Bir hastalık olarak “dünyevileşmek”
Arşiv Yazarlar

Bir hastalık olarak “dünyevileşmek”

Bismillahirrahmanirrahim…
“Bilin ki dünya hayatı, bir oyun, bir eğlence, bir gösteriş, aranızda bir övünme, mal ve evlâtta çokluk yarışından ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibi ki bitirdikleri çiftçileri imrendirir, sonra kurumaya yüz tutar, bir de bakarsın ki sararmıştır, ardından da çerçöp haline gelmiştir. Âhirette ise ya çetin bir azap yahut Allah’ın bağışlaması ve hoşnutluğu vardır. Dünya hayatı, sadece aldatıcı bir yararlanmadan başka bir şey değildir” (Hadid-20).
Hepimizin malumu olduğu gibi insan denen canlı, ancak ölümle anlam bulan bir varlıktır. Yüce Allah, insanı yaratmış ve geçici bir süreliğine imtihan edileceği, deneneceği, sınanacağı bir durak olarak dünya yaşamını ona lütfedip var etmiştir. Ancak fıtratında nisyan olan insan; niçin yaratıldığını, amacının ne olduğunu ve gerçekte niçin yaşaması gerektiğini unutup batıla dalmış, daha da kötüsü içerisine düştüğü vahim durumu anlayamayacak bir gaflete düşmüştür. Nitekim bu gerçek, Kur’an’da da belirtildiği üzere “(…) Çoğu kişi, dünyanın geçimliğinin az olduğu, asıl nimetin Allah katında bulunan Ahiret yaşamında olduğunu bilmezler…” (Ankebut-64) ayetinin ifadesinde karşılık bulduğunu da açıkça görebilmekteyiz. Durum böyle olunca da insan için geçici bir niteliğe sahip dünya hayatı ve dünya hayatına ait nimetler, zamanla insanı kendine aşırı derecede bağlamakta ve efendisine koşulsuz itaat eden bir köle haline dönüştürmektedir. Bu, öylesine sinsi bir hastalıktır ki; bu hastalığa yakalanan kişi bazen ölünceye kadar hasta olduğunun farkına dahi varamaz. Dünya hayatının aldatıcılığı o kadar etkilidir ki; insanı kendine kul-köle etmek için tüm sihrini kullanan bir büyücü gibidir ve hastalığa yakalananların da bu gerçeği fark etmesine asla izin vermez.
Aslına bakacak olursanız “el-Alîm”, “el-Latîf” olan ve her şeyi tüm ayrıntı ve incelikleriyle bilen Rabbimiz; bizleri bu hastalığa karşı çok ciddi olarak uyarmakta ve önlem alabilmemiz için bu hakikati bizlere bildirmektedir. Bu ayet ve bunun gibi birçok ayet, ikaz ve uyarı ile dikkatimizi çekmek istemektedir. Tabi “anlayana ve anlamak isteyene”, dersek daha doğru olur. Nitekim ayet-i kerime, insana, yaratılma gayesinin ne olduğunu ve yaşayacağı dünyanın gerçekte ne anlama geldiğini de açıklayarak bizleri onun tuzaklarından, hastalıklardan korunmak için de uyarmaktadır. Eğer bu durum gerçekte önemsiz veya dikkate alınmayacak bir hadise olsaydı, Rabbimiz, bizleri bu ayet (Hadid- 20) ve buna benzer başka ayeti kerimelerle (Ali İmran-14, Fatır-5, Ankebut-64 …) uyarmazdı Allahu Âlem. Kaldı ki hiç şüphesiz yaşayan bir Kur’an olan Hz. Peygamber (sav), 14 asır önceden bu konuda çok ciddi uyarılarda bulunarak bu hastalığın ciddiyetini ifade etmiştir. Nitekim bu uyarılardan biri:
Amr İbni Avf el-Ensârî’den (radıyallahu anh) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ebû Ubeyde İbnü’l-Cerrâh’ı (radıyallahu anh) cizye tahsili için Bahreyn’e gönderdi. Ebû Ubeyde, cizye olarak topladığı mal ile Bahreyn’den geldi. Ensar, Ebû Ubeyde’nin geldiğini duyup, sabah namazını Resûlullah ile kılmak üzere geldiler. Resûlullah namazı kılıp gitmeye kalkınca, Ensar, önüne durdular. Resûlullah, onları bu vaziyette görünce gülümsedi ve: “Ebû Ubeyde’nin Bahreyn’den malla geldiğini duyduğunuzu zannediyorum?” dedi. Ensar: “Evet, yâ Resûlallah!” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: “Sevininiz ve sizi sevindirecek şeyler ümit ediniz. Allah’a yemin ederim ki, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın sizin önünüze serilmesinden, onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyanın onları helâk ettiği gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum” buyurdular (Buhârî, Rikak 7; Müslim, Zühd 6). Hadisin son kısmında da belirtildiği gibi dünyanın helak edici bir yönü vardır.
