldırmamız için yardım istemiştir, Allah onu affetsin ve şehidlerin arasında kabul etsin. Küçük kızım ise beyin kanaması geçirmiş, bütün gün vadesi dolana kadar acı içinde kıvranmıştır. Bugün dahi eşimin, oğlumun, kızımın ve bu saldırıda toza dönüştürülerek şehid edilen diğer üç ailenin mezarlarını bilmiyorum. Allah onlara ve diğer Müslüman şehidlere rahmet etsin. Acaba o enkazdan çıkarılmışlar mıydı, yoksa bugün hala enkazın altında gömülü mü duruyorlar? (Zevahiri’nin eşi ve iki çocuğu 2001’de Afganistan’da bir hava saldırısında öldü.)[9] Bu mektup da göstermektedir ki, Irak’taki işgal güçlerinin dışında doğrudan sivil Şiileri hedef alan saldırıların artmasından Zevahiri de rahatsız olmuştur.

ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra Tevhid ve Cihat Cemaati, diğer yabancı örgüt üyelerini de içine katarak ağını daha da genişletmiş ve Irak işgaline katılan güçlere karşı amansız bir mücadeleye girişmiştir. Irak’a, çeşitli ülkelerden savaşmak için giden pek çok savaşçı bir şekilde Zerkavi grubunun içinde kendini bulmaktaydı. Çünkü ABD işgaline karşı mücadele eden örgütlerin içerisinde ismi en çok bilinen ve duyulan, Zerkavi’nin grubu olmuştur. Zerkavi’nin liderliğini yaptığı Tevhid ve Cihat Cemaati gücünü, Mayıs 2004’te Salafiah al-Mujahidiah ile birleşerek daha da artırmıştır.

Tevhid ve Cihat Cemaati grubunun asıl amacı, Irak’taki koalisyon güçlerinin geri çekilmesini sağlamak, Irak hükümetini düşürmek, işgal kuvvetleriyle birlikte çalışanları öldürmek, Şia nüfusu marjinalize edip askeri gücünü kırmak ve tamamen şeriat kanunlarıyla yönetilen bir İslam devleti kurmak.[10] Tevhid ve Cihat Cemaati’ni Irak’taki diğer direniş gruplarından ayıran en önemli özellik, taktikleriydi. Çünkü onlar, ABD ve koalisyon güçlerine karşı alışılagelmiş silahlarla ve gerilla taktikleriyle saldırmak yerine daha çok bomba yüklü araçlar kullanılarak gerçekleştirilen intihar bombası eylemlerini tercih etmekteydiler.

Iraklı Sünni Araplar arasında gün geçtikçe artan sayıda kişi, IEK’nin Iraklılardan değil dışarıdan gelenler tarafından oluşturulduğunu düşünüyordu. Hatta bu nedenle, dini motifli yerel direnişçi gruplar arasında bile IEK’ye yönelik bir tepki oluşmaya başlamıştı. Bu ve benzeri tepkilerin önüne geçmek ve işgalci güçlere karşı daha güçlü çıkmak için merkezi liderliğin de etkisiyle Ocak 2006 yılında Mücahidler Şura Konseyi (MŞK) adı altında yeni bir oluşuma gidilmiştir. Bu oluşum IEK dahil olmak üzere 6 örgütün bir araya gelmesiyle oluşan bir çatı örgüt olarak ilan edilmiş ve liderliğine Ebu Abdullah el Reşit el Bağdadi (diğer adıyla Ebu Ömer el Bağdadi)’nin getirildiği açıklanmıştır.[11] Örgüt, bu dönemde gelişmiş ve Irak’ta adeta tek güç haline gelmiştir. Nitekim başkent Bağdat’ın Azamiye, Kazımiye, Ebu Garib gibi bölgelerine kadar alan hâkimiyeti kurma noktasına gelmiştir. Ancak Mücahidler Şura Konseyi’nin kurulmasından 5 ay sonra yani 6 Haziran 2006’da Ebu Mus’ab ez-Zerkavi’nin, Diyala yakınlarında bir köye işgalci ABD’nin hava saldırısı neticesinde 7 yardımcısı ile birlikte öldürülmesi, yeni oluşumu ve dolayısıyla IEK’ni olumsuz etkilemiştir. Zerkavi’nin ölümünü Bush bir zafer olarak, İngiltere Başbakanı Tony Blair ise El Kaide’ye indirilen büyük bir darbe olarak değerlendirmiştir. Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari de “Irak halkı ve Irak için mutlu bir gün…” şeklinde açıklamada bulunmuştur. Oysa bugün,  Zerkavi’nin ölümünün üzerinde 8 yıl geçmiş olmasına rağmen Irak, ne zafere ulaşmış, ne de Irak ve Irak halkı için mutluluğun başlangıcı olmuştur. Tam tersine Irak, başta Bush ve Blair olmak üzere Iraklı işbirlikçi Sünni ve Şii yöneticileri sayesinde bir kan gölüne dönmüş ve her gün onlarca insanın öldüğü, güvenin, istikrarın kalmadığı bir ülkeye dönmüştür.

