Firavunlar diyarı Mısır, idamın ilk uygulandığı ve ilk icat edildiği coğrafya mı?
Yoksa aynı Mısır diyarı “idam” denilen cezayı ebedî ve pek yüce bir mükâfata dönüştüren yiğitler diyarı mı?
Kur’ân’dan okuyalım:
“Derken büyücüler secdeye kapandılar. Harun ve Musa’nın Rabbine iman ettik, dediler.
(Firavun): Ben size izin vermeden önce ona iman mı ettiniz? Muhakkak ki o size büyüyü öğreten büyüğünüzdür. Andolsun ki sizin el ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hurma ağaçlarına asacağım. Hangimizin azabının daha şiddetli ve kalıcı olduğunu da mutlaka bileceksiniz, dedi.
Dediler ki: Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni üstün tutmayız. Ne hüküm vereceksen ver. Sen ancak bu dünya hayatında hükmedersin. Gerçekten biz, günahlarımızı ve bizi işlemeye zorladığın büyüyü bağışlayarak bizi affetsin diye Rabbimize iman ettik. Allah hem (mükâfatı) daha hayırlıdır olandır, hem de (azabı) daha kalıcıdır.” (Taha, 70-73)
“Musa asasını bırakır bırakmaz onların hile ile yaptıklarını yutuverdi.
Sihirbazlar hemen secdeye kapanıverdiler.
Âlemlerin Rabbine, Musa ve Harun’un Rabbine iman ettik, dediler.
(Firavun) dedi ki: Ben size izin vermeden önce mi ona iman ettiniz? Demek ki o, size sihri öğreten büyüğünüzmüş. Yakında bileceksiniz. Mutlaka el ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi toptan asacağım.
Olsun, zararı yok zaten biz Rabbimize dönücüleriz, dediler.
Biz, gerçekten ilk iman edenler olduğumuz için Rabbimizin günahlarımızı bağışlayacağını ümit ederiz.” (Şuarâ, 45-51)
Bu âyetlerde dikkatimizi çeken vurguların bir kısmı:
1. Hakikatı apaydınlık görünce iman eden ve iman etmenin bedelini ödemeye hazır, kararından vaz geçmeyen ve duruşundan taviz vermeyen bir topluluk
2. Biraz önce Firavun ile dünyalık uğrunda pazarlık yapan aynı kişilerin tam yüz seksen derecelik bir dönüş yaparak karşısında tehditlerine kulak asmayacak ka-dar pervasızlaşan eski emir kulları olan “sihirbazlar”.
3. Firavunî tehditlere meydan okuyacak kadar güç kazanan yeni müminler
4. Bunun sırrını anlayamayan ve elindeki kaba gücün ittiği beyinsizce uygulamalarla Musa’nın (a.s) davasının sonunu getireceğini zanneden çaresiz Firavun ve onun şahsında küçülen ve maskaraya dönen pelteden canavar düzeni…
Sonra ne oldu?… Malum… Musa (a.s.) başlattığı İsrailoğullarını Firavun zulmünden kurtarıp özgürleştirme mücadelesinde tam anlamıyla hedefine ulaşıyor, Firavun ve orduları denizde boğuluyor…
Asırlarca sonra Mekke’deyiz… Muhammed (s.a) ve ona iman edenler… Türlü zulüm-lere maruz kaldıkları için çok sevdikleri yurtlarından hicret etmeye mecbur kalıyor-lar…
Allah Rasûlü Medine’de iken düşmanın durumunu gözetlemek üzere (H.4. yılda Zâtu’r-Recî’ Gazvesinde) on kişilik bir kafile göndermiş, başlarına Âsım b. Sâbit’i de komutan olarak tayin etmişti. Lahyanoğulları denilen bir kabileye mensup hepsi de iyi ok atan iki yüz kadar kişi onları yakalamak maksadıyla izlerini takip etmeye ko-yuldu. Âsım komutasındaki gözcüler yüksekçe bir tepeye sığındılar. Müşrikler etraf-larını kuşatıp onlara zarar vermeyeceklerine dair antlar ettiler, sözler verdiler. Ko-mutanları Âsım: Allah’a yemin ederim bugün ben bir kâfirin verdiği himayeye güve-nerek antlaşmaya yanaşmam, Allah’ım durumumuzu Nebi’ne haber ver, dedi.
Derken onlara ok atmaya başladılar. Âsım ile birlikte yedi kişiyi öldürdüler. Hubeyb el-Ensârî, İbn Desinne ve bir kişi daha onların verdikleri söze güvenerek aşağıya indiler. Onları ele geçirir geçirmez yaylarının kirişlerini sökerek onları bağladılar. Üçüncü kişi, işte bu sözde durmayışın ilk işidir, -şehid olmuş diğer kardeşlerini kast ederek- bunlar bana örnektir, deyip teslim olmayı red edince onu da öldürdüler.
