Baas Partisinden PYD/PKK’ya Suriye Kürtleri
İktibas Yazarlar

Baas Partisinden PYD/PKK’ya Suriye Kürtleri

BAAS PARTİSİNDEN PYD/PKK’YA SURİYE KÜRTLERİ[1]

Ali KAÇAR

 

Kürtlerin Suriye’deki tarihi yaklaşık 1000 yıl öncesine dayanmaktadır. Selahaddin Eyyubi ile birlikte Şam’da önemli sayıda bir Kürt mevcudiyeti oluşmuştur. Eyyubiler ve Memlükler döneminde Şam’ın ve Halep’in yönetiminde görev alan Kürtler yaklaşık 400 yıl Ortadoğu coğrafyasına hâkim olan Osmanlı devleti döneminde varlığını devam ettirmişlerdir. 19.yy’da Osmanlı yönetimi tarafından Anadolu ve Irak’tan bölgeye yerleştirilen Kürt aşiretleri ile bölgede yaşayan Kürtlerin nüfusu daha da artmıştır. Böylece Kürtler, Suriye’nin en geniş etnik azınlığı haline gelmiştir. Suriye’de yaşayan Kürtlerin büyük çoğunluğu Sünni’dir. Az sayıda Kürt ise Şii mezhebindendir. Kürtçe’nin Kırmançi lehçesini kullanmaktadırlar. Çoğunluk, ülkenin kuzeydoğusunda Irak ve Türkiye sınırı boyunca yerleşmiştir. Yüzde 30’u Halep’in kuzeyinde Afrin (Kürt Dağları) olarak adlandırılan bölgede yaşamaktadır. Fırat Nehri’nin Suriye’ye giriş yaptığı yer olan Ayn Al Arap’ta (eski Kürtçe adı Kubani/Kobani) yüzde 10’u bulunmaktadır. Yüzde 40 ise kuzeydoğu’da Cezire bölgesinde ikamet etmektedir. Kürt Dağı’nda yaşayanlar buranın yerli halkıdır. Cezire’dekiler ise sonradan gelen ve Suriye’nin vatandaşlığa almadığı Kürtlerdir. Bu bölgeler petrol kaynakları açısından ülkenin en zengin bölgeleridir. Suriye’nin Gayri Safi Millî Hâsıla’sının (GSMH) yarıya yakınının petrol gelirlerinden oluştuğu düşünüldüğünde, bölgenin önemi daha iyi anlaşılabilir. Buralar dışında Şam, Halep ve Latakya’da önemli sayıda Kürt bulunmaktadır. Toplam nüfusları hakkında kesin rakamlar bilinmemektedir. Ancak çeşitli kaynaklardaki verilerden yola çıkarak, ülke nüfusunun yüzde 8 ila 10’u arasında olduğu söylenebilir. Bu da yaklaşık 1,25–1,5 milyon Kürt’e denk gelmektedir.[2]

Milli Mücadelenin başlamasıyla azınlık bir grubun dışında kalan bütün Kürtler bu mücadeledeki yerlerini almışlardır. Zaten gerek Osmanlı son Meclis-i Mebusan’ın 28 Ocak 1920’de ve gerekse Büyük Millet Meclisi’nin 18 Temmuz 1920’de kabul edip onayladığı Misak-ı Milli (Ahd-i Milli-Milli And) beyannamesi ile Kürtlerin yaşadıkları Irak ve Suriye toprakları dâhil Kürtler ve Türkler bir ve bütün olarak varlıklarını devam ettirecekleri taahhüt altına alınmıştı. Ancak ilerleyen yıllarda Mustafa Kemal bu sözünde durmamış, Milli Mücadele boyunca birlikte hareket ettiği Kürtlere sorma gereği bile duymadan, Kürtleri Suriye ve Türkiye arasında parçalanmış olarak yarı yolda bırakmıştır. Oysa bugünkü Suriye’nin Kuzeyinde kalan ve Kürtlerin yaşadığı coğrafya da Misak-ı Milli ile belirlenen ve asla vazgeçilmesi söz konusu olmayan sınırlar olarak Mustafa Kemal tarafından da kabul edilmişti. Nitekim Mustafa Kemal bir konuşmasında bu sınırların nereleri kapsadığını şöyle dile getirmişti; “… Doğu sınırına, Kars-Ardahan, Batum’u dâhil ederek düşününüz. Batı sınır Edirne’den bildiğiniz gibi geçiyor. En büyük değişiklikler güney sınırında olmuştur. Güney sınırı, İskenderun’un güneyinden başlar. Halep’le Katıma arasında Cerablus Köprüsü’ne uzanır bir hat ve doğu parçasında da Musul Vilâyeti, Süleymaniye ve Kerkük civarı ve bu iki bölgeyi bir diğerine bağlayan hat. Bu sınır sırf askerî düşünceler ile çizilmiş bir sınır değildir, Milli Sınırımız’dır. Milli Sınırımız olmak üzere tespit edilmiştir. Fakat bu sınır dâhilinde düşünülmesin ki, İslâm unsurlarından yalnız bir cins millet vardır. Bu sınır dâhilinde Türk vardır, Çerkez vardır v.s. birçok İslam unsuru vardır. İşte bu sınır birlikte yaşayan, bütün maksatlarını, bütün manasıyla birleştirmiş olan kardeş milletlerin, Milli Sınırı’dır. (Hepsi İslâm’dır, kardeştir).”[3]

