Türkiye’de, olumlu ne varsa hepsi Kemalizm’e, ne kadar olumsuzluk varsa geçmişe yani Osmanlı’ya mal edilmektedir. Kemalizm, ‘Kemalizm olmasaydı biz de olmazdık’ türü yalanlardan ‘yedi düvelle savaştık’ yalanına kadar, gerçekle asla ilgisi olmayan yalan üzerine inşa edilmiş bir heyuladır. Korku ve baskı üzerine oluşturulmuş bu yalanlar sayesinde toplum mankurtlaştırılmış, söylenen hatta söylenecek yalanları bile kabule hazır hale getirilmiştir. Ne yazık ki tek parti döneminde yayılan korku, bugün 21. yüzyılda bile devam et(tiril)meye çalışılmaktadır. Bu korkuyu ayakta tutan, besleyen ise 5816 sayılı M. Kemal’i koruma kanunudur. Ne yazık ki, Müslüman halkın kanı ve gözyaşı ile sürdürdüğü Milli Mücadele, 1920’lerin ortalarından itibaren bir korku cumhuriyetine dönüştürülmüştür. Mevcut iktidarın “her türlü vesayeti kaldırdık” sözü ise ne yazık ki sadece retorikte/söylemde kalmaktadır. Çünkü Kemalist vesayet, halen bütün korkunçluğuyla devam etmektedir. İşin trajikomik yanı ise bu vesayetin, bugün, dün Kemalizm’e karşı çıkan İslamcılar (!) tarafından devam ettiriliyor olmasıdır.
İşte baskı ve korku ile topluma dayatılan bir yalan da 12 adanın (ya da Ege adalarının ) Lozan görüşmelerinde verilmediğidir. Yani Kemalistlerin iddiasına göre, bu adalar, M. Kemal’in onayladığı 1923 Lozan’ında değil de 1912’de imzalanan Lozan’da kaybedilmiştir. Ama bilindiği üzere 1912’de Osmanlı yönetimine, M. Kemal’in de üyesi bulunduğu İttihat ve Terakki egemendi. Kemalistler, M. Kemal’in aleyhine olabilecek olayları gizleyerek, söyledikleri yalanlarını da aba altından sopa göstererek topluma dayatmaktadırlar. Aslında bu, tam bir cambazlık örneğidir. Evet, 1912’de İsviçre’nin Lozan kasabasında bir antlaşma imzalanmıştır; ama bu antlaşmanın adı Lozan değil, Uşi (Ouchy Treaty) Antlaşması’dır.
Türkiye’nin Ege kıyılarının hemen çevresinde bulunan 12 Ada, yaklaşık 400 yıl boyunca Osmanlı idaresinde kalmış adalardır. Çoğunlukta gayrimüslimlerin yaşadığı adalarda önemli oranda Müslüman nüfus da yaşamaktadır. Osmanlı Devleti’nin bölgede uyguladığı sisteme göre, her on hane birer temsilci seçmekteydi ve bu temsilciler, kendi aralarından 12 kişilik bir ihtiyar heyeti seçerdi. Bölgedeki adaların, önemli derecede büyük adaların sayısı sayıldığında 14 ada, küçükleri de dâhil edilirse 20’den fazla ada ve adacık bulunmaktadır.
Uşi Antlaşması ve 12 Adalar
Uşi Antlaşması’nın imzalanma nedeni, İtalyanların Libya’ya saldırmasıdır. İtalya’nın birliğini sağlamaya çalışan milliyetçi önderler, 19. yüzyılın başlarında Trablusgarb ve Bingazi’yi, tanrının İtalyan Milleti’ne bahşettiği “arz-ı mev’ud” olarak nitelendirmekteydiler. Fransa’nın Tunus’u, İngiltere’nin de Mısır’ı işgal etmesinden telaşlanan İtalya, Trablusgarb ve Bingazi’yi işgal etmek için 29 Eylül 1911’de saldırıya geçmiştir. Ancak Libya’da beklemedikleri oranda bir direnişle karşılaşmışlardır. İtalya, Osmanlı’nın bu direnişini kırmak için 1912 yılının şubat ve mart aylarında, Beyrut, Trablusşam, İskenderun, Mersin ve Silifke’ye saldırıya geçmiş, bununla da yetinmeyerek 18 Nisan 1912’de Çanakkale Boğazı ağzını bombalamış, 23 Nisan–17 Mayıs 1912 tarihleri arasında da Menteşe Adalarını işgal etmiştir. Amaç, Osmanlı’yı zorda bırakarak Libya’dan çekilmesini sağlamaktı. Osmanlı ile İtalya arasında savaş devam ederken Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan ve Karadağ’ın da Osmanlı Devleti’ne karşı kendi aralarında bir ittifak kurarak Balkan savaşlarını başlatmış olmaları, İtalyanların işini kolaylaştırmıştır.
