Bambu Ağacı yetiştirmek: Çinliler Bambu ağacını şöyle yetiştiriyorlar. Önce ağacın tohumu ekilir, sulanır ve gübrelenir. Birinci yıl tohumda herhangi bir değişiklik olmaz. Tohum yeniden sulanıp gübrelenir. Bambu ağacı ikinci yılda da toprağın dışına filiz vermez. Üçüncü ve dördüncü yıllarda her yıl yapılan işlem tekrar edilerek bambu tohumu sulanır ve gübrelenir.
Fakat inatçı tohum bu yılda da filiz vermez. Çinliler büyük bir sabırla beşinci yılda da bambu’ya su ve gübre vermeye devam ederler. Nihayet beşinci yılın sonlarına doğru bambu yeşermeye başlar ve altı hafta gibi kısa bir sürede yaklaşık 27 metre boyuna ulaşır. “Peki, Çinliler bambu ağacını 27 metre boyuna altı hafta da mı, yoksa beş yılda mı yetiştirmişlerdir? Şüphesiz 5 yılda. Bizlerde evlatlarımıza 20 sene sabırla, azimle, yılmadan yetiştirmek için gayret edeceğiz.
İlk yıllarda emeklerimizin karşılığını alamamış gibi görünebilir. Fakat ekilen tohumlar mutlaka yeşerecektir. Yılların birikimi mutlaka meyvesini verecektir.
Çin atasözü der ki; bir yıllık refah istiyorsan tahıl yetiştir, on yıllık refah istiyorsan ağaç yetiştir, yüz yıllık refah istiyorsan insan yetiştir. Bizlerde hayırlı bir nesil yetiştirmek için yılmadan, usanmadan, evlatlarımızı yetiştirmek için gayret etmeliyiz.
Dünya menfaatlerini, edepli olmaktan, imanlı olmaktan daha fazla önemseyen bir toplum haline geldik, yakın tarihimizde para için annesini katleden üniversiteli çocukların haberini televizyonlardan izledik. Çocuklarımızın sadece maddi geleceklerini düşünerek veya sadece maddi isteklerini karşılayarak iyi bir anne baba olamayız. Evlatlarımızın hayırlı, İslami gençlik olabilmesi için onlara yedirdiğimiz, içirdiğimize de dikkat etmeliyiz.
Günümüzde ne kadar kazandığımız, nasıl kazandığımızdan daha önemli oldu. Bunun tabii sonucu olarak da “Bu çocuk neden bu hale geldi?” sorusunun cevabını önce kazancımızda ve kendimizde aramalıyız.
Binanın temeli ne kadar sağlam olursa bina da o kadar sağlam olur. Çocuklarımızın yetişmesinde önemli etkenlerin başında eğitim öğretim ve toplum yaşamı yer alır. Daha önemlisi hayırlı neslin temeli annenin hamilelikte ve daha sonrasında boğazından haram geçip geçmediğinde, babanın helal getirip, getirmediğinde aramalıyız.
Su Kırbalarını Delen Çocuk; İstanbul´un Vefa semtine adı verilen Vefa hazretleri Fatih devrinin büyük âlimlerinden ve evliyasındandı. Akşemseddin, Molla Gürani gibi devrin manevi önderlerindendi.
Bu büyük zatın oyun yaşlarındaki oğlu kötü bir alışkanlık edinmişti. Ucuna çivi çakılmış bir sopa ile o devirde evlere içme suyu taşıyan sakaların kırbalarını deliyordu. Evcil hayvan derisinden yapılmış su tulumu demek olan kırba, sivri bir madde ile kolayca deliniyordu. Şeyh Vefa´nın oğlu da bunu yapıyordu. Sakalar, babasına hürmetinden dolayı sabrettiler. Baktılar çocuğun vazgeçeceği yok, Vefa hazretlerine şikâyet ettiler.
Vefa Hazretleri olanları duyunca hayretler içinde kaldı. Nasıl olur da bunca dikkat ve özenle yetiştirilen, haram lokmadan uzak tutulan bir çocuk böyle bir şey yapardı. Sakalara: “anlaşıldı, gereken yapılacak, sizin de zararınız ödenecek”, dedi.