Ancak bu konuşma ve taahhüde rağmen 20 Ekim 1921’de Fransa ile yapılan Ankara Antlaşmasıyla, bugün Suriye sınırları içinde kalan Kürt bölgeleri Doğulu ve Güneydoğulu ve daha birçok milletvekilinin itirazına rağmen Fransa’ya terk edilmiştir. Ne yazık ki bu antlaşma ile parçalanan aileler ve aşiretler 1946 yılına kadar birbirleriyle görüşme imkânı dahi bulamamışlardır. Bugün, Suriye’nin kuzeyinde yeni bir Kürt devleti doğuyor yaygarasını koparanlar, nedense, bunun Mustafa Kemal ve ekibinin 1920’lerde uyguladığı ırkçı, şovenist politikalarından kaynaklandığını unutmuş gibidirler.

Milli Mücadele, Kürdüyle, Arabıyla, Çerkeziyle, Lazıyla ve daha birçok etnik grubuyla birlikte verilmiş bir mücadeledir. Ancak Mustafa Kemal ve ekibi, dönemin emperyal ülkelerince belirlenmiş senaryo gereği, gücü ve yönetimi ele geçirdikten sonra, dönemin emperyal işgalci devletlerin bu etnik gruplara yap(a)madığını yaparak Türkleştirme politikasını uygulamaya koyulmuştur. Bu politikalara başkaldırı ise özellikle Hilafetin kaldırılması üzerine Şeyh Said tarafından başlatılmış, ancak başarılı olunamamıştır. Bu kıyam başarılı olamayınca Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşayan Kürt halkına karşı tehcir başta olmak üzere zulüm politikaları uygulanmaya başlanmıştır. Hükümetin uygulamaya koyduğu Şark Islahat planı ve Birleşik bağımsız bir Kürt devleti kurmayı hedefleyen Hoybun Cemiyeti 1927 ile 1930 yılları arasında neden olduğu Ağrı isyanları Kürtlerin ülkeyi terk etmesine neden olmuştur. Bu politikalardan kaçan kimi aşiretlerden -ki bunların başında Milli ve Miran aşiretleri gelmektedir- 20–25 bin kadar Türkiye Kürdü Türkiye’yi terk ederek Suriye’nin kuzeydoğusunda bulunan Cezire bölgesine yerleşmiştir. Böylece Suriye’nin kuzeydoğu sınırlarında bulunan Cezire bölgesi, Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı bir bölge haline gelmiştir.[4]

BAAS DÖNEMİNE KADAR KÜRTLER!..

1920’deki San Remo Konferansı ile Fransa’nın mandaterliğine bırakılan Suriye, Fransızların böl, parçala ve yönet politikası çerçevesinde, Marunîler, Nusayriler, Dürzîler, Şam ve Halep olmak üzere 5 parçaya bölünmüştür. Fransızlar bu süreçte, diğer etnik gruplara tanıdıkları hakları Kürtlerden esirgemişlerdir. Kürtlerin 1928 ve 1938’deki özerklik talepleri de Fransızlar tarafından kabul görmemiştir. Bu durum 1946’da Suriye’nin bağımsızlığına kadar devam etmiştir. Kürtler, bağımsızlıktan sonra da bütün sıkıntılara, Araplaştırma ve asimilasyon politikalarına rağmen mevcut hükümetlerle birlikte hareket etmiştir.

Suriye’nin bağımsızlığına kavuştuğu 1946’dan sonra kısa aralıklarla kanlı darbeler birbirini izlemiştir. Ancak her şeye rağmen Bağımsızlık, parçalanmış Kürt aile ve aşiretlerinin birbirleriyle görüşme kolaylığını getirmiştir. Bu kolaylık, aynı zamanda göçü de tetiklemiştir. Bu nedenle de Kürtlerin yaşadığı bölgeler, 1950’li yıllardan itibaren ülke dışından göç almaya başlamıştır. Bunları tespit amacıyla 1962’de yapılan nüfus sayımında 1954’den önce bölgede yaşadığını kanıtlayamayan yaklaşık 200 bin civarında Kürt’e vatandaşlık hakkı verilmemiştir. 1963 Baas darbesinden ve özellikle de 1970’de Hafız el-Esad’ın bir darbeyle yönetimi ele geçirmesinden sonra Kürtlerin durumu daha da kötüleşmiş ve Kürtler dışlanmakla kalınmamış, aynı zamanda potansiyel tehlike olarak da görülmeye başlanmıştır. Bu nedenle asimilasyon politikaları çerçevesinde bölgede yaşayan Kürtlerin Suriye içinde tehciri, buna karşılık boşalan yerlere de Arapların yerleştirilmesi yönünde ırkçı politikalar izlenmiştir. Amaç, Suriye’nin kuzey sınırında oluşan Kürt yoğunluğunu azaltmak için bir Arap kuşağı oluşturmaktı. Nitekim Türkiye sınırı boyunca model köyler oluşturulmuş ve bu köylere çeşitli yerlerden Araplar getirtilerek yerleştirilmiştir. Ancak bu politikadan istenilen başarı elde edilemeyince, 1970’li yılların ortasından itibaren vazgeçilmiştir. Aslında bu uygulama, Türkiye’nin 1923’lerden sonra bire bir yaşadığı ve uyguladığı ırkçı, şoven politikaların gecikmeli de olsa Suriye’deki versiyonudur. Aslında ırkçı, ulusalcı, totaliter bütün rejimlerin politikaları çoğunlukla birbirinin tekrarıdır.