Osmanlı, iki cephede savaşamayacağını anlayınca Balkan Savaşı’ndan 10 gün sonra 18 Ekim 1912 yılında İtalya ile Uşi Antlaşmasını imzalamıştır. Uşi Antlaşması’nın 2. maddesi, Rodos ve 12 Ada ile ilgili hükümleri düzenlemiştir. Buna göre:
Andlaşmanın imzasını takiben Osmanlı Hükümeti, Trablusgarp ve Bingazi’deki, İtalya Hükümeti de Adalar Denizi’nde işgal ettiği adalardaki kendi subay ve askerlerini çekmeyi taahhüd etmiştir. İtalyan subay ve askerleri ile mülki memurlarca adı geçen adaların fiilen boşaltılması, Osmanlı subay ve askerleri ile mülki memurlarının Trablusgarp ve Bingazi’yi boşaltmalarını takiben gerçekleşeceği de karara bağlanmıştır.
Balkan Savaşlarında yer alan Yunanistan’ın adaları işgal etme ihtimali söz konusu olduğundan barış antlaşması imzalanıncaya kadar adaların İtalya işgalinde kalması için Uşi Antlaşmasına gizli bir madde konmuştur. Nitekim Charles Wellay’a göre andlaşmanın gizli bir maddesi, bu adaların İtalya tarafından tahliyesi halinde Yunanistan tarafından işgal edilmemesi için Osmanlı Devleti tarafından talep edildiği zaman iade edileceğini temin etmekteydi. Mustafa Budak, Necdet Hayta’nın bu görüşünü; “Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde gördüğü bir Başkumandanlık yazısının özetinde, Yunanistan ile barış yapılana kadar Adaların İtalyanlarca tahliyesinin ertelenmesinden bahsedildiğine” dayandırdığını belirtmiştir. Bundan dolayı olsa gerektir, İtalyanlar, 12 adayı tahliye etmemişlerdir.
Ancak Osmanlı Devleti, Balkan Savaşları sonucunda Meriç Nehri’nin batısındaki bütün Avrupa toprakları ile Ege Adaları ve On İki Ada’yı fiilen kaybetmiştir. Daha sonra Birinci Dünya Savaşı’nda, İtalya, Osmanlı’ya savaş açmış ve Uşi Antlaşması’nın geçerliliğinin kalmadığını ve yükümlülükleri feshettiğini 22 Ağustos 1915’te ilan etmiştir. Ancak buna rağmen Osmanlı Devleti, İtalya’nın bu ilanını kabul etmemiş ve dolayısıyla bu adaları İtalya’ya vermemiştir. Fakat Uşi Antlaşması’nın muğlâk olan maddeleri ve İtalya’nın kolayca Osmanlı’nın Trablusgarp ve Bingazi’den çkilmemesini bahane göstererek On İki Ada’yı terk etmemesi, Osmanlı’nın adaları fiilen kaybettiğinin bir göstergesidir. Ama bu durum yani adaların İtalyanlara verilmesi, Osmanlı tarafından asla kabul edilmemiş ve adalar üzerindeki haklarından da feragat etmemiştir.
Lozan Antlaşması ve 12 Adalar
Kemalistler, Yunanistan’la adalar konusunda gerginlik yaşadığı her dönemde nakarat halinde “Ege Adaları ve 12 Ada’nın, 1923’de imzalanan Lozan’da kaybedilmediğini” söylemektedir. Bunlar, bu adaların, “1923 yılındaki Lozan Antlaşması’ndan yaklaşık 10 yıl önce kaybedildiğini, İsmet Paşa, Kasım 1922’de Lozan görüşmeleri için İsviçre’ye giderken 12 Ada’da İtalyan ordusu, Ege Adaları’nda da Yunan ordusu vardı” demektedirler.