Önce kendini düşündü: Acaba ben bu çocuğa yanlışlıkla da olsa haram yedirdim mi, diye düşündü. Bir şey bulamadı. Hanımına sordu: Sen bu çocuğa hamileyken veya süt verirken haram bir şey yedin mi, iyi düşün, dedi.
Hanımı düşündü, nihayet bir olay hatırladı. Oğlana hamileyken oturmağa gittiği bir komşu evinde, masadaki bir tabakta portakallar varmış. Görünce canı çekmiş ama istemeye de utanmış. Ev sahibi hanım bulundukları odadan dışarı çıktıkça oya iğnesini portakallara batırıp, sularını içmiş.
Vefa hazretleri, aman hatun hiç vakit geçirmeden komşuya git, olanı biteni anlat, helallik dile demiş. Kendi de sakaların hepsinin parasını ödedi ve haklarını helal ettirdi. Oğluna olayın başından sonuna kadar bir şey demedi, Ama çocuk bir daha çivili sopa ile kırbaları delmedi. Yani bizler hatalarımızı düzelttikçe evlatlarımızda düzelecektir.
Yüce dinimiz İslam’ın, fert ve cemiyet halinde yaşayan insanın hayrına getirmiş olduğu yükümlülükler vardır. Bu yükümlülüklerin en önemlilerinden biri de kişinin kendisinin, ailesinin ve çocuklarının nafakasının tedariki için kazancının helal yollardan olmasına önem vermesidir.
Sevgili Peygamberimiz(s.a.v) de alın teri ile kazanılana dikkat çekerek “Hiçbir kimse asla kendi kazancından daha hayırlı bir rızık yememiştir. ”(Buhari Büyü’15) buyurmuştur.
Bir psikiyatristin anlatımı: Aileler bana sık sık çocuklarını getirir. “Bu çocuk bir garip davranıyor nedense? Tedavi etseniz.” Hiç istisnası yok gibidir; “odama çocuk girer ve biraz sonra çıkar, ama aile odama girer ve kalır.” Genellikle esas problem ailededir. Anne-babanın bir yığın hataları, kompleksleri, hatta psikiyatrik rahatsızlıkları vardır. Ama onlar bunları görmez, çocuktaki problemleri öne sürerler. Sanki o çocuk o evde yetişmemiştir de, uzaydan gelmiştir. “O kadar da gayret ettik, neden böyle oldu bu çocuk bilmiyorum?” havası vardır genellikle. Ama biz çocuk yerine aileyi terapiye alırız. Ailenin sorunları çözüldükçe, çocuk da kendiliğinden toparlanır, düzelir.
O yüzden, önce kendimize bakmalıyız. Bir evin en önemli kısmı temeli olduğu gibi, bir çocuğun ruhsal gelişiminde en önemli dönem de ilk yıllardır. Çocuğun zekâsının % 80’i ilk 7-8 yılda geliştiği gibi, kişilik de büyük ölçüde bu dönemde oturur. Hele ilk 2 yıl çok önemlidir ve “temel güven duygusu” nun oluştuğu dönemdir. Sebebini anlayamadığımız bağımlılık, hırçınlık, şüphecilik gibi karakter özelliklerinin temeli o ilk yıllardaki hatırlayamadığımız hatıralardadır. İlk yaşlarında mutlak ilgi ve sevgi ile yetişen çocukların ileride çok daha huzurlu insanlar olduklarını göstermiştir. Çocuğunuzun bilinçli olmadığı o ilk yıllar aslında bilinçaltının şekillendiği en önemli yıllardır.
Aslında buraya kadar anlatmak istediğimiz evlatlarımızda bir eksik görüyorsak önce kendimize bakmalıyız, ben nerde hata yaptım ki çocuğum böyle oldu dememiz lazım.