Suriye’de Kürtler tarafından ilk olarak 14 Haziran 1957’de Suriye Kürt Demokratik Partisi kurulmuştur. Rejim tarafından bu parti kısa bir süre sonra kapatılmış, kurucuların bir kısmı ise tutuklanmıştır. 1957’de kurulan Suriye Kürdistan Demokrat Partisi’nden ilk resmi ayrılık 1965 yılında meydana gelmiştir. Bu ayrılığın sonucunda aynı Kuzey Irak’ta olduğu gibi iki ana parti doğmuştur: Suriye KDP’si ve Kürt Demokratik İlerici Parti’si. Bugün mevcut olan bütün partiler, zaman içinde bu iki partiden ayrılarak ortaya çıkmış, zaman zaman yeni ittifaklar kurmuş, bazen de yeniden dağılmışlardır.

BAAS DÖNEMİNDE KÜRTLER

Fransızlar, Suriye’den çekildikten sonra iç karışıklıklar ve kanlı darbeler birbirini izlemiştir. Bu durum, Baas Partisi, Suriye yönetimini 8 Mart 1963’de bir darbe ile ele geçirdikten sonra da devam etmiştir. Emin el-Hafız’la başlayan Baas dönemi, ileri gelenleri arasında başlayan ihtilaflar ilerleyen zaman içerisinde çatışmaya dönüşmüş, 1966’da Emin el-Hafız’ın, 1970’de de Salah Cedid’in bir darbeyle uzaklaştırılmasından sonra Hafız el-Esad yönetimi Kasım 1970 itibariyle tek başına ele geçirmiştir. Suriye halkı açısından ve dolayısıyla Kürtler açısından devam eden karanlık dönem, Hafız el-Esad döneminde daha da koyulaşarak devam etmiştir.

Hafız el-Esad yönetimi ele geçirince, toplumun belirli kesimlerini iktidarın çeşitli kademelerine katsa da, Esad’ın kendisi Pan-Arabist bir anlayışa sahip idi. Esad’ın Pan-Arabist söylem ve politikaları özellikle de Araplar ile Kürtler arasındaki ulusal ayrımı daha da derinleştirmiş ve Kürtlere daha çok düşmanlık gösterilmesine neden olmuştur. Kürtler önce ulusal birliğe yönelik bir tehdit olarak tanımlanmış ve daha sonra ulusal kimliklerini ifade ettikleri veya ulusal eşitlik talep ettiklerinde rejime yönelik bir tehdit gibi algılanmışlardır. Bu nedenle Kürtlere yönelik 1962’den beri devam eden insanlık dışı uygulamalar, Hafız el-Esad döneminde de devam ettirilmiştir. Bir taraftan Suriye’deki Kürtler baskı altında tutularak en temel insani haklardan yoksun bırakılırken, diğer taraftan ise Türkiye’deki terörü kışkırtmak için PKK desteklenmeye başlanmıştır. Nitekim Hafız el Esad, 1979’dan itibaren 1999 yılında imzalanan Adana protokolüne[5] kadar, kendi ülkesinde Kürtleri ezerken, onlara en tabi hakları olan vatandaşlık haklarını bile vermezken PKK’ya maddi ve manevi her türlü desteği sağlamıştır. PKK da, Suriye’deki Kürtler, Baas rejimi tarafından ezilirken, en tabi haklarından yoksun bırakılıp, baskı altında tutulurken onların haklarını hiç gündeme getirmemiş ve onlarla da hiç ilgilenmemiştir.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen Suriyeli Kürtler, 1990’lı yıllardan itibaren kültürel haklarını talep konusunda daha cesur davranmaya başladıklarını görmekteyiz. Bunun nedeni ise, 1991 yılından itibaren Kuzey Irak’ta var olan fiili Kürt oluşumunun bölgedeki Kürtler üzerinde müspet etki bırakmasıdır. Bununla bağlantılı ikinci bir neden ise 1990’larda Esad ve Saddam yönetimleri arasındaki yakınlaşma ve bunun sonucu olarak Esad’ın Kuzey Irak’taki Kürtlerden desteğini çekmesidir. Daha önce Şam’ın desteğini kaybetmemek için Suriye Kürtleriyle muhatap olmayan Barzani ve Talabani, Esad’ın politikasını değiştirmesiyle birlikte Suriye’deki Kürtlerle ilişkilerini geliştirmeye ve onları, açık bir şekilde olmasa da, desteklemeye başlamıştır.[6]

