İnsan, dünyayı anlamlandırırken karşısındaki en gerçek ve doğru olanı elde etmeye çalışır. Fakat o, en gerçek ve doğru olanı elde edebilmek, oldukça karmaşıktır. Nitekim düşünce tarihi boyunca bunu sağlayan aracın ne olduğu, nasıl elde edileceği ve elde edilen o bilginin kesinliğinin imkânı, mühim bir sorunsal olmuştur. Diğer yandan İslami literatürde “gerçek ve doğru” kavramlarını aynı anda karşılayan “hak” kavramı ile karşılaşırız. Sözlükte “gerçek, sabit ve doğru olmak, gerekmek; bir şeyi gerçekleştirmek; bir şeye yakinen muttali olmak” anlamlarında mastar ve “gerçek, sabit, doğru, varlığı kesin olan şey” anlamlarında isim olan hak kelimesi, (çoğulu hukuk) genellikle batılın zıttı olarak gösterilir. Dolayısıyla batıl, gerçeğe uygun olmayan ve gerçeğe dayanmayan her türlü bilgi için kullanılır.
Bu iki kavram arasındaki zıtlık, özsel bir farktan kaynaklanır. Fark, bilginin en temel unsurudur. Çünkü varlıkları anlamlandırmadan önce nesneler, duyu ve aklın süzgecinden geçer. Ardından nesne soyutlanır ve bunun sonucunda o nesneye dair bir tanım ortaya çıkar. Klasik mantık bu noktada özsel tanıma, hadd-i tam’a ulaşmayı hedefler. Hadd-i tam’ın tarifi ise “efrâdını câmi, ağyarını mâni”dir. Bunun, bir şeyin yakın cinsine, onun yakın ayrımının eklenmesi olduğunu söylemek mümkündür. Başka bir ifadeyle bir şeyin tanımı, onunla aynı cinsteki şeylerden ayrılmasıyla oluşturulur. Dolayısıyla bir şeyin tanınması tanımdan, tanım ise farktan -ayrımdan- meydana gelir. Böylece hak ve batıl kavramlarının yan yana kullanılması, zıtlığın doğurduğu bir fark düşüncesine iter.
Hak, batıl ve fark kavramları bir arada düşünüldüğünde akla gelen ilk şey muhakkak “furkan” kavramıdır. Zira sözlükte “iki şeyin arasını ayırmak” manasına gelen fark kökünden mastar olup “hakla batılı, imanla küfrü, helal ile haramı ayırıp belirlemek” anlamında kullanıldığı gibi, zıt değerlere sahip olan şeylerin, birbirinden seçilip ayrılmasını sağlayan ölçüyü de ifade eder. Seyyid Şerif el-Cürcani ise furkanı, “hak ve batılı birbirinden ayıran” olarak tanımlar. Kur’an’da yedi yerde geçen furkan kavramına, muhtelif anlamlar yüklense de görülür ki tüm bu ayetlerde, Cürcani’nin tanımının da örtüştüğünü söylemek mümkündür. Böylece furkanın hak ile batılı birbirinden ayırma şeklinde bir temel manası olduğu kabul edilir. Hatta üç ayette Kur’an’ın bir ismi yahut niteliği olarak “furkan” kullanılır ve bu sebeple de Furkan, Kur’an’ın başlıca isimlerinden biri olarak kabul edilir.
Kur’an’ın hak ve batılı birbirinden ayırışından söz etmeden önce, bu tanımdaki hak ve batıl kavramlarını bu bağlamda tekrar okumak gerekir. Seyyid Kutup, Yoldaki İşaretler kitabında bunun güzel bir örneğini ortaya koyar ve hak ile batıl meselesini Kur’an merkezinden açıklar.
Kur’an, batılın hâkim olduğu Cahiliye Devri’nde inmiştir. Kur’an’ın ilk muhatapları Müslüman olduğunda ise Cahiliye Devri’ndeki tüm geçmişini kapının eşiğinde bıraktığının bilincinde olurdu. Önceki yaşantısından tamamen farklı bir yaşama başladığını en başında kabul ederdi. Öyle ki Cahiliye Devri’ndeki tutum ve davranışları hakkında kuşkulu davranırdı. Bu kuşkunun kaynağı, o dönemde yaygın olan zulüm, haksızlık, içki, kumar gibi ahlaki düzeyin düşük olduğunu gösteren değer yargıları ve geleneklerin batıl yönüydü. Yani o dönem Müslüman olan kişi, hak olanı benimserken batıl olanı ardında bırakırdı.
Seyyid Kutup’a göre, kendisinden sonra bir başka benzeri gelmeyen bu neslin, hak ve batıla dair bu mücadelesini anlayabilmek için, onların beslendiği kaynağı incelemek gerekir. Bu neslin beslendiği ilk kaynak, hakikat ile irtibat kurmalarını sağlayan Kur’an’dır. Hz. Peygamber (sav)’in sünneti ise bu kaynağın hayata geçirilmiş biçimidir. Zira Hz. Ayşe’nin rivayeti üzerine, onun ahlakı Kur’an’dı. Buradan hareketle denebilir ki Kur’an, insanı batıldan uzaklaştırıp hak olana yaklaştırır. Bu ise Kur’an’ın mahiyetini ortaya koyar niteliktedir.
Sonuç olarak Kur’an, Allah’ın kelamı olmasının yanı sıra, bir ayrımdır. Neyin batıl neyin hak olduğunu tanımlayarak gösterir. Hak ile ilgili fertleri toplar, zıttı olan şeyleri dışarıda tutar. Onun varlığı, beyazı sunarken siyahı elemeyi gerektirir.
Bu açıdan yaşamın rehberi, hak olanın kaynağıdır. Hakkın mahiyeti Kur’an’da, Kur’an’ın mahiyeti hakta kendini gösterir.
Zeynep KOÇ