Arşiv Genel Yazarlar

Cihad ve Şehadet Bilincimiz

İslam’da “cihad” ve “şehadet” kavramları, derin anlamlar taşıyan rabbani kavramlardır. Bu kavramlar, İslam’ın yayılış, adalet, hakikat ve zulme karşı duruşunu temsil eder.

Cihad, Arapça kökenli olup “cehd” kökünden türemiştir ve “çaba sarf etmek, mücadele etmek” anlamına gelir. Kur’an ve sünnette cihat, yalnızca savaş meydanında düşmana karşı mücadele etmek değil, aynı zamanda nefisle mücadele, ilim öğrenmek, münazara ve İslam nurunu yaymak gibi birçok manevi boyutu da kapsamaktadır. Yani diyebiliriz ki cihad, ne tam anlamıyla tasavvufi bir bakışla daraltılabilecek ne de bazı gerçeklerden soyutlanabilecek bir kavramdır. Böyle olmakla beraber yine de diyebiliriz ki ümmet, cihad ifadesinden hep “kıtal” anlamıştır.

Cihadın Temel Amacı

Cihadın amacı; zulmü ortadan kaldırmak, Allah’ın ahkâmını yeryüzüne hâkim kılmak, adaleti tesis etmek ve insanları İslam nuruna ulaştırmaktır. Keyfi bir saldırganlık değildir. Cihad, İslam ümmetinin yeryüzündeki halifelik vazifesini yerine getirebilmesinin bir yoludur. Bu misyon, hem bireysel hem de toplumsal boyutta sorumlulukları içerir:

Bireysel Cihad: Müslüman’ın kendini ilim, ahlak ve ibadetle donatması, nefis terbiyesini sağlaması.

Toplumsal Cihad: Hakkın hâkim olması için zulme karşı mücadele etmek, Allah’ın hükümlerini yeryüzünde tesis etmek. Kur’an-ı kerimde bu sorumluluk şöyle belirtilir: “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a inanırsınız.” (Ali İmran, 110). Bu ayet, ümmetin sadece kendini düzeltmekle yetinmeyip tüm insanlığa rehberlik etmekle görevli olduğunu açıkça ortaya koyar.

“Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.” (Bakara, 193). Buradaki “fitne” kavramı, Allah’ın hükümlerinin yok sayıldığı, zulmün ve şirk düzeninin hâkim olduğu her türlü sistem ve toplumsal yapıyı ifade eder. İslam’ın gayesi, yalnızca bireysel ibadetleri yerine getirmek değil, yeryüzünde Allah’ın rızasına uygun bir düzen kurmaktır. Bu düzeni kurma mücadelesi de cihadın önemli bir boyutunu oluşturur.

Şehadet Algımız

Şehadet, Allah yolunda canını feda etmeyi ve bu uğurda ölmeyi ifade eder. Bir Müslüman için şehadet, Allah’a olan bağlılığın ve imanın en yüce göstergesidir: “Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin! Bilakis onlar, diridirler fakat (siz) anlayamazsınız.” (Bakara, 154).

Şehadet, asla bir ölüm temennisi veya dünyadan kaçış değildir. Aksine Allah’ın rızasını kazanmak ve hakkı savunmak uğrunda gösterilen fedakârlığın zirvesidir. Şehitlik, müminin cennete doğrudan girmesine vesiledir: “Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, onlara (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Onlar, Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler.” (Tevbe, 111).

Şehadet, sadece dil ile ifade edilen bir sözden öte kalpte kök salmış, hayatın her alanına yansıyan bir teslimiyetin ve bağlılığın tezahürüdür.

Şehadet, bir kimsenin Allah’a olan bağlılığını sadece dilde ifade etmesi değil, hayatını bu bağlılıkla şekillendirmesi anlamına gelir. Bu nedenle şehadet, bir Müslümanın hayatını ilahi emir ve yasaklara göre tanzim etmesi için sürekli bir hatırlatıcıdır. İnsanı her an Allah ile bağ kurmaya teşvik eden bir ruhsal disiplindir.

Şehadet, bir nevi insanı yeniden dirilten bir ikrardır. Günah bataklığına saplanan bir mümin, şehadet kelimesiyle tövbe ederek yeniden doğmuş gibi olur. İmanın bir nevi yenilenmesidir.

Selef-i salihin; şehadeti, sadece dilleriyle değil, kanlarıyla ve canlarıyla da taşımışlardır. Bu canlı miras, bugün bize ulaşmış en kıymetli emanetlerden biridir. Bu emanetin korunması, çocuklarımıza ve sonraki nesillere aktarılması da bizim en önemli görevlerimizden biridir.

İslam ümmeti, tarih boyunca cihad ve şehadet bilinci ile hareket ettiği zaman, hem maddi hem manevi anlamda zirveye ulaşmış ve tarihe şanlı izler bırakmıştır. Bu bilinç, ümmetin Allah’ın yeryüzündeki halifesi olma sorumluluğunu yerine getirmesiyle doğrudan ilişkilidir.