Diğer bir nedeni ise, Hafız el-Esad 10 Haziran 2000’de öldükten sonra yerine geçen oğlu Beşşar Esad, babasının tersine iktidarının ilk yılında oldukça reform yanlısı, liberal ve açık bir siyaset izlemeye başlamıştır. ‘Şam Baharı’ olarak adlandırılan bu dönemde, Beşşar Esad 2002 yılında Kürtlerin yoğun olduğu Hasake bölgesine yaptığı ziyarette, 1962 yılındaki Hasake sayımı ile ilgili durum için düzenleme yapılacağı sözünü vermiş, bu ziyaret esnasında bölgenin ileri gelen Kürt liderleriyle yaptığı toplantıda Beşar Esad’ın açıklamaları ülkede yeni bir dönemin yaşanacağı umudunu doğurmuştur.[7] Suriye’deki Kürtler, Beşar Esad ilk döneminde, daha özgür davranmaya başlamışlardır. Nitekim Kürt partileri toplantılarını düzenlerken herhangi bir baskıyla karşılaşmadıkları gibi Kürtçe kitap ve kasetler açıkça satılmaya başlanmış ve açılan Kürtçe dil kurslarına herhangi bir müdahalede de bulunulmamıştır. Kürtlerin lehine gibi gözüken tüm bu olumlu gelişmeler, ABD’nin, 11 Eylül saldırılarından sonra otoriter yönetim olarak suçladığı Suriye, Irak ve İran’ı tehdit etmesi, Mart 2003’te Irak’ı işgal etmesiyle tersine dönmüş ve eski kısıtlamalar ve baskılar geri dönmüştür.[8] Dolayısıyla bu özgürlük dönemi kısa sürmüş, toplantılar yasaklanmış ve yoğun tutuklamalar başlamıştır. Bu eskiye dönüşün nedenlerinden birisi, Beşşar Esad’ın bu değişimin kontrol dışına çıkarak ülkenin istikrarını bozabileceğinden, diğeri ise, Hafız Esad döneminden kalan bürokratik ve siyasi elitin etkili olması gösterilmiştir.

Suriye Kürtlerinin cesaretlenmesinin üçüncü nedeni ise, 2003’de Irak’ın işgali ile birlikte Irak’ta resmi olarak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin kurulması bölgedeki Kürtler açısından bir dönüm noktası olmuş ve bütün Kürtlere güven ve umut vermiştir. Ancak Kamışlı’da, 12 Mart 2004 Cuma günü El Cihat ile El Fetih takımları arasında oynanan bir futbol turnuvası sırasında Arapların açtığı Saddam posterine, Kürtlerin tepki göstermesiyle başlayan çatışmalar, çok kısa bir sürede Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Ras el-Ayn, Haseke, Amude, Afrin ve Halep şehirlerine de yayılmıştır. Olaylar sırasında, Suriye bayrakları yakılarak, yerine Kürt bayrakları asılmış, bazı okullar, tren istasyonu, çok sayıda ev ve işyeri tahrip edilmiş, Hafız Esad’ın heykelleri devrilmiş, tren istasyonlarındaki vagonlar ile 4 kamu kurum ve kuruluş binası ateşe verilmiştir. 7–8 gün devam eden bu olaylarda, kimisine göre 25, kimisine göre 40, kimisine göre 52, kimisine göre de 150 kişi ölmüş ve yüzlerce kişi de yaralanmıştır. Suriye’deki Kürtler, belki de Suriye’deki varlıkları boyunca en büyük ve en çok ses getiren eylemlerini, bu Kamışlı’daki olaylarla gerçekleştirmişlerdir.

Kamışlı olaylarından önce son derece rejim yanlısı bir din adamı olan Kürt kökenli Şeyh Muhammed Maşuk Haznevi, Kamışlı’daki olaylardan sonra rejimden uzaklaşmış ve Kürtlere kültürel hak verilmesi konusunda çeşitli açıklamalar yapması üzerine Haznevi, Mayıs 2005’te ortadan kaybolmuş ve yaklaşık üç hafta sonra, Haziran ayı başında Kamışlı’nın yaklaşık 270 km. güneyindeki Deyr ez-Zor şehrinde ölü bulunmuştur. Suriye hükümeti, Haznevi’nin bir suç çetesi tarafından öldürüldüğünü açıklamasına rağmen Kürtler, bunun rejim tarafından gerçekleştirilen bir infaz olduğunu iddia etmişler ve geniş katılımlı gösteriler düzenlemişlerdir. Şeyh Muhammed Maşuk El Haznevi’nin oğlu Muhammed Murat El Haznevi de Antalya’da düzenlenen Suriyeli muhalifler toplantısında kendisiyle yapılan bir röportajda “Babamı Suriye rejimi öldürmüştür”  diyerek Suriye rejimini adres göstermiştir. Kamışlı, Amuda ve Derbisiye’de, 1 milyon kişinin katıldığı gösteriler düzenlenmiştir. Gösterilere engel olmak isteyen polis, göstericilere ateş açarak 4 kişiyi öldürmüş ve 30 kişiyi de yaralamıştır.

SURİYE HALK DİRENİŞİ VE KÜRTLER!..

