GİRİŞ
Hayatını Allah’ın dinine göre yaşama gayretinde olan Müslümanların, yaşamaya çalıştıkları bu dini insanlara ulaştırma sorumlulukları da vardır. Bu husustan gaflet etmek dinin yanlış anlaşıldığı anlamına gelir.
Kur’an-ı Kerim’in zikrettiği peygamberleri bu anlamda tebliğin ve davetin merkezine alan biz Müslümanlar, Allah’ın dinini insanlara ulaştırma konusunda aslında çok mesafe aldık. Cemaatler, vakıflar, dernekler, kurum-kuruluşlar ve hatta bireysel inisiyatifler bu noktada hatırı sayılır gayretler ortaya koydular; devam da ediyorlar.
Gündeme almak istediğimiz sorun şu: Tüm bu çalışmalar zamanla bir körlüğe neden olmakta, yapılan iş ile işin hedefi birbirine karışıp başka bir şekle bürünmektedir.
Aslında Ne Oldu?
19. yüzyılda içeriden ve dışarıdan sistemli bir çalışma ile İslam’ın kalesi Osmanlı Devleti 20. Yüzyılın hemen başında yıkıldı. 14 asır boyunca asla devletsiz kalmayan İslam ve Müslümanlar büyük bir şaşkınlığa düştü. Artık 20. Yüzyıl Müslümanların İslam’ı bireysel yaşamayı öğrenecekleri zamanlar olacaktı. Müslümanlar ilk dönem Kur’an eğitimi, ezan, kılık kıyafet gibi konularda mücadele verirlerken, aynı zamanda var olma çabasına da girmişlerdi.
1950’li yıllarla birlikte organize olmayı öğrenen Müslümanlar parti veya partiler üzerinden siyaset yaparken, İmam Hatip Okulları ile eğitim öğretim, dergi ve gazeteler ile gündem, telif ve tercüme eserlerle ilim–irfan peşinde koşmayı da öğrenmişelerdi.
Bunlarla birlikte anladıkları İslam’ı yaşama konusunda cemaat ve tarikat yapılarıyla kendi özel alanlarını da oluşturmuşlardı.
Sistemle Karşı Karşıya Gelmek
Osmanlı sonrası kurulan yeni devlete vaziyet eden hakim güç, beraber mücadele ettiği tüm diğer arkadaşlarını tasfiye edip, 1923 sonrası adım adım İslam ve Osmanlı karşıtı bir devlet ve toplum inşa etmişti.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti Kemalist ve zorba laik anlayışı ile İslam’a dair her ne varsa kazıyıp atmak istemişti. Direnen Müslümanlar hızla ortadan kaldırıldı. Halk her yönden sindirilip bastırıldı.
Müslümanlar bu süreçte dinlerini yaşama gayretine girince sistemle/ideolojiyle de tanışmış oldular. Artık, dinlerini sisteme rağmen yaşamak zorunda kalacaklardı.
Tebliği ve Daveti Hatırlamak
Yüzyıllarca, kurdukları devletler aracılığıyla Müslümanlar, tebliğ ve davet faaliyetlerini fetihler üzerinden gerçekleştirmişlerdi. Daha önce hakim olduğu üç kıtada ve bu büyük coğrafyada şimdi onlarca ulus devletin egemenliği altında, deli gömleği sınırlar içinde yaşayacaklardı. Tebliğ ve davetin kimyası da değişecek, Medineli Müslümanlar zamanda sanki geri gidip Mekke’sini bir daha yaşayacaktı.
At sırtında coğrafyalar dolaşıp fetihlerle tüm insanlığa ulaşan Müslümanların torunları bu dönemde Hira’yı, ilk Müslümanları, işkenceleri, Mekki ayetlerin gündemini, hicreti yeniden etüd etmek zorunda kalacaklar; tebliğ ve davetle yeniden tanışacaklardı.
Müslümanlar ve Davet
Artık Mekki dil ve usül, Müslümanların dinleri ve tarzları olmuştu. Cemaatler, vakıflar ve dernekleriyle tüm yapılar Mekke’sini yaşayacak, tebliğ ve davetlerle çığırlar açacaktı. Davet ve ilkeleri bizden sorulurdu. Her türlüsüyle ve elbette tüm alanlardaki tartışmalarıyla davet yıllarca devam etti, bugünlere geldi.
Körlük
Davet sürecinin bu aşamada konuşmak istediğimiz boyutu körlük aşamasıdır.
Müslümanlar tüm çabalarıyla tebliğ ve davet çalışmalarında o kadar mesafe kat ettiler, o kadar tecrübe kazandılar ki tebliğ ve davet çalışmaları ile bir sonraki adımı, hayata ve coğrafyaya hakim olma safhasını asla düşünmediler.
Bu nedenledir ki iç veya dış saiklerle yapıları bozulan Müslümanlar bölünerek yeni yapılar oluşturdular, yeni isimlerle yeni tabelalarla yollarına devam ettiler. Artık Mekke’yi yaşamak meslek olmuştu.
Tebliğ ve davet çalışmaları ile o kadar mesai harcandı ki ne hicret ne de Medine akıllara geldi. Her zaman mutfakta yemek yapılacağı düşünüldü, lokantalar çoğaldı; lokantalardan dışarıya başlar uzatılmadı.
Ve Kötüsü
Ve en kötüsü de oldu elbette. Sistemin izin verdiği alanlarda, sistemin bahşettiği nimetler kazanım olarak değerlendirilip hedeften sapmalar başladı. İslam’ın bir başka sistemin egemenliği altında kendisine verilenlerle mutlu olacağı düşünüldü.
Dünya nimetlerinin, 2000 sonrası dönemde Müslümanların ayaklarının altına serildiği zamanlarda tecrübeli davetçi Müslümanlar Mekke dönemini daha da uzatıp Medine için fedakarlıkları kendilerinden sonraki nesillere bırakmak istiyor. Davetin Mekke dönemi kazanımlarından faydalanmak ve İslam’ın bundan sonrası için kendilerinden istediklerini, davet konusunda gösterdikleri üstün gayretlerini mazeret göstererek sonraki nesillere yüklemek isteyen tecrübeli davetçilerin böylesi hareketlere ve düşüncelere hakkı yoktur.
Kazanım Sarhoşluğu
Ortada, verilen mücadele sonrası elde edilen bir kazanım yoktur. Sistem sadece paradigma değiştirerek daha önce zulmettiği Müslümanlara şimdilerde daha yumuşak davranmaktadır.
Kaldı ki kazanım sarhoşluğuna girip hedeften sapmanın da izah edilebilecek bir yanı bulunmamaktadır.
İslam’ın örnek şahsiyetlerine, azimli davetçilerine, sistemi anlamış karakterli önderlerine selam olsun, Allah yardımcıları olsun.