Devlete Karşı Devlet
Gündem Son Sayımız Yazarlar

Devlete Karşı Devlet

world

Gezegenimizin en büyük ve organize yapıları olan devletler oluşum süreçleri bakımından daima bir muamma olma özelliğini yitirmemişlerdir. Bu gizi çözebilmek için arkeolojik, ontolojik veya psikanalitik yaklaşımlarla uzun araştırmalar yapılsa da, sonuçlar hiçbir zaman kesinlik arz etmemiştir. Devlet toplumsal bir olgudur, Émile Durkheim’e göre toplumsal olan hiçbir fenomen tek bir nedenle açıklanamaz. Açıklanmaya kalkışılırsa bu indirgemeci bir çaba olur. Devletin ilk nerede nasıl nüveleştiği tartışmalı olsa da, küçük sosyal yapıların nasıl devletleşti daha bilindik bir konudur. Bir devlet yaşadığı coğrafyada en güçlü ve kaba kuvvete kullanma meşruiyeti olan tek varlık olmalıdır. Bunun için büyüme evresindeki bazı canlı organizmalar gibi kendine temas eden her örgütü ya yok eder, ya da içine alır. Cengiz Han’ın Moğol devletini kurma süreci, Osmanlı’nın aşiretten devletleşmesi buna örnektir. Hatta Güneydoğu’da yarı devlet halini alan pkk örgütü, ilk yıllarda enerjisini devlete mücadeleye değil geri kalan Kürt siyasi yapılanmalarını yok etmeye harcamıştır.

Yakın tarihimize kadar devletlerin çatışma alanları daha çok başka devletler veya ilerde kendine rakip olabilecek örgütlenmeler olmuştur. Coğrafi değişimler iletişimin gelişmesi ve insanoğlunun önceliklerinin değişmesi gibi bazı faktörler devlet ve bireyi daha fazla karşı karşıya getirmeye başlamıştır. Barışçıl olsun ya da olmasın birey ve devlet arasında dolayısıyla toplum ve devlet arasında yeni mücadele sahaları oluşmuştur. Bu durum sivil toplum kavramının çağımızın en gözde olgular arasına girmesini sağlamıştır. Elbette sivil toplum yakın geçmişimize ait bir kavram değildir. Bazı düşünürler sivil toplumun devletten daha eski olduğunu söylemiş ve tarih içinde yapılarının ve işlevlerinin değiştiğini savunmuşlardır. Sivil toplum kurumlarının ne kadar eskiye dayandığının tespiti biraz da, tanımlamalardaki farklılıklarla ilgilidir. Toplum için iyi olanı daha iyiye evirme, bireyin devlete karşı savunma aygıtı olma, devleti oluşturan çekirdek yapı, militer olmayan toplum gücü, kentli örgütlenmesi ve daha birçok betimleme sivil toplum kurumunun tanımlarındandır. Örneğin batıda uzun süre civil kelimesi, Doğu’daki medeni kelimesiyle eşanlamlı kullanılmış ve sivil toplum kurumlarının birer şehirli yapılanmalar olduğu kabul edilmiştir. Antik yunanda ise toplum ve devlet eşanlamlı kabul edilmiş, devleti toplumu yöneten değil, toplumdan teşekkül eden yapı olduğu benimsenmiştir. Aristo ‘’devletin dışında kalabilen insan ya hayvandır ya da tanrıdır’’ diye buyurarak hem devlet ve toplumu bir göstermiş, hem de insana eğer devletten bigane yaşayabiliyorsa ya hayvan sınıfına girecek kadar bedevi, ya da devlete ihtiyaç duymayacak kadar tanrısal görmüştür. İşte bireyin devlete karşı güçsüzlüğü ve kaçınılmaz olan çıkar çatışması onu devlete karşı örgütlenmeye etmiştir.

Devlet ile sivil toplum kurumları arasındaki ilişkiden bahsederken tarihsel olarak sınırları ayıracak olursak 18. yüzyıla kadar olan kısım devlet ve sivil toplum kurumlarının beraber hareket etmesi ve bu kavramların eşanlamlı kullanıldığı zaman olarak görülür. En azından gerçekten sivil toplum kurumlarının var olduğu ülkelerde böyle olmuştur. 18. Yüzyıl’dan sonra özellikle sanayi devrimini yaşayan ülkelerde sivil toplum devlet çatışması görülmektedir. Sanayi devrimi sağlıklı bir şekilde tamamlayıp büyük oranda şehirli yaşama geçen ülkelerde ise bugün sivil toplum kurumları ve devleti birbirinden tamamlayıcısı ve yerine göre birbirinin yardımcısı olarak görürler. İllaki bir tespit yapılması gerekiyorsa ülkemiz sivil toplum devlet ilişkileri bakımından ikinci evrede sayılabilir. Gelişmiş ülkelerde sivil toplum devlet tamamlayıcılığından bahsederken, tamamen bir çatışmasızlık ortamından bahsetmek mümkün değildir. Çünkü kentli toplumlarda bu çatışmanın olmaması kaçınılmaz bir gerçek olarak önümüzde durur.

  1. yüzyıl’dan sonra batılı düşünürler devletin metafizik otoriter yapısından ayrılması gerektiğini ayrımsarlar ve devletin insan yarattığı ama insana hükmetmeye evirilen frankeştaynvari bir yapıya büründüğüne karar verirler. Bu noktadan sonra geriye dönüş olmayacağını anlayınca sivil toplum kurumlarının güçlenmesi gerektiğine inanmaya başlarlar. Devletin metafiziksel otoritesine dikkat çeken Ömer Çaha, sağlıklı ve işlevsel sivil toplum kurumlarının gönüllülük esasına dayanması gerektiğini, devlet yapısından farklı olarak din dil ırk değişkenlerinin ikinci planda olması uygun olacağını vurgulamıştır. Sivil toplum kurumu kavramı günümüzde o kadar önem kazanmıştır ki, bir ülkenin gelişmişliğini sivil toplum kurumları çeşitliliğinden anlayabiliriz. Sözgelimi gelişmiş yerlerde sivil toplum kurumları devlette çatışmasını büyük oranda tamamlamış ve daha çok sosyal hayata, bireyin ikinci ve üçüncü düzeyde ihtiyaçlarına yönelik çalışmalar etrafında toplanmışlardır. Daha az gelişmiş yörelerde ise sivil toplum kurumları birey ve devlet arasında konumlanıp, devletin birey üzerindeki baskısını azaltma yönelik faaliyetlerden müteşekkildirler. Çok az gelişmiş ülkelerde ise sivil toplum kurumlarının varlığı bile bir şans kabul edilebilir. Ünlü düşünür David Hume, özgürlüğü sivil toplum kurumlarının mükemmelleşmesi olarak tanımlamıştır. Yine sivil toplum kurumlarının gelişmişlik düzeyi ile nasıl çeşitlendiğini tespit için Yurdakul Fincancı şöyle bir sınıflama yapma gereği duymuştur: A)Çoğulcu sivil toplum B) Asgari devletçi sivil toplum C) Katılımcı sivil toplum.

Bizde daha yeni işlevselleşen devletin STK’lara uygulanabilir projeler için bütçeden kaynak verme uygulamaları, gelişmiş ülkelerdeki uzun süredir devam etmektedir. Bu yolla devlet hem sosyal projelerde iş yükünü azaltmış olup hem de STK’larla ilişkisini rakiplikten partnerlerine dönüşmüştür. Bu tür uygulamaların kusursuz işlemesi için birinci şart yolsuzluğun asgari düzeye çekilmesidir. Gerek Avrupa birliğinden ve Birleşmiş Milletlerden gelen proje paraları, gerekse yerel hükümetin sağladı kaynaklar maalesef büyük ölçüde şahsi harcamalara gidiyor, yani çalınıyor. Bununla birlikte sivil toplum kurumunun yerelleşmesi açısından hala ikinci evrede olduğumuz için, devlet sivil toplum kurumlarının büyük kısmını kendi varlığı için tehdit olarak görüyor. Bu durumda gelişmiş devletlerde olduğu gibi sivil toplum devlet dayanışmasını engelliyor. Örneğin hükümet son iki yıldır yaptığı operasyonlarla, on yıldan fazla bir süre içinde dağıttığı proje paralarını cemaatten kurtarmaya çalışıyor.

Bahsettiğimiz konular ışığında çağdaş bireyin sivil toplum ve devletlerarasında sıkışmış olduğu saptamasını yapmak gerekir. Bizim gibi gelişmesini tam olarak tamamlamamış toplumlar için bireyi biraz rahatlatacak yolun belki de sivil toplumlara yeni yorumlar getirmek olduğunu görebiliriz. Nuri Demirel ‘’sivil toplum kuramını devlet-toplum düalizminden çıkarmak gerekiyor’’ diyerek. (Tarih Kuram Sivil Toplum). Günümüz dünyasından örgütlü bireylerin devlet toplum çatışmasını temel almak zorunda olmadığını belirtiyor. Bir işe yaradığını hissetmek, başka canlara yardım etmek, günlük meşgaleler dışında uğraşlar edinmek, maddi vücudumuzun yanında ruhsal vücudumuzu da doyurmak, etrafımızı çevreleyen güçlü yapılara karşı birey olarak ben de varım diyebilmek bir çok insanın temel ihtiyacıdır-ki bu yapılar artık devletlerle sınırlı kalmayıp devasa kapital şirketleri de içine alır. Bu ihtiyaç var oldukça örgütlenme de var olacak gibi görünüyor. Sivil toplum örgütleri ile devlet ve devasa kapital şirketler arasında kalmış olan bireyin ne zamana kadar dayanabileceğini ise zaman gösterecek.

 

GRUBA KATIL