Suriye’de direniş 15 Mart 2011’de başlamış ve kesintisiz olarak halen devam etmektedir. Suriye muhalifleri, direnişin başladığı günden bu yana defalarca yaptıkları toplantıların neticesinde, Suriye Ulusal Konseyi (SUK) çatısı altında direnişlerine devam etme kararı almışlardır. Bu Konsey’in başında yakın zaman öncesine kadar Fransa’da yaşayan Burhan Galyun bulunmakta idi. Daha sonra yine İsveç’te yaşayan Kürt asıllı Abdülbasit Sayda, şimdilerde ise, George Sabra getirilmiştir. Muhalif Kürt gruplar, kendilerine Kuzey Irak benzeri özerklik sözü verilmediği için Şepal Partisi (Mişel Temo’nun başkanı olduğu Gelecek Partisi) hariç bu Suriye Ulusal Konseyi’ne katılmamışlardır. Özgür Suriye Ordusu ile birlikte hareket eden Suriye Ulusal Konseyi (SUK) bugün Suriye’de, Esad rejimine karşı ölümüne mücadele vermektedir. Kürt gruplar, PYD (Kürt Demokratik Birliği-PKK’nın Suriye uzantısı) hariç, zaman zaman rejim karşıtı yaptıkları eylemlerle bu direnişi desteklemişlerdir. Ancak, SUK gibi silahlı bir mücadele içinde yer almamışlardır. PYD ise yakın zamana kadar Esad rejimi ile birlikte hareket etmiş, hatta Esad rejimine karşı muhalefet eden Kürt muhalif liderlerini sindirmek ve muhalif tutumlarından vazgeçirmek için saldırılarda ve suikastlarda bulunmuştur. Nitekim Baas rejiminin desteğiyle bölgeye gönderilen bir grup PKK’lı, SUK’a verdiği destekle bilinen Kamışlı’daki ‘Bedro aşiretinin lideri Abdullah Bedro’nun evine baskın düzenlemiştir. Bedro’nun ağır yaralandığı, 3 oğlunun ise hayatını kaybettiği saldırıdan sonra da PKK/PYD’nin muhalif Kürtlere yönelik baskısı devam etmiştir.

Abdullah Bedro, bu suikast saldırısından sonra aylarca yoğun bakımda kalmıştır. Suriye’de yaşanan gelişmeleri biraz iyileştikten sonra değerlendiren Bedro, Kürt bölgesinin PKK’nın uzantısı Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) eline geçmesi halinde Baas rejiminin uyguladığı zulmün aynen devam edeceğini söylemiştir. Bedro bu değerlendirmesinde, PKK’nın bu bölgeye Suriye yönetiminin desteğiyle yerleştiğini ve muhaberatla birlikte çalıştığını anlatmıştır. Ayrıca, örgütün hiçbir coğrafyada Kürtlerin yeni haklar elde etmesini istemediğini de belirtmiştir.

Şepal/Kürt Geleceği Partisi, Suriye Kürtleri arasında hızla yayılan ve aynı şekilde Suriye muhalefetiyle (SUK) de uzun soluklu istişare birlikteliği olan bir partidir. Enternasyonel bir sol programa sahip olan Şepal Partisi, Kürt sorununun çözümüne uzanan yolun bir bütün olarak Suriye’de hâkim Baas vesayetinin tasfiyesinden geçtiğini düşünmekte ve bunun da ancak Suriye muhalefeti ile ortak mücadele birlikteliği yoluyla başarılabileceğini savunmaktadır.

Baas rejimi ve dolayısıyla PYD, taban düzeyinde bölgenin en önemli üçüncü partisi olan Şepal’in ve lideri Mişel Temo’nun rejim karşıtı bu tutumundan ve SUK’la birlikte hareket etmesinden rahatsız olmuşlardır. Bu nedenle de, Mişel Temo’yu susturmak için PYD güçleri ile Baas rejimi 8 Ekim 2011’de düzenledikleri ikinci suikastta Mişel Temo’yu öldürmüşlerdir. Bununla yetinmemişler, ŞEPAL’in bir diğer yöneticisi olan Mişel Temo’nun yeğeni de 25 Mart’ta kaçırılarak öldürülmüştür. Bunun dışında ise Yekiti Partisi üyesi Şarzad Hac Raşit 14 Şubat 2012 tarihinde suikasta uğrayarak öldürülmüştür. PYD güçlerinin rejim karşıtı muhalif grupları şiddet yoluyla susturduğuna dair daha birçok örnek bulunmaktadır.

Suriye’de muhalif Kürt partileri, üç ana gruba ayrılmış bulunmaktadır: Bölgesel Kürt Hükümeti (BKH) tarafından desteklenen Kürt Ulusal Konseyi (KUK), Türkiye, Körfez İşbirliği Konseyi ve Batı tarafından desteklenen Suriye Ulusal Konseyi (SUK) içinde bulunanlar ve Esad rejimi bağlantılı Ulusal Koordinasyon Kurulu (UKK) içinde bulunan ve PKK’nın uzantısı PYD olmak üzere.

Suriye Kürt Ulusal Konseyi (KUK):

Bu Konsey’in en etkili üyesi, Mesut Barzani tarafından da desteklenen Suriye-Kürt Demokratik Partisi’dir. Bu Parti bir anlamda Barzani’nin Kuzey Irak’taki Kürt Demokratik Partisinin bir kolu olarak kabul edilmekte, başkanı ise Barzani tarafından belirlenmektedir.

