Bir Yok Oluş Sonrası
Arşiv Genel Yazarlar

Bir Yok Oluş Sonrası

Görünmeyen mekânlara sinmiş cesaretler var ki bilindik kavramlara yeniden hayat, anlam ve ağırlık verirler. Sesleri enginlere ulaşmaz fakat varlıkları, bir tarafı, alçak kaçışlara yöneltirken başka bir tarafa güç olur, moral olur, umut olur, şevk olur. Ünlemlerle coşkuya kavuşmuş sözleri vardır onların. Manası olmayan dünyayı, yaşanabilir hâle getirirler. Yaşanamayan dini, insanların karanlık dünyalarında diriltmeye; şahitliği, yaşamlarının merkezine yerleştirmeye ve sorumluluk bilincini uhrevi arzularla harmanlamaya yeminlidirler.
Yeryüzünün laubali nesnelerini omuzlarına almaz; gerçeğin kutsal gerekliliğini, susmadan, pısırıklığa mahal vermeden, faniliğin tüm katmanlarını yırtıp haykırırlar. Rütbeleri, yaşayışları ve sonsuz hayatlarındaki mevkileri ile malumdur. Dışarıdan gelen tehlikeler, onları çelik yeleğe mecbur bırakmaz. Ölümlerini ellerinde tutarlar ve vakti hasıl olduğunda sahibine teslim ederler, en yüce adanmışlığa tabi tuttukları canlarını. Sevinçlerin her daim bozguna uğratıldığı yerlerde, en yüce gayelerini yetiştirirler. Göz bebeklerinde karanfiller büyür, dilleri zehri ve şifayı aynı anda barındırır. Kısacası insanlığın en üstün mertebesi, aslında onların varlığıdır.
Zamanın çarkını döndüren ve rablerinin azametini yalnızca varlıklarıyla hatırlatan insanlar… Yumruklarını hak için bileyip tüm ezberleri bozanlar… Hevesleri kursaklarda bırakıp kutsalları için bir devri yerle bir edenler… İslam’ın adaletini ve davalarının ulviliğini, kapkara düzenlere karşı kalkan yapanlar… Satırları yaşatıp sadırlara ümit, sağırlara yeis bağlayanlar… Kula kulluğun serencamını ilan edenler… Belaya karşı sabrı kazanan, sabra karşı da cennete ulaşanlar…
Bütün bunlara rağmen, bütün bu erdem ve sebat örneklerinin içtihadına rağmen, dünyanın rengi neden değişmiyor? Neden “uyanış” denen vaka, hâlâ bir yerlerde muhafaza ediliyor? Neden serbest bırakılması gereken nizamlar, hâlâ kendini saklıyor? Hür iradeler, bağımsız bedenler neden görünmezlik pelerininden kurtulmuyor? Neden sahneler hep batıya açık, neden güneşin doğduğu yerlere perde çekiliyor? İşte tüm bu sorular için bir dizi çünkü:
Çünkü içi doldurulamayan kavramlar, önüne gelen her şeye yorum katan diller üretti. Belli belirsiz varlıklarıyla dünyada herhangi bir boşluğu doldurma görevini sürdürenler, her zaman tenkit hakkını kendilerinde bulabildi.
Çünkü fırsat verildi, çünkü engellenmedi. Sanki herkes, kendine yakıştırdığı maskeyi yerleştirdi yüzüne ve hakkın ardına düşenleri köklerinden sökmeye ant içti.
Çünkü olayların evveli ve ahiri apaçık ortadayken iradeler hep müstakil cephelere akın etti. Sayısız cevher, kıymetinin paha biçilmezliğini böylelikle ortaya koyarken cahillik, sınır tanımayan enginlere ulaştı.
Çünkü bunalımlar arttı, kederler son raddeye ulaştı fakat akletme yetisi asla yeniden dirilmedi. Yeryüzündeki siyah lekeler gün geçtikçe çoğalırken bulutlar suyunu çekti. Karanlık ve buhran, tüm insanlığın değişmez yazgısı oldu.
Fiil ve kavil, kardeşçe yaşamalıyken artık ayrılmanın eşiğine geldi. Fiil yetersiz geldiğinde kavil peşinden koşup sırtını sıvazlayacakken kendini büsbütün yok etti. Kısacası kalemlerin mürekkebi kurudu ve sayfalar dürüldü. Bitmemesi gereken her şey bitti. Gitmemesi gereken herkes gitti.
Çağın mukaddeslerini bilmeyen, asırlardır beynimize çakılan kavramları sorgusuzca kabul eden, aldanmaya meyilli yürekler, bir yok oluşun daha habercisidir ve sözlerin sonu, Allah yolunda şehitliğe ulaşanların rabbine aittir: “O zaman aralarında bir duyurucu, ‘Allah’ın laneti zalimlere!’ diye seslenir.” (Araf, 44).
Rüveyde Bera PALA

GRUBA KATIL