Tarihimizden Örnekler

İslam tarihine bakıldığında ümmetin cihad ruhuyla ayağa kalktığı dönemler, aynı zamanda en büyük fetihlerin, ilmî gelişmelerin ve adaletin zirvede olduğu zamanlardır:

Bedir Savaşı (624): Müslümanlar sayıca az ve zayıfken cihad ve şehadet inancıyla hareket ederek Allah’ın yardımıyla zafer kazanmışlardır. Bu zafer, İslam’ın ilk şahlanışıdır.

Fetihler Dönemi: Hz. Ömer (ra) döneminde Sasani ve Bizans (Doğu Roma) gibi iki büyük imparatorluk, cihad ruhuyla yıkılmış, Kudüs fethedilmiş ve İslam’ın rahmeti dünyaya gösterilmiştir.

Selahaddin Eyyubi ve Kudüs’ün Fethi (1187): Selahaddin Eyyubi, Haçlılara karşı cihad ruhuyla mücadele ederek Kudüs’ü fethetmiş, ümmete izzet ve şeref kazandırmıştır.

Osmanlının Yükselişi: Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesi ve Osmanlının cihad ruhuyla üç kıtaya yayılan yönetimi, şehadet bilincinin zirveye ulaştığı dönemlerdir.

Cihad ve Şehadet Bilincinin Şahlanışa Etkisi

İslam ümmetinin yükselişini sağlayan bu bilincin temel unsurları şunlardır:

1. Allah’a Teslimiyet: Müslümanlar, zaferin sadece Allah’tan olduğuna inanarak hareket etmiştir.

2. Tevhit ve Adalet: İslam, fethedilen topraklarda sadece siyasi bir güç değil, aynı zamanda adalet ve merhameti de tesis etmiştir.

3. Fedakârlık ve Şehadet Bilinci: Şehitlik, Allah katında en yüce makamdır ve bu bilinç, Müslümanlara korkusuzluk ve cesaret vermiştir.

İslam ümmeti, ne zaman ki cihad ve şehadet bilinciyle yoğrulmuş, işte o zaman izzet ve adaleti temsil etmiştir. Ancak bu ruh zayıfladığında ümmet zayıflamış ve boyunduruk altına girmiştir. Bugün yeniden dirilişin yolu; iman, cihad ve şehadet bilincinin ümmetin kalbinde canlanmasıyla mümkündür. Zafer, Allah’a teslimiyet ve fedakârlıkla gelecektir.

Cihadın Terk Edilmesinin Nedenleri

Cihadın terk edilmesine yol açan bazı sebepler:

Dünyevileşme: Rahatlık ve mal hırsı, cihad ruhunu zayıflatmıştır.

İlimden Uzaklaşma: Cihadın ne demek olduğu ve nasıl amel edileceği konusundaki ilmî derinlik kaybolmuştur.

Batı Emperyalizminin Kültürel Hegemonyası: Cihad kavramı, terörizmle özdeşleştirilerek ümmetin bilinçaltında olumsuz bir algı oluşturulmuştur.

Bir Algının Tenkidi

“Direniş” kavramı, modern bağlamda daha çok savunmacı ve pasif bir anlam yüklenerek Batı kökenli siyasi terminolojiden türetilmiş ve İslami mücadele anlayışını daraltan bir söyleme dönüşmüştür. Oysa İslam’daki mücadele anlayışı, cihad kavramıyla ifade edilir ve cihad, sadece savunma veya direniş değil, ilahi hükmün yeryüzünde hâkim kılınması için aktif bir çabadır. “Direniş” kavramı, zulme karşı pasif kalmamak anlamında kullanılsa da bu kavramın İslami cihad anlayışını tam olarak yansıtmadığı açıktır.

Savunmacı ve Reaktif: Direniş, saldırıya karşı bir tepki niteliğindedir. Ancak cihad, sadece saldırıya karşı değil hakkın tesisi için proaktif bir mücadeledir.

Ilımlılaştırma: Modern terminolojide direniş, genellikle politik ve seküler bağlamda kullanılarak İslami mücadeleyi yumuşatır ve edilgen bir söyleme dönüştürür.

İslami Ruhun Zayıflatılması: Direniş, sadece zulme karşı çıkmakla sınırlandırılarak İslam’ın yeryüzünde tevhidi hâkim kılma misyonunu göz ardı eder.

Sonuç: Direniş mi, Cihad mı?

Direniş, modern bağlamda cihadın asli ruhunu ve proaktif yapısını gölgeleyen bir kavramdır. İslam’daki cihad anlayışı, yalnızca bir savunma refleksi değil, hakkın hâkimiyeti için ortaya konulan aktif ve kapsamlı bir çabadır. Cihad, ümmetin, Allah’ın yeryüzündeki halifelik sorumluluğunu yerine getirmesini ifade eden, köklü ve asli bir İslami kavramdır.

Velhamdulillahi rabbil âlemin.

Selam ve dua ile…
Sercan AKBAYRAK

Exit mobile version