Yine başka bir hadiste; Kâ’b b. İyâz’ın (r.a.) işittiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Her ümmetin bir fitnesi (imtihan vesilesi) vardır, benim ümmetimin fitnesi ise maldır” (Tirmizî, Zühd). Bu hadiste ise dünya malının fitne sebebi olduğuna dair işaret söz konusudur.
Hakîm b. Hizâm (r.a.) anlatıyor: “Resûlullah’tan (Huneyn ganimetlerinden) istedim, bana ondan verdi. Sonra yine istedim, yine bana verdi. Sonra tekrar istedim bu defa da verdi. Sonra şöyle buyurdu: Ey Hakîm! Bu dünya malı, göz alıcı ve tatlıdır. Kim bu mala tamah etmeden gönül zenginliği ile sahip olursa kendisi için malı bereketlenir. Ama kim de hırs ve tamah dolu bir kalple bu malı isterse, tıpkı yiyip de doymayan kimse gibi, onun için malın bereketi kaçar. Veren el, alan elden üstündür” (Buhârî, Zekât, 50).
Gördüğünüz gibi bu ve buna benzer daha birçok hadiste dünyevileşme hastalığının nedenlerine, cezbediciliğine ve buna karşı korunmanın ahiret selameti için elzem olduğuna dair vurgu yapılmaktadır. Öyleyse bir mümin; dünyaya kul olmak, köle olmak için yaratılmadığını bilmekle beraber, kendisi için zor bir imtihan olan bu durumdan da Rabbine sığınarak kurtulacağını da bilmelidir. Tabi bilmek de tek başına asla yeterli değildir. Bilmekle beraber bu bilgiyi yaşamak ve Kur’an’ın, sünnetin önerdiği reçeteyi de harfi harfine uygulaması gerektiğini de unutmamalıdır.
Dünyevileşme, manevi bir hastalıktır. Kalbe sinsice yerleşen, tüm kalbi bürüyen ve kişinin sadece dünyalıklardan başka bir şey düşünmesine izin vermeyen bencil bir hastalık… Öyle ki bu hastalığın pençesine düşen kişinin tek derdi, tek davası, tek endişesi dünyalık metadır. Konunun bu kısmında açıklanması gereken önemli bir nokta var: Dünyevileşme, sadece günümüze ait veya çağımıza özgü bir hastalık değildir. İnsanlığın tarihi kadar eskidir. Dünya hayatının başlangıcıyla ortaya çıkan en eski manevi hastalıklardan biridir. İstinasız tüm insanlar, toplumlar, kavimler, ümmetler bu hastalıkla imtihan edilmiştir. Bir hadiste; “Sizden önceki ümmetleri helak eden şey dünya sevgisidir…” “Sizden öncekilerin (Yahudiler, Hıristiyanlar) fitnesi kadınlar ve dünyalıklardır…” (Buhari, Müslim) buyrulmuştur. Bu hadislerden de anlaşıldığı gibi, insan var oldukça onunla beraber süregelen ve onunla nihai sona erecek bir hastalıktır. Durum böylesine apaçık ortada iken, insanın Hz. Peygamber’in (sav) uyarılarına aldırmayıp, bu geçici olan dünya yaşamına aldanması da maalesef inkâr edemeyeceğimiz kendi gerçekliğimizdir. Ancak bu manevi hastalığında diğer manevi ve maddi hastalıklar gibi hem belirtileri hem de tedavi yöntemleri vardır. İşte konunun can alıcı kısmı, belki de burasıdır. Herkes, dünyevileşme hastalığının belirtilerini dikkatle gözlemleyip, nefsini muhasebeye çekmelidir. Eğer bu hastalığın belirtileri üzerimizde varsa ki mutlaka vardır, bunları da tedavi etmeye çalışmalıyız.