Hubeyb’i ve İbn Desinne’yi alıp Mekke’ye götürdüler ve onları Mekke’de sattılar. Hu-beyb’i Hâris b. Âmir’in oğulları satın aldı. Hubeyb de Bedir gazvesinde Hâris’i öldür-müştü.
Hâris’in kızı anlatıyor: Hubeyb, kendisinden etek tıraşı olmak maksadıyla bir ustura istemiş o da ona bir ustura vermişti. Dalgınlığım esnasında benim bir oğlumu alıp kucağına oturtmuştu. Kapıldığım dehşetin büyüklüğünü Hubeyb de yüzümden anla-mıştı. Bana: Onu öldüreceğim diye korkuyor musun yoksa, dedi. Kesinlikle böyle bir şey yapmam, biz ahdimizi bozmayız, hainlik etmeyiz, diye ekledi. Allah’a yemin ede-rim Hubeyb’den hayırlı bir esir görmedim. Allah’a yemin ederim bir gün elindeki bir salkımdan üzüm yediğini gördüm. Halbuki o hem zincirlerine bağlı idi, hem o sırada Mekke’de meyve diye bir şey yoktu.
Onu öldürmek üzere Harem bölgesinin dışına çıkardıklarında Hubeyb onlara: Bırakın da iki rekat namaz kılayım, dedi. Sonra da benim korktuğumu düşünmeyecek olsaydınız bu iki rekatı daha da uzatırdım, deyip şu beyitleri okudu:
“Aldırmam Müslüman olarak öldürüldükten sonra
Allah yolunda hangi yanım üzere yıkıldığıma
Bu ölümüm Allah için olduktan sonra
Dilerse o, parçalanmış bir cesedi mübarek kılar…”
Hem âyetlerin dile getirdiği iman eden ve şehadeti seçen Firavun’un eski sihirbazları ama tevhid dininin şehidleri ve şahidleri, hem de Âsım, Hubeyb ve arkadaşlarının başından geçenleri ele alalım.
Âhirete iman etmeyen, dünyaya ve güce aldanan ve bunlara tapan zavallılar bu olay-lara ne ad verirler?
“İdam”… derler.
O ne demek…
Yok etmek, imha etmek demek…
Peki Firavuna kafa tutanlar gerçekten idam mı edildi? Yani onlar yok edilebildi mi? Eğer yok edilebildilerse şu anda bizim onlardan bu vesile söz etmemizin anlamı ne-dir? Bu gerçeği âhiretten habersiz nâdânlar nasıl anlar ve açıklar?
Onlar mı idam edildi? Yoksa Firavun ve onun yoldaşları mı kendi kendilerini idam ettiler. Hayır, hayır kendilerini öyle bir cezaya mahkûm ettiler ki, ölüm gelse de gerçekten onları idam etse yani büsbütün yok etse, onlar için bulunmaz bir nimet olur:
“Sonunda Allah kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu onu, Firavun haneda-nını ise kötü azap kuşattı.
Ateştir o! Onlar sabah akşam ona arz olunurlar. Kıyametin kopacağı günde: Fi-ravun hanedanını azabın en şiddetlisine sokun, (denilecek).” (Mü’min, 45-46)
“Fakat onlar kıyameti yalanladılar. Kıyameti yalanlayana da biz şiddetli bir ateş hazırladık.
O ateş onları uzaktan görünce onun büyük bir öfke ile çıkaracağı şiddetli uğultusunu işiteceklerdir.
Onlar elleri boyunlarında bağlanıp, onun dar bir yerine atıldıklarında orada: “Yetiş ey ölüm” diye feryat ederler.
Bugün ölümü bir kere değil, birçok kere temenni edin, (denilecek).