Evet, bu doğru, Anadolu’da Millî Mücadele devam ederken oralar işgal altındaydı. Ama işgalcilerin bu işgalleri, Osmanlı tarafından kabul edilmemişti. Millî Mücadelenin asıl amacı da işgal altında olan toprakları (adalar dâhil) kurtarmak değil miydi? Hani düşman denize dökülmüştü; yoksa bu da mı yalandı? Nasıl oluyor da denize dökülen düşman, Türkiye’nin burnunun dibindeki adaları alabiliyor? Bunda bir tuhaflık yok mu?
Bu adalar, 1912’de işgal edilmiş olsa da bu adalardan resmen feragat, 1923’te TBMM’de yapılan itirazlara, Başbakan Rauf Orbay’ın karşı çıkmasına rağmen Meclis ve Rauf Orbay “bypass” edilerek, M. Kemal’in talimatı doğrultusunda Lozan’da gerçekleşmiştir.
Yedi düvele karşı savaştığı, düşmanı denize döktüğü iddia edilen bir ülkenin Lozan’da burnunun dibindeki adalardan feragat etmesi; bir kısmını Yunanistan’a, bir kısmını da İtalyanlara bırakması bir çelişki değil mi? Oysa Lozan’a gitme amacı, Meclis-i Mebusan’ın, daha sonra da TBMM’nin kabul ettiği Misak-ı Milli’de belirtilen sınırları, itilaf devletlerine kabul ettirmekti. Kabul edilmemesi halinde ise barış görüşmelerini gerekirse terk etmekti. Zaten TBMM, görüşmelere gitmeden önce Lozan heyetine Misak-ı Milli’nin biraz genişletilmiş biçimini andıran 14 maddelik talimat vermişti. Bu 14 maddelik talimatın 4’üncü maddesi ise adalarla ilgiliydi. Nitekim adalarla ilgili olan 4’üncü madde, şu şekilde tanzim edilmişti: “İktiza-yı hale göre mu’âmele icrası ve sahillerimize pek karib olan meskûn ve gayr-i meskûn adaların behemehâl ilhakı. Muvaffakiyet hâsıl olmadığı takdirde Ankara’dan istifsârı.”
Ancak ne yazık ki Türkiye’nin Lozan Heyeti, Ege adaları ile ilgili çok az hatta yok denecek kadar az bilgiye sahiptiler. TBMM tarafından seçilen I. İcra Vekilleri Heyeti içinde Türkiye’nin ilk Maarif Vekili (Eğitim Bakanı), Moskova Antlaşması ve Lozan Antlaşması müzakerelerine katılan Rıza Nur, adalarla ilgili olarak kendi cehaletini şöyle ortaya koymuştur:
“Egedeki adaların bir kısmı Yunanlıların bir kısmı da İtalyanların elinde, ahali ekseriyetle Rum. Bu adalar, çeşitli yönleriyle mühimdirler. Hatta Anadolu’ya tecavüz için mükemmel üssülharekat olabilirler. Fakat Türkiye’de onları ne almak ne de sonra muhafaza etmek kuvveti var. Muhafazaları büyük masraflar ister. Yalnız Çanakkale Boğazının ağzını tıkayan bir iki adayı almalıyız ve alabilirsek kâr. Öbür tarafı uğraşmaya değmez. Yunan veya İtalyan kimin elinde olursa olsun bizde olmayınca kimde olursa olsun…”
Bir başka cehalet örneğiyle ise İngiliz temsilcisi Lord Curzon bile alay etmiştir. Lozan Heyeti’nin 2. Başkanı Rıza Nur, alt komisyona havale edilen ‘Adalar Meselesi’nin görüşülmesi sırasında heyettekilerin bu adalar ve Anadolu’ya yakınlıkları hakkında bilgi sahibi olmadıkları hakkında çarpıcı bir misal vermektedir;
“(…) Alt komisyonda Limni Adası, bizim müşavirler ve danışmanlar tarafından unutulmuş ve rapora konmamış ve bu yüzden Lord Curzon, bu komisyon celsesinde bu sebeple bizimle alay etmiştir. Hakkı var. Kendi menfaatimiz hususunda büyük bir gaflet edilmişti. Bu müşavir de Tevfik (Reisicumhur kâtibi) idi.”