Annelerin üzerine düşen görev
Saliha Annelerimiz, beylerini yolcu ederken, Aman bey, bize helâlinden kazan, helâlinden getir. Bana da, çocuklarına da haram yedirme. Biz, yavan ekmeğe râzıyız, derlermiş. Şimdi ise, biz, beylerimizi işe gönderirken, “Aman boş gelme nereden bulursan bul. Marketten şunu bunu al. Çarşı pazardan şunları getir diyoruz. Hâlimizi vaktimizi düşünmeden bitmek tükenmek bilmeyen istekler sıralıyoruz. Sonra da ailemizde huzur kalmıyor, ibadetimizde huzur kalmıyor, çocuğumuzda itaat kalmıyor. Bizi dinlemiyor, yediğimizin içtiğimizin bereketi kalmıyor. Bir türlü iki yakamızı bir araya getiremiyoruz. Kadınlarımız da eşlerinden daha çok rahatlık daha çok refah isteyeceklerine, sen yeter ki helalinden getir, ben her şeye razıyım demeliler.
Annelerimiz daha hamile kalmadan boğazlarından haram lokma geçmemeli. Çocuklarımız anne karnında helal beslenmeli. Helal süt emmeli, Çocuğumuz hazır gıdalar yerine doğal yiyeceklerle beslenmeli. Bir araştırmada çocuklar içinde katkı maddesi olan yiyeceklerle besleniyor, çocuklarda davranış bozuklukları gözlemleniyor, hiperaktivite tarzında olumsuz davranışlar gösteriyor. Daha sonra bu yiyecekler değil de doğal yiyeceklerle besleniyor, sonuçlar ise şaşırtıcı. Çocuklarda bu davranışlarda azalma görülüyor.
Katkı maddelerinin çocuklara zararları
İngiltere Gıda Standartları Ajansı’nın (FSA), rastgele seçilen 300 çocuk üzerinde yaptığı araştırma, çocukların katkı maddeleri içeren bir içeceği içtikten sonra ani hareketler yaptıklarını ve konsantrasyonlarını kaybettiklerini ortaya koymuştur. İngiltere Gıda Standartları Ajansı, hiperaktif çocukların durumunda daha az katkı maddesi kullanımı yoluyla bir iyileşme sağlanabileceğini bildirmiştir. Katkı maddelerinin sağlığa zararlı etkileri hakkında yapılan araştırmalar sonucunda; çocukları hiperaktif olan ailelerin özellikle “E” kodlu katkı maddeleri taşıyan gıdaların tüketimini kesmeleri tavsiye edilmektedir. Ayrıca DEHA (dikkat eksikliği ve hiperaktivite) için de çocuklarımızı cep telefonu, televizyon, bilgisayar vb. radyoaktif faktörlerden korumak gereklidir.
İngiltere’deki Southampton Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırma ise, renklendirici denilen boya katkı maddelerinin hiperaktif çocukları olumsuz etkileyebileceğini göstermiştir. Çalışma sonunda, 8-9 yaş arası çocukların boya katkılarından olumsuz etkilendiği görülmüştür.
Besinlerdeki katkı maddeleri birikerek çocukta huzursuzluktan dikkat eksikliğine ve hiperaktiviteye varan çeşitli rahatsızlıklara yol açabilir. Genetik yatkınlığı olan çocuklarda MS hastalığını tetikler. Ayrıca epilepsi, migren ve görmede bulanıklığa sebep olabilir. Zekâ seviyesini azaltabilmektedir. Yapılan çalışmalarda besinlerdeki yapay renklendirici ve katkı maddelerinin beyin fonksiyonlarında azalmaya neden olduğu, çocukların IQ seviyesini yaklaşık 5.5 puan düşürdüğü saptanmıştır.
Katkı maddesi olan gıda maddelerinden belli başlıcaları şunlardır: Her türlü abur cubur, şeker ve şekerlemeler, hazır meyve suyu ve reçeller, kola vb. boyalı gazlı içecekler, meyve tozları, her türlü boyalı içecek, boyalı hazır meyveli yoğurt ve pudingler, hazır çorbalar, hazır soslar, ketçap, mayonez, cips, katkı maddeli yiyecekleri çocuklarımıza kullandırmayalım. Evde doğal maddelerle kendimiz hazırlayalım. Çocuklarımız için evde yapılan kurabiye ve tatlıları tercih edelim. Annelerimiz biraz emek ve zaman harcayacaklar ama evlatlarımızın ruh ve beden sağlığı için değer.