Peki, dünyevileşmenin belirtileri nelerdir? Âlimlerimiz, sahih kaynaklardan bu hastalığın belirtilerine dair bilginin onlarcasını tespit etmişlerdir. Ancak ben, sizlere bunlardan önemli gördüğüm bir kaçını paylaşacağım. İlki; kişinin gündeminin sürekli olarak dünyalık olmasıdır. Yani kişi, sürekli dünyalık mallarını düşünür. Tek endişesi, tek kaygısı dünyalıktır. Oturduğu, kalktığı her yerde dünyalığı konuşur. Zihninde sürekli kazanacağı dünyalıklar vardır… İkinci bir belirti olarak; kişinin, kazandığı dünyalıklara aşırı derecede sevinip, kaybettikleri içinde aşırı derecede üzülmesidir. Yani kazandığı dünya servetine çok sevinmek, bununla şımarmak, böbürlenmek, kendini diğerlerinden üstün görmek olabileceği gibi aynı zamanda kaybettiği dünyalıklar için de aşırı derecede üzülmek, kederlenmek hatta bu tasadan hastalanıp yatağa düşecek derecede kaygılanmaktır… Başka bir belirti de dünyalık işlerini, ahiret işlerinden daha önemli saymak. Dünyayı önceleyip, ahireti ikinci plana atmak. Maddi kazançları, iyilik yapmaktan daha fazla önemsemek. Dünyalık için çalışmayı, Allah rızası için yapılacak işten önce tutmak da diyebiliriz. Yine kazandıkça cimriliğin artması, belirtilerden biridir. Dünyaya dalanlarla birlikte dalmak, onlarla birlikte olmayı tercih etmek… Dünyalık konuşan, “mallarımı nasıl daha çok arttırırım” dışında bir kaygı taşımayan, sürekli olarak mal, ev, araba, eşya ve para konusunu konuşan kimselerle oturup kalkmayı tercih etmek. Öte yandan Allah’ı, Allah’ın dinini, hayrı ve ahireti hatırlatan salih kimselerin meclisinden kaçmak, onlarla beraber olmaktan kaçınmak da bu hastalığın belirtilerindendir…
Konunun içerisinde de belirttiğimiz gibi dünyevileşmenin belirtileri çok; ancak bu kadarı da nefsini hesaba çekmek isteyen biri için yeterli olur sanırım. Sizlere çok can alıcı, insanı dehşete düşüren bir rivayetle yazımı sonlandırmak istiyorum:
Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “Sabah gözlerini açtığında bütün endişesi dünyadan ibaret olan bir kimsenin Allah katında hiçbir değeri yoktur. Allahu Teâlâ, böyle bir kimsenin kalbine şu dört özelliği yerleştirir… 1. Ebediyen sürecek olan bir kaygı/tasa… 2. Hiç bitmeyecek ve kendisinden bir an bile ayrılmayacak bir meşgale/uğraşı. 3. Hiçbir zaman zenginlikle sonuçlanmayacak bir yoksulluk. 4. Asla sonu gelmeyen boş kuruntular…” [İmam Gazzali, Kimya-ı Saadet; (Tirmizi-Rikkak)].
Evet, görüldüğü gibi dünyevileşme, çok ama ciddi manevi bir hastalıktır. Kişiye ahireti unutturabilecek, sonunda onu helaka sürükleyebilecek bir niteliğe sahiptir. Ancak ümitsizliğe kapılmak yok! Çünkü bu hastalıktan korunmanın ve elbette tedavi olmanın yolları da mevcuttur. “Allah’ı çokça zikretmek”, “ibadetlere gereken hassasiyeti göstermek”, “ahiret bilincine sahip olmak” gibi birçok tedavi yöntemi olmakla birlikte bizlere Allah’ı hatırlatan, Allah’ın dinini yaşamaya çalışan ve Allah’ın dinine davet eden, iyiliği emreden, kötülükten sakındıran kimselerle beraber olmaya da mutlak surette gayret etmeliyiz. Yüce Rabbim, dünyevileşme hastalığından korunmaya çalışan, tek endişesi ahiret olan hayırlı ve salih kullarından olmayı bizlere nasip eylesin. Âmin…
İslam DOĞUBEY

GRUBA KATIL