KUK, 26–27 Ekim 2011 tarihlerinde Suriye’nin Kamışlı kentinde yapılan bir toplantıdan sonra oluşan bir çatı örgüttür. KUK’un çatı örgüt olduğu Kürt Partilerinin talepleri şöyledir:

Suriye’deki kriz sadece otoriter ve totaliter sistemin değişmesi ile mümkündür. Güvenlik devleti yıkılmalı ve yerine halkın özgür iradesiyle belirlenen bir yönetim ve âdemi merkeziyetçi bir yapı kurulmalıdır. Güvenlik güçleri ve ordu şehirlerden çekilmelidir. Kendi tarihsel topraklarında yaşayan Kürt halkı Suriye’nin sosyal, ulusal ve tarihsel yapısının önemli bir parçasıdır. Bu durum Kürt halkının Suriye ulusunun önemli bir parçası olarak tanınmasını ve Kürtlerin birleşik bir Suriye devleti içinde kendi kaderini tayin hakkının kabul edilmesiyle sorunların çözümünü gerektirir. Din özgürlüğü ve azınlık hakları anayasayla garanti altına alınmalıdır. Suriye muhalefetinin bir parçası olarak, rejimle bireysel diyalog reddedilmektedir.

Bu aşamadan sonra Suriye Kürtlerini tek bir çatı altında toplamaya yönelik ikinci toplantı Erbil’de gerçekleştirilmiştir. Başlangıçta 17–18 Aralık 2011 tarihlerinde yapılması planlanan toplantı, çeşitli anlaşmazlıklar sonucunda ertelenmiş ve ocak ayı sonunda yapılabilmiştir. Erbil Toplantısı, 28–29 Ocak 2012 tarihlerinde Erbil ve Kürt Bölgesel Hükümeti’nin (KBH) en büyük toplantı salonu olan Saad Abdullah Toplantı Salonu’nda gerçekleşmiştir. Toplantının ilan edilen hedefleri olarak şunlar belirtilebilir:

—Kürt entelektüel ve sivil toplum mensuplarını Suriye Kürtlerinin sorunları üzerine bir araya getirmek.

—Suriye Kürtlerinin talepleri hakkında ortak bir yaklaşım geliştirmek

—Esad Rejimi’nin düşmesinden sonraki olası aşamaları tespit etmek ve oluşabilecek güvenlik açığını kapatarak.

—Kürtleri korumanın yollarını aramak Suriye Kürt partilerini tek çatı altında birleştirmek.

Erbil Toplantısı, 26–27 Ekim 2011 tarihlerinde Suriye’de Kamışlı’da gerçekleşen toplantıdan sonra ikinci önemli toplantı olarak kabul edilmektedir. Bir ölçüde de Kamışlı toplantısının tamamlayıcısıdır. Suriye Kürtleri, Kamışlı Toplantısı’nda amacın Kürt muhalefet hareketine temel teşkil edecek bir örgüt kurulması olduğunu, Erbil Toplantısı’nın da yurtdışındaki insanları bir araya getirmek ve ortak bir gündem yaratma amacını taşıdığını ileri sürmektedir. Erbil Toplantısı’nda Suriye Kürtleri için bir çeşit meclis görevi üstlenecek 47 üyeden oluşan bir Yürütme Konseyi adı altında bir kurumoluşturulmuştur.[9]

Mesut Barzani 9–10 Temmuz 2012’de Erbil’de (Hewlêr) bütün Kürt grupları tekrar bir araya getirerek ortak bir üst kurulun oluşturulmasını sağlamıştır. Bu toplantının diğer toplantılardan farkı PYD’nin de bu toplantıya katılmış olmasıdır. Bu toplantıya, ENKS (11 örgütten oluşan ve başını el-Parti’nin çektiği Suriye Kürtleri Ulusal Konseyi-SUK) ile PYD’nin, bağımsız bir güç olarak kendi öncülüğünde oluşturduğu UKK/MECLİSA GEL/Halk Meclisi katılmıştır. Barzani’nin gözetiminde Erbil’deki müzakereler sonucunda iki konsey arasında üst yönetim organı olarak Yüksek Kürt Kurulu kurulmasına karar verilmiştir. Suriye’deki Kürt bölgesinin yönetiminde bu Yüksek Kürt Kurulu sorumlu olacaktır. Bu Kurul on üyeden oluşmaktadır. Bu üyelerin 5’i Kürt Ulusal Meclisi’nden (ENKS), diğer 5 üye ise PYD’den (Batı Kürdistan Halk Meclisi-EGRK) olacaktır. Bu toplantı sonucunda 7 maddelik de bir anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşma maddeleri şöyledir:

1-Erbil (Hewlêr) anlaşmasının yerine getirilmesi için bir mekanizma oluşturulacak,

2-Batı Kürdistan Kürtlerinin siyasi çalışmalarını yönetmek amacıyla Kürt Yüksek Konseyi oluşturulacak,

3-Batı Kürdistan Kürtlerinin eylemlerini gözlemlemek için 3 uzman komite oluşturulacak,

4-Medya üzerinden yapılan tüm anti propagandalar son bulacak,

5-Taraflar arasında şiddet kullanma lanetlenecek,

6-Anlaşmadan sonra iki hafta içinde gerekli komiteler oluşturulacak,

7-Erbil (Hewlêr) anlaşmasına bağlı kalınacak.