De ki: Acaba bu mu hayırlıdır yoksa takva sahiplerine vaat olunan ebedilik cenneti mi?” (Furkan, 11-15)
Peki bu gafillerin idam ettiklerini ya da edeceklerini sandıkları bu yiğitlerin gerçek durumu ne? İşte onların gerçek durumu ve akıbeti:
“Allah yolunda öldürülenler için “ölüler” demeyiniz. Aksine onlar diridirler. Fakat siz (onu) anlayamazsınız.” (Bakara, 154)
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar Rabbleri katında diridirler, rızıklanırlar.” (Âli İmrân, 169)
Firavun idam ettiğini sandı…
ABD ve İsrail kuklası olarak Nâsır, idam ettiğini sandı…
İblis’in general suretli seviyesiz uşağı Sisi, meydanlarda binlerce masumu, kadın er-kek, genç yaşlı, sabah namazı kılarken ya da haklarını savunurken binlerce Müslümanı katlettirdi. On binlere yakın kişi zindanlara tıktı…
Şimdi de oldukça traji-komik mahkeme seremonileri ile binlerce Müslümanın –âhiretten habersiz oluşlarının ifadesi ile- idama mahkûm edildiğini öğreniyoruz…
Bu hükümlerin kimlerin talimatıyla, hangi mihrakların direktifleriyle verildiği açıkça ortadadır…
ABD’den İsrâil’e kadar, küçüğüyle irisiyle İslâm düşmanları ve onların kuklaları yerel yönetimlere varıncaya kadar cümle alem şu gerçeği bilsin:
“Allah’ın nuru üflemekle sönmez. Allah nurunu tamamlayacaktır, kâfirler hoş görmese bile…”
Sisi cumhurbaşkanı olabilir… Belki yaptıklarının cezasının bir kısmını teşkil edecek bir dünyevî ceza ile de karşılaşmayabilir. Ama sakın Allah’ın cezasından ve azabından kurtulacağını sanmasın…
“Sakın Allah’ı o zalimlerin işlediklerinden habersiz sanma! Onları(n azaplarını) ancak gözlerin dehşetle yerinden fırlayacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim, 42)
İdam ile tehdit edilen kardeşlerimize gelince… Onlar da hâl dilleriyle zalimlere gü-lerek:
İdam mı dediniz? O da ne? “Ölümü öldürdük biz, ne yapsın bize ölüm!” diyorlar…
Bir ölür bin diriliriz, diyorlar… Hasan el-Bennâ’yı katlettiğinizi sandınız… İşte dünyanın her tarafında milyonla Hasan el-Benna, milyonla Zeyneb el-Ğazâlî…
Seyyid Kutub’u idam mı ettiniz? Söyleyin bakayım, Fi Zilâl hacminde bütün dünyada onun kadar satan kaç kitap var? Onun kadar okunan ve onun kadar etkin kaç kitap var, sormuyoruz….
Siz öyle kimselerle uğraşıyorsunuz ki, yokluk, idam olmak/etmek, yok etmek sandığınız işleriniz, idam ettiğinizi düşündüğünüz kişileri binlerle artırmaktan başka bir sonuç vermiyor…
Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmeye çalışanlar ne kadar da ahmaktır… Onların üflemelerinin o nuru söndürecek yerde, aydınlığını ve şiddetini artırdığını fark etmiyorlar mı?
Yirminci asrın başından itibaren her vesile ve bahane ile öldürdüklerini, idam ettiklerini, yok ettiklerini sandıkları davanın erlerini bitirebildiler mi? Yoksa onlar idam ve ölüm kustukça, bu nurun gücü artıp durmuyor mu?
Buradan bizler kardeşlerimiz adına şunu söyleyebiliriz: Allah tevbeleri kabul eder. Tevbe etmeniz ve tevbenizde samimi olduğunuzu ortaya koyduğunuz taktirde Mümin kardeşlerimiz de tevbenizin kendilerine yüklediği sorumlulukla size muamele edeceklerdir. Şer’an af edilebilecek ne kadar cürmünüz varsa hepsini af edeceklerdir…
Peki, hala kalbinizde Allah’ın, Kur’ân’ın, yüce Rasûl’ün ve onun mirasçılarının, üm-metinin şefkat ve merhamet nidalarına kulak verebilecek bir nokta kalmış mıdır?
Bu dilden, şefkat ve merhamet dilinden anlar mıydınız?…
Yoksa, kendi dilinizden başkasını anlayamayan zavallılardan mısınız?
Siz bizim dilimizden anlamasanız bile, biz gerektiğinde anlayacağınız dille de size hitap etmesini biliriz. Bu dili bilmediğimizi zan ediyorsanız, bir daha cehaletinizin kurbanı oldunuz demektir.
Biz zalimlerin ya Allah’ın kendi nezdinden göndereceği azab ile ya da müminlerin elleri ile helâk edilcekleri günün kesinlikle geleceğine iman ediyoruz çünkü…
Çünkü biz Allah’a iman ediyor, ona güveniyor, ondan yardım diliyoruz ve âhirette bizi mükafatlandırmasını umuyoruz…
Ya siz…
“Çünkü Allah iman edenlerin velisidir. Kâfirlerin ise velisi yoktur.” (Muhammed, 11)