Manevi etkileri
Yenilen şeylerin ve alınan gıdaların, insanın maddi vücut yapısında etkisi olduğu gibi, manevi yapısında da çok büyük tesiri vardır. Hem beden, hem de ruh sağlımız için yediklerimizi araştırıp sormalı, helâl ve haram konusunda hassasiyet göstermeliyiz. Birçoğumuzun söylediği üzümünü ye bağını sorma veya karga peynir tilki hikâyesi gibi harama teşvik eden düşünce ve söylemler, Müslümanda olmaması gereken özelliklerdir. Mühim olan çok kazanmak, çok varlıklı olmak değildir. Mühim olan haramlardan ve şüphelilerden uzak durmak, az da olsa helâlle yetinebilmektir.
Bedenimize helâl yiyecekler girerse, azalarımızdan salih ameller meydana gelir, manevi hissiyatımız güçlenir. Hem vücudumuzu kirletmemiş olur, hem de ibadetlerimizde gafletten kurtulmuş oluruz. Bedenimize şüpheli yiyecekler girerse, azalar Allah yolunda amel etmekte isteksiz davranır. Haram gıdalar, kalbi katılaştırır, sağırlaştırır. Duaların kabulünü engeller. İnsanı hissiz, duyarsız hâle getirir. Şükür ve kanaat duygularını zedeler, insanlara tepeden bakma gibi menfi hasletlere sebep olur. Oysa dinimiz, kanaati ve şükrü emretmiş, cömertliği ve mütevazılığı tavsiye etmiştir.
Bizlerin helal kazançlarla yapmış olduğumuz ibadetler, davranışlar, çocuklarımız tarafından örnek insan, örnek Müslüman, örnek şahsiyet olarak görülecektir. Çocuklarımız bizleri idol insan olarak görüp bizim gibi olmaya çalışacaktır.
Bir psikoloğun hatırası bizlere sağlıklı nesil yetirmenin şartlarını söylüyor. “Bir kadın tanımıştım bir zamanlar. Yapısı mutsuz bir tipti. Eşiyle mutsuzdu, işiyle mutsuzdu. Hafta sonu geldiğinde ne yapacağını bilmezdi. Eve gidip çocuğunu görmek bile ona mutluluk vermiyordu, çünkü yorgun argın işten eve geldiğinde “ayyy gelip üstüme tırmanacak” diye yakınırdı. Onu kendi kendime mutlu olmayı bilmemekle suçlardım. Bir gün çocuğuyla tanıştım. O da annesi gibi suratsızdı. Çok üzülmüştüm çocuk için. Çünkü onun da mutlu olmayı öğrenme şansı çok azdı.” En kötü ruhsal hastalık olan şizofreninin oluşma sebeplerinden biri de anne-babanın çocuğa verdiği mesajlar arasında tutarsızlık olmasıdır. Aynı konuda biri bir şey söyler, diğeri başka şey. Aynı olayda biri bir türlü davranır, diğeri başka türlü. Sonuç, zihin bölünmesidir. O yüzden eşler önce kendi aralarında konuşup belli prensiplerde anlaşmalıdırlar. Çocuk hangi durumda nasıl bir tavırla karşılaşacağını bilmelidir. Buradan da anlaşılacağı gibi, aslında iyi çocuk yetiştirmek için önce uyumlu bir evlilik yapmak lazımdır.
Kısacası çocuklarımızın ruh, akıl ve beden sağlığını düşünüyorsak, onları helal kazanç ile helal lokmalarla, helal gıdalar ile beslemeliyiz. İçeriğinde ne olduğu meçhul, katkı maddeli gıdalarla sağlıklı bir nesil sahibi olmamız imkânsız. Eşler birbiri ile uyum içinde olmalı. Annelerimize çocuk yetiştirmede çok önemli görev düşmektedir. Çocuğumuzda bir hata varsa kendi hatalarımıza bakmalıyız. O, bu hataları bizde ya da yakın çevremizden görmüştür.
Yıllar geçip de ben nerde yanlış yaptım, dememek için. Bu çocuk neden böyle oldu, dememek için. Evladımızda bir yanlış görüyorsak, Şimdiden kendimizi hesaba çekmeliyiz.
Evladımızın yanlışının öncelikle kendi yanlışımız olduğunu bilmeliyiz.
Resule hayırlı ümmet olmaları dileğiyle…
NOT: Bu yazı Genç Birikim dergisinin Eylül 2013 sayısında yayımlanmıştır.