15 üyesi bulunan KUK’a, daha önceleri üye olmayan iki Kürt partisi bulunmaktaydı. Bunlardan birisi PYD’dir, ki bu Parti Ulusal Koordinasyon Kurulu’na (UKK) üyedir. Diğeri ise SUK’a üye olan Şepal/Gelecek Partisi’dir. KUK’un (Kürt Ulusal Konseyi), SUK (Suriye Ulusal Konseyi) çatısı altında faaliyet gösterebilmesi için şart olarak öne sürdüğü dört talebi bulunmaktadır:

1-Kürt halkının ve Kürt milli kimliğinin anayasal olarak tanınması.

2-Kürt problemini ülkenin genel milli konuları arasında sayılması.

3-Kürt halkına karşı uygulanan tüm ırkçı politikaların ve ayrımcı kanunların kaldırılması, bunların sonuçlarını ortadan kaldırılması için çalışmaya başlanması ve etkilenenlerin zararının karşılanması.

4-Kürt halkının milli haklarının uluslar arası anlaşmalara göre politik anlamda yerelleşmiş yönetim biçimiyle, Suriye’nin topraklarının birliği içerisinde tanınması.[10]

PYD (Kürt Demokratik Birliği) ve UKK (Ulusal Koordinasyon Kurulu):

Aslında bu Kurul’un içinde önceleri 1- Salar al-Şikhani liderliğindeki Kürt Solcu Partisi, 2- Halit Issad liderliğindeki Kürt Demokratik Birlik Partisi (PYD), 3- Halit Sino liderliğindeki Demokratik Kürt Partisi, 4- Mahmut Davut liderliğindeki Suriye Demokratik Kürt Partisi olmak üzere dört parti bulunmakta idi. Ocak 2012 ayında KUK’un aldığı karara uyarak Kürt Solcu Partisi, Demokratik Kürt Partisi ve Suriye Demokratik Kürt Partisi UKK’dan çekilme kararı almışlar ve UKK’nın içinde sadece PYD kalmıştır.

PKK’nın Suriye’de bulunduğu süre içerisinde kendi elemanlarının bir kısmını (bu rakamın %20 oranında olduğu söylenmektedir) Suriye Kürtlerinden devşirmiştir.

Suriye Türkiye ilişkilerinin gelişmesine paralel olarak Suriye’de faaliyet gösteren PKK’nın da işi zorlaşmış ve faaliyet gösteremez hale gelmiştir. Bu nedenle PKK, Suriye Kürtleri arasında kendi doğrultusundaki Kürtlere 2003 yılında Demokratik Birlik Partisi’ni yani PYD’yi kurdurmuştur. Uzun yıllar boyunca Suriye’de ikamet eden PKK’lıların girişimiyle kurulan partinin üst düzey elemanları uzun süre Suriye’de yaşamış 2010 yılının sonlarında ise Esad Rejimi’nin baskısının ağırlaşması sonucunda çoğu Kuzey Irak’a kaçmıştır. Bu üyelerin büyük bir kısmı Suriye’de olayların başladığı Mart 2011’den itibaren Suriye’ye geri dönmeye başlamıştır. Bunlar Suriye’ye döndükten sonra Esad Yönetimi’nin izniyle PYD Kürtçe dil okulları, kültürel merkezler ve parti ofisleri açmaya başlamıştır. Gerek Suriye’deki Kürt partileri ve gerekse de genel kamuoyu tarafından “Suriye PKK’si” olarak tanımlanan bu parti, Suriye Kürdistanı’nın ikinci büyük partisidir. Silahlı milis güce sadece bu parti sahiptir.

PYD bir yandan Esad karşıtı Kürt örgütlenmesine karşı şiddet kullanarak bu örgütleri sindirmeye çalışmakta öte yandan, Kürtlerin asıl savunucusunun kendisi olduğu yönünde bir söylem ile diğerlerini işbirlikçilikle suçlamaktadır. 2003–2010 yılları arasında partinin liderliğini Fuat Ömer yürütmüştür. PYD’nin eş başkanlığını halen Salih Müslim Muhammed ve Ayşe Abdullah yapmaktadır. Partinin önemli konulardaki görüşleri şöyledir:

1-Rejim değişikliği olmaksızın Kürt bölgelerinde demokratik özerklik.

2-Suriye’de Kürtlerin kendilerini yöneterek kendi kaderini tayin hakkına sahip olmaları ve demokratikleşme temelinde Kürt sorununun çözülmesi.

3-Suriye’ye yapılacak dış müdahale Türkiye’nin bu ülkedeki etkinliğini artırır. Bu da Suriye’de en çok Müslüman Kardeşlerin işine gelir.