 

EBU HAMZA EL-MUHACİR VE IRAK İSLAM DEVLETİ DÖNEMİ

 

Ebu Mus’ab ez-Zarkavi’nin öldürülmesinin ardından Eymen Zevahiri’ye yakın Mısırlı Ebu Hamza el-Muhacir (Ebu Eyyup El Mısri) Zerkavi’nin yerine geçmiştir. Irak’ta son dönemlerde etkileri iyice artmaya başlayan Şii unsurlar, o dönemlerde ABD ordusuyla birlikte Sünnilere karşı operasyonlara dahil olmaya başlayınca örgütün birincil hedefi haline gelmişlerdir. Ebu Hamza el-Muhacir, Mücahidler Şûra Konseyi’ne (Meclis Şûra el-Mucahidin fi al-Irak), Sahabelerin Askerleri (Cund El-Sahaba), Fatihler Ordusu (Ceyş El-Fatihin), Ebu Ömer El-Ensari liderliğindeki Muzaffer Mezhep Ordusu (Ceyş El-Taife El-Mansura) gibi bir kaç grubu daha katarak 12 Ekim 2006’da Irak İslam Devleti’ni ilan etmiş, bu yeni yapılanmanın başına ise Ebu Ömer el-Bağdadi getirilmiştir. El-Mücahir ise Savaş Bakanı olmuştur. Böylece 19 Nisan 2007’de örgüt, bölgesel yönetim kurduğunu ve ilk İslami yönetimin temellerinin atıldığını duyurmuştur. Kurulan emirliğin Ebu Ömer el-Bağdadi ve 10 Bakanı tarafından yönetileceği ilan edilmiştir.[12] 2007 yılında, ABD işgal güçlerine yönelik saldırılar ve mezhep savaşı artmaktayken ABD ise, Irak’taki güçlerinin başına David Patreaus’u getirerek yeni bir savaş stratejisi uygulamaya başlamıştır. Yeni Bush Doktrini çerçevesinde ABD daha fazla askeri gücü Irak’a getirmiş, Sünni bölgelerde ise özellikle aşiretlerden ve bir takım direniş gruplarını ikna ederek “Sahva (Uyanış) Konseyleri” oluşturarak direnişi çökertmeye çalışmıştır. Bu yeni strateji etkili olmuş, sahada bulunan Irak İslam Devleti (IİD) ve Ensar el-İslam hariç, neredeyse geriye kalan bütün gruplar silah bırakmış; dahası maaşa bağlanarak Sahva Konseylerine katılmış ve bu gruplara karşı ABD askerinin yanında savaşmaya başlamışlardır. ABD’nin bu yeni politikası Irak’taki direnişe büyük bir darbe vurmuş, IİD, 2007-2009 aralığında sahip olduğu gücü neredeyse tamamen yitirmiştir. Bunda IİD’nin diğer gruplara yönelik sert tutumu, mutlak biat istemesi ve yerel halka karşı bazı sert tutumları da sebep olmuştur.[13]

IİD kurulduktan sonra örgütün faaliyetleri de artmış ve 2008 yılının sonlarına kadar ülkede çok önemli saldırılar gerçekleştirmiştir. Bununla birlikte, Zerkavi’den sonra örgütün karşılaştığı iki önemli problem ortaya çıkmıştır. Bunlardan birincisi örgütün liderliğindeki problemlerdi. Zerkavi’nin son dönemlerinde büyük bir ‘özgüven’le yüzünü de göstererek liderliğini ilan etmesine karşın, ondan sonra gelen kişiler yakalanmamak için sürekli kendilerini gizlemişler ya da dublör kullanmışlardır. Hatta birçok kez Ebu Ömer Bağdadi’nin yakalandığı ya da böyle bir kişinin hiç yaşamadığı duyurulmuştur. İkinci problem ise ABD’nin strateji değişikliğine gitmesi olmuştur. ABD, bir yandan IEK ve onun türevlerinden bıkan Sünni Arap aşiretleriyle yakın bir işbirliği kurarken diğer yandan asker artırımına gitmiş ve IİD’nin elinde tuttuğu yerlere yönelik büyük bir operasyon başlatmıştır. Irak’ın oğulları ve Sahva güçleri adı altında oluşturulan Sünni Arap aşiretlerinin silahlı güçleri IİD’ye büyük bir darbe vurulmasını sağlamıştır. Aşiretlerin bu hamlesinin ardında yatan temel güdü kendi etki sahası olarak gördükleri yerlerde dışarıdan gelen ve aşiret pragmatizmine aykırı olan faaliyetler yürüten IİD’den bıkmalarıydı. Bunun yanı sıra ABD’nin aşiretleri silahlandırması, maddi yardımlar yapması ve siyasal sürece entegre olacakları sözü de IİD’ye karşı onların desteğini almasını sağlamıştır.[14]