Lozan’da görüşmeler başladığında yani 20 Kasım 1922’de Menteşe Adaları İtalya’nın, Boğazönü Adaları ve Saruhan Adaları ise Yunanistan’ın işgalindeydi. Menteşe Adaları konusu, 31 Ocak 1923 tarihindeki oturumda Müttefikler tarafından, taslak anlaşmanın 15. maddesi olarak ortaya koyulmuştur. Sevr Antlaşması’nın bir adaptasyonu olarak hazırlanan bu maddeye göre Menteşe Adaları (Rodos, 12 Ada ve Meis) İtalya’ya verilmişti.
Taslak antlaşmaya 4 Şubat 1923’te Türk Heyeti tarafından verilen cevap muhtırasında, 15. maddenin kabul edildiği bildirilmiş; ancak itiraz edilen maddeler dışındaki diğer meseleler üzerinde mukabil teklifler yapma hakkının saklı tutulduğu belirtilmiştir.
Türkiye’nin, Ege’deki Haklarından feragat etmesi
Lozan’da, ikinci aşama görüşmelerinden önce, İtilaf Devletlerinin 31 Ocak 1923 tarihinde verdikleri barış tekliflerine karşı Türkiye de 4 Şubat tarihli karşı barış tekliflerini sunmuştur. 160 maddeden oluşan barış projesi teklifleri; siyasi, mali, iktisadi, ulaşım yolları ve sağlık sorunları ile çeşitli hükümler adı altında beş bölüm ayrılmaktaydı.
Ankara Hükümeti, bu barış projesinde, İmroz, Bozcaada ve Bozcaada’ya bağlı Merkep adaları dışında, Doğu Akdeniz Adaları ve özellikle Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adaları üzerindeki Yunan egemenliğini, Londra (30 Mayıs 1913/5. madde) ile Atina (14 Kasım 1913/15. madde) hükümleri uyarınca alınan ve 13 Şubat 1914’te Yunan hükümetine bildirilen kararı kabul ederken (Madde 12), aynı zamanda Stampalya, Rodos, Kalki, Skarpanto, Kazos, Piskopis, Miziros, Kalimnos, Leros, Patmos, Lispos, Limi ve İstanköy adaları ile bunlara bağlı adacıklar üzerindeki bütün haklarından ve sıfatlarından İtalya lehine vazgeçmiş; sadece Meis adasının Türkiye’nin egemenliğinde kalması istenmişti (Madde 15).
Daha sonra imzalanan Lozan Antlaşması’nda yer alacak olan bir madde, günümüzde Ege’de yaşanan adalar sorununa ışık tutacak nitelikteydi. Bu maddeyle Türkiye, adı geçen antlaşmada ismen belirtilmiş toprak veya adaların dışında kalan yerler (Tuna nehri üzerindeki Adakale adacığı hariç) üzerindeki her türlü hak ve sıfatlardan vazgeçtiğini bildirmekteydi (Madde 16).
Lozan’da yapılan birinci görüşmelerle ilgili olarak TBMM’de yoğun tartışmalar yaşanmıştır. M. Kemal, 6 Mart’ta yapılan gizli oturumda görüşmelerin uzamasının fayda değil zarar getireceğini söylemiş, en sert tartışmalar ise M. Kemal ile Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey arasında gerçekleşmiştir. Meclis’teki bu sert tartışmalara rağmen M. Kemal, İnönü’nün tarafını tutarak dayatılan şartlarla barış görüşmelerinin bir antlaşmayla neticelenmesini istemiştir. Böylece Türkiye Cumhuriyeti, 24 Temmuz 1923’te imzaladığı Lozan Antlaşması gereğince Ege’de bulunan, sayısı yüzlerle ifade edilen, adalardan tamamen feragat etmiştir. Bu adalardan bazıları Anadolu’ya o kadar yakın ki, Yunanlı ahalisinin Ege sahil ilçelerimizde okunan sabah ezanından duydukları rahatsızlık neticesinde ilgili müftülüklere; “Biz rahatsız oluyoruz sabah ezanları okunmasın” diye dilekçe verebilecek kadar yakındırlar.
Lozan’da kabul edilen antlaşmanın ana metninde Ege’yi (adalar) ilgilendiren altı madde vardır. Bunlar; sırasıyla 6, 12, 13, 14, 15, 16. maddelerdir. Bu maddelerden bazıları şu şekilde düzenlenmiştir:
12. Madde: İmroz ve Bozca adaları ile Tavşan Adaları dışında, Doğu Akdeniz adaları ve özellikle Limni, Semendirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya Adaları üzerinde Yunan egemenliğine ilişkin 17/30 Mayıs 1913 günkü Londra Andlaşmasının beşinci ve 1/14 Kasım 1913 günkü Atina Andlaşmasının on beşinci Maddeleri uyarınca, 13 Şubat 1914 günkü Londra Konferansında alınıp 13 Şubat 1914 günü Yunan Hükümetine bildirilen karar, işbu Andlaşmanın İtalya’nın egemenliği altına konulan ve on beşinci Maddede yazılı olan Adalara ilişkin hükümleri saklı kalmak koşulu ile doğrulanmıştır. Asya kıyısından üç milden az uzaklıkta bulunan Adalar, işbu Andlaşmada tersine hüküm olmadıkça, Türkiye egemenliği altında kalacaktır.
13. Madde: Yunanistan’ın; Midilli, Sakız Sisam ve Ahikerya Adalarını silahsızlandırması öngörülmektedir.
15. Madde: Türkiye’nin; On İki Adalar ve bunlara bağlı adacıklar ve Meis Adası üzerindeki tüm haklarından İtalya lehine vazgeçtiği hükme bağlanmaktadır.
16. Madde: Türkiye’nin, bu anlaşmayla çizilen topraklar ve kendisine yine anlaşmayla bırakılan adalar dışındaki toprak ve adalardan üzerindeki tüm haklardan vazgeçtiğini belirtmektedir. Ama bu “vazgeçiş”in Türkiye ile sınır komşuları arasında kararlaştırılmış ya da kararlaştırılacak olan özel hükümleri bozmayacağı da gene bu madde ile hükme bağlanmaktadır.
Sonuç olarak;
Lozan görüşmeleri, TBMM’deki tartışmalar incelendiği zaman Türkiye’ye çok yakın adaların M. Kemal ve ekibi tarafından nasıl elden çıkarıldığı açıkça görülecektir. Kemalistler, bu adaların 1912’de elden çıktığını söylese de bunun doğru olmadığı, 1912’de imzalanan Uşi Antlaşması incelendiği zaman anlaşılacaktır. Zaten bu antlaşma gereği İtalyanlar adaları boşaltacağını taahhüd etmiş, ancak Balkan Savaşlarından dolayı Osmanlı, nihai barış antlaşması imzalanıncaya kadar bu adaların İtalyanların elinde kalmasını istemiştir. Hatta bu nedenle -yukarıda da belirtildiği üzere- Antlaşmaya gizli de bir madde konmuştur. Ancak İtalyanlar, 1. Dünya Savaşı ile birlikte bu taahhüdlerinden vazgeçtiklerini bildirmiş olsalar da Osmanlı, bunu kabul etmemiş ve uluslararası hukuka göre, adaların bu haliyle de Osmanlı’ya ait olduğu teyid edilmiştir.
Kemalist yönetim, İtilaf Devletlerinin 31 Ocak 1923 tarihli barış tasarısına 4 Şubat’ta verdikleri karşı teklifleri kabul edilmeyince, 7 Nisan 1923’te ikinci bir teklif vermişlerdir. Bu teklifler üzerine ikinci görüşmeler, 23 Nisan 1923’te başlamış ve yapılan görüşmelerin sonucunda alınan kararlar, ülkelerin onayına sunulmuştur. Lozan’da ikinci dönem görüşmeleri başlamadan önce Birinci Meclis M. Kemal’in iradesi doğrultusunda feshedilerek, oluşturulan (yine M. Kemal’in deyimiyle) ‘kız gibi bir meclis’ tarafından 24 Temmuz 1923’te onaylanmıştır. Çünkü önceki Meclis’in Lozan Antlaşmasını onaylaması mümkün değildi.
Kısacası; Birinci Dünya Savaşı dolayısıyla İtalya’nın Uşi’yi feshettiğini ve adalardaki hakkından vazgeçmeyeceğini söylemesine rağmen, 12 Ada, hukuken Osmanlı’ya aitti. 1923 Lozan görüşmelerinde, Ege adaları, hukuken de fiilen de bir kısmı İtalya’ya, bir kısmı da Yunanistan’a verilmiştir. Bu adaların daha sonra Yunanistan’a verilme şekli ise ayrı bir yazının konusudur.
Ali KAÇAR