DOHA TOPLANTISI VE KÜRT MUHALEFETİ

11 Kasım 2012’de Katar’ın Başkenti Doha’da yapılan toplantıda Suriye Muhalefeti yeni bir oluşuma gitmiştir. Bu yeni oluşumun ismi Suriye Devrimi Muhalefet Güçleri Koalisyonu olup başına da uzun yıllar Emeviye Camii imamlığını yapan Şeyh Ahmed Muaz el-Hatib getirilmiştir. Bu Koalisyon, kısa bir süre içerisinde 100 civarında ülke tarafından Suriye’nin meşru temsilcisi olarak tanınmıştır.

11 Aralık 2012’de Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS), DOHA toplantısına müteakip kurulan SMDK (Suriye Devrimi Muhalefet Güçleri Koalisyonu)’ya katılma kararı aldığını açıklamıştır. ENKS’nin Facebook sayfasından yapılan duyuruya göre Suriye Kürt Ulusal Konseyi dönem sözcüsü Faysal Yusuf yaptığı açıklamada, ENKS ile SMDK arasında 09.12.2012’den bu yana görüşmeler yapıldığını belirterek bu görüşmeler sonucunda ENKS’nin SMDK’ya katılma kararı aldığını söylemiştir.

Başından bu yana aktif katılımdan geri duran Kürtlerin önemli bir kısmından oluşan ve 16 adet siyasal partiyi bünyesinde barındıran ENKS’nin Esad rejimi ile mücadele eden Muhalefet grubuna katılmasının Suriye rejimi açısından büyük bir darbe, Suriye Muhalefeti açısından ise önemli bir kazanım olduğu açıktır. ENKS açıklamasında SMDK lideri Muaz el-Hatib ile yapıldığı söylenen anlaşmanın detaylarından bazıları şöyle:

—Kürtlerin yüzde 15 ile temsili

—Başkan yardımcısının Kürtlerden olması

—Kurulacak yeni Suriye devletinin isim düzeyinde etnik vurgulardan arındırılarak eski “Suriye Arap Cumhuriyeti” adının “Suriye Cumhuriyeti” şeklinde değiştirilmesi.

Anlaşmada ayrıca devrim sonrasında bölgede seçime gidilerek Kürtlerin kendilerini temsil edecek siyasal kadroları seçmesinin gereği ve Kürt halkının haklarının anayasal güvence altına alınmasına da yer verildi. Ek olarak Muaz el-Hatib’in varılan bu katılım sözleşmesinin uluslararası toplum tarafından da tanınacağı yönünde bir beyanatta bulunduğu ifade edildi.

Suriye muhalefetinin tek çatı altında toplanması, Baas diktatörlüğünün ömrünü kısaltacağı muhakkaktır. Ancak, Suriye muhalefetinin oluşturduğu bu koalisyonun, Batılı emperyal ve işgalci güçlerin de içinde bulunduğu 100 civarında ülke tarafından meşru kabul edilmesi akıllarda soru işareti meydana getirmektedir. Çünkü bu emperyal işgalci devletler, halkın iradesiyle belirlenen, hele hele Müslümanların gelme ihtimali olan bir yönetimi kabullenmeleri asla mümkün değildir. Peki, nasıl olur da, İhvan’ın da desteklediği ve başında Emeviye Camii eski imamı Şeyh Ahmed Muaz el-Hatib’in de bulunduğu bir oluşumu bu emperyal batılı devletler desteklemektedirler? Herkes biliyor ki, Suriye de dâhil Ortadoğu Halk ayaklanmalarında motor gücünü İslami oluşumlar –yani İhvan Teşkilatı- temsil etmektedir. Bu nedenle umut ve temenni ederiz ki, Kürdüyle, Arabıyla, Türkmeniyle kısacası topyekûn Suriye halkı, bir tağuti rejimden kurtulmuşken, ılımlı gibi görünen bir başka tağuti rejimin kucağına düşmezler. Çünkü kim/ler tarafından kurulursa kurulsun beşer aklının ürünü olan sistemler, Allah ve Resulüne isyan temeli üzerine kurulmuş sistemlerdir. Müslümanların böyle bir sistemi kabullenmeleri mümkün değildir.



[1] Bu yazı, 30 Aralık 2012’de Ankara’da Genç Birikim tarafından düzenlenen ‘Ortadoğu’da halk ayaklanmaları ve Bölgeye etkileri’ konulu panelde yapılan konuşmanın yeniden düzenlenmiş özetidir.

[2] http://levantwatch.blogspot.com/2006/05/suriye-krtleri-ve-trkiye.html

[3] http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?p=640887

[4] Aha geniş bilgi için bkz; Ali KAÇAR, Genç Birikim Dergisi, Ağustos-2012 sayısı

[5] Adana Protokolü ile ilgili daha geniş bilgi için bkz; Ali Kaçar, “TARİHİ SÜREÇ İÇERİSİNDE TÜRKİYE SURİYE İLİŞKİLERİ” başlıkla makale, Genç birikim Dergisi Mart 2012 sayısı.

[6] http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/IdZgitj2V2vbuyxGGkzJnS8yvQqpT5.pdf

[7] http://www.erusam.com/makale.php?id=95

[8] http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/IdZgitj2V2vbuyxGGkzJnS8yvQqpT5.pdf

[9] Daha geniş bilgi için bkz; ttp://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/201286_127%20yeniraporson.pdf

[10] http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=3679

GRUBA KATIL