Kadrolarının büyük bir kısmını yitirip operasyonel kabiliyetini büyük oranda kaybeden IİD, bu tarihlerden sonra yeniden yapılanmaya girmiş; o sıralarda Irak ordusuna da katılmalarına izin verilmeyen eski Baasçılara bir af çıkararak tevbe etmeleri halinde harekete katılabileceklerini ilan etmiştir. Bu süreçte eski Baas kadrolarından bir kısmı IİD’ye katılmıştır. Aynı dönemde yurtdışından gelen yabancı savaşçı sayısında yaşanan azalma da, IİD’yi gittikçe Iraklı savaşçıları bünyesine almaya ve üst düzey noktalara getirmeye sevk etmiştir. Bu sıralarda eski Baas Ordusu’nda general olan Hacı Bekir[15] yapıya katılmış, askeri yetenekleri ile örgütte yükselmeye başlamıştır. Hacı Bekir’in de etkisi ile bu dönemde yeniden organize olma süreci başlamış ve yeni taktikler geliştirilmiş; finansal kaynaklar oluşturularak yeni bağlantılar kurulmuş; Sahvalara yönelik yıpratıcı saldırılar ve suikastler başlatılmıştır. Hacı Bekir, etkinliği sebebiyle IİD’nin Şûrasına kabul edilmiştir. Bundan kısa bir süre sonra ise Ebu Ömer el-Bağdadi ve Ebu Hamza el-Muhacir toplantı yaparlarken güvenlik güçlerince bir baskına uğramış, 24 saat süren çatışma sonucu ikisi de 2010 yılında ölü ele geçirilmiştir. Bu arada Şûra’da bulunan diğer isimlerden bir kısmı daha bir kaç hafta içerisinde Irak Güvenlik Güçleri ve ABD ordusunca ele geçirilmiştir. Şûra’da ise Hacı Bekir ve öteden beri Şûra’ya eklemlediği kendi kadrosundan eski Baasçılar belli bir çoğunluğa ulaşmıştır.[16] (Devam edecek)



[1] http://www.ilgiliayethadis.com/konu/sehid-ebu-musab-ez-zerkavi-yi-taniyalim.23001/

[2] Usame bin Ladin, savaşın ABD’ye karşı verilmesi gerektiğini söylerken, Zerkavi ise, ABD ile değil, kendi ülkesi Ürdün başta olmak üzere gayrı meşru gördüğü Arap rejimleriyle savaşmak gerektiğini söylemekteydi.

[3] Fuad Hüseyin, Zerkavi El-Kaide’nin İkinci Kuşağı, Küreselkitap Yayınları, İst. Tarihsiz, s.24, 25

[4] Fuad Hüseyin, age, s.26

[5] Fuad Hüseyin, age. s.31

[6] http://www.haksozhaber.net/irak-sam-islam-devleti-isidnin-10-yillik-gecmisi-48765h.htm

[7] http://www.21yyte.org/tr/arastirma/orta-dogu-ve-afrika-arastirmalari-merkezi/2014/01/07/7368/irakta-el-kaidenin-dogusu-gelisimi-ve-bugunu

[8] http://file.setav.org/Files/Pdf/20140616184404_neo-el-kaide-isid-pdf.pdf

[9] http://www.islahhaber.net/eymen-zevahirinin-irak-el-kaidesi-lideri-zerkaviye-metubu.html

[10] Ayrıca bkz: http://www.21yyte.org/tr/arastirma/orta-dogu-ve-afrika-arastirmalari-merkezi/2014/02/20/7441/el-kaide-isid-kopusu-ve-yeni-isid

[11] Agy

[12] http://www.timeturk.com/tr/2014/06/11/dunden-bugune-irak-sam-islam-devleti-isid.html#.U7Sp61VrMug; ayrıca bkz; http://file.setav.org/Files/Pdf/20140616184404_neo-el-kaide-isid-pdf.pdf

[13] http://file.setav.org/Files/Pdf/20140616184404_neo-el-kaide-isid-pdf.pdf

[14] http://www.21yyte.org/tr/arastirma/orta-dogu-ve-afrika-arastirmalari-merkezi/2014/01/07/7368/irakta-el-kaidenin-dogusu-gelisimi-ve-bugunu

[15] Hacı Bekir. Gerçek adı, Samir Ebu Muhammed el Halifi. Saddam ordusunun eski subayı. Bucca esir kampındaydı. Serbest kaldıktan sonra El Kaide’ye katıldı. Yakın zamana kadar Suriye’deki en güçlü komutandı. Kısa bir süre önce öldürüldüğü iddia ediliyor.

[16] http://file.setav.org/Files/Pdf/20140616184404_neo-el-kaide-isid-pdf.pdf

NOT: Bu Yazı Genç Birikim Dergisinin Temmuz 2014 Sayısında Yayınlanmıştır.